Gece yarısı araç hareket etti. Pek kimse yok. En arkadaki
sıradayız ve orta sıralara kadar tek kişi var bizden başka. Ama araç buz gibi.
Sanayinin olmaması berrak bir gökyüzünün olmasına olanak sağlamış.
Yol üzerinde bir durakta uzun süre duruyoruz. Dışarı çıkan
camekanlı mekana koşuyor. Ne kadar doğrudur bilinmez ama sıcaklığı veren panoda
-4 yazmaktaydı.
Yola devam. Marakeş ile Fez arası yedi saatten uzun sürmekte. Elbette trenler de var ama biz tercih etmedik. Gerçi trenlerde güvenlik ile ilgili sıkıntılardan bahsedilmekte. Çağlar ve ben bunu pek önemsemiyoruz. Olacak bir şey nasılsa olur. Bize çatan hasarsız atlatacaksa zaten evden çıkmamak daha iyisi felsefemize göre.
Sabahın kör saatlerinde Fez ‘in banliyölerine giriyoruz. Yol
kenarlarında çeşitli tiplerde ve yaşlarda kızlı, erkekli çocuk grupları
kendilerini okullarına taşıyacak araçlar için bekleşmekteler. Bir ulusun kaderini sırtlayacak insanlar bu
çocukların arasından çıkacak iyi yada kötü. İran'da da yazdığım gibi bu
hammaddeyi nasıl işleyecekler yada neye göre işleyecekler? Mesele galiba bu…
Neyse… Haydi tarih dersine girelim artık. Tüm dünya bu
ülkenin halkına Morokkon, Moroki gibi ifadeler uygun görürken biz neden ülkeye
Fas halkına Faslı diyoruz.
Barbaros ‘un Gazavatnamesi pek çok şeyi açıklar bu
coğrafyada. Türk burada sevilmez. Ama Türk Tanrı'dan aldığı görevi yerine
getirmek için didinir durur. Anadolu'nun bağrından ve Ege Adaları'ndan on binler
boşalır gelir kıtaya.
1558 ‘de Fez Sultanı İspanyollar ile anlaşarak Osmanlılar 'ın
elinde bulunan Tlemsen şehrine saldırır. Mantıklı bir harekettir bu. Çünkü
şehir Türklerden beş seneliğine İspanyollarca geri alınmıştır ve Türkler geri
alalı iki yıl ancak olmuştur. Şehri Hasan Paşa başarıyla savunur ve 30,000
kişilik Fas ordusunu püskürtür.
Bizim tarihçilerin pak yazmadığı bir konuda aslında
bizimkilerinde Venedikliler kadar olmasa da suikast, kumpas, casusluk gibi konularda
da usta olduğu. Fas sultanı suikaste kurban gider. Faslılar çözülür.
İspanyollar savaşta tek kalırlar. Tlimsen ‘i alamayacaklarını anlayan
İspanyollar Mostaganem ‘e yönelirler ama Hasan Paşa ‘nın birlikleri
İspanyolları çevreler. Sonuç olarak 15,000 İspanyol ölür ve artık meydan
Türklere kalır.
Tabii hayat değişimlere açıktır ve Araplarda değişimlerden
istifade etme konusunda ustadır. Osmanlıya vergi ödemekten vazgeçerler. Ama bu
sırada da Portekizde 18 yaşında bir genç tahta geçer. İsa ile görüştüğünü,
Hristiyanlığın şanlı günlerine dönmesi için Müslümanlara bir savaş açılması
gerektiğinin kendisine tebliğ edildiğini düşünür.
Portekiz özgürlüğünü kaybeder. Sahipsiz Portekiz'i komşu
İspanya sahiplenir.
Nasıl Avrupalı kendilerine yanaşan Marakeşlilerden yola
çıkıp “Morocco” diyorsa biz de benzeri bir nedenle uğraştığımız “Fez
Sultanlığı” nedeniyle “Fas” diyoruz bu ülkeye. Faslılar ise halen neden Fas
dediğimizi sorar durur. Cevabı budur…
Terminalde indik. Görevlilere bizi merkeze götürebilecek bir
toplu taşıma aracı sorduk ama net bir cevap alamadık. Ana cadde üzerindeki
duraklardan geçen otobüsler o kadar kalabalık ki girmek ne mümkün. Zaten nerede
ineğimiz hakkında bir bilgimiz yok.
Kös kös yokuş aşağı inip bir taksi tutuyoruz. Taksici
Avrupalı tipli bir adam, bizimle konuşmuyor hiç. Bize Fez medinasına giriş
yapılan ana kapıya bırakıyor. Yokuş aşağı ilerliyoruz. Henüz sabahın kör
saatleri olduğu için dükkanlar daha yeni yeni açılmakta.
Bakımsız mekana daldık. Bizim Antep çarşısını andıran ama
ondan bin kat bakımsız ve dökülen bir pazarlar labirenti bahsettiğim yer.
Toplamda 90 km den uzun olduğu iddaa edilen devasa bir ticari kent. Gerçi ne
kazanıyorlar nasıl geçiniyorlar kısmı benim için halen bir muamma. Dediğim gibi
Faslı mantalitesi de çözülemedi benim için.
Sokaklar oldukça dar dolayısıyla tam olarak nerede
olduğunuzu kestiremiyorsunuz. Ayrıca geniş açıdan da başarılı bir şekilde
fotoğrafta alınamıyor bir türlü.
Neyse sabahın gayet erken saatlerinde vardığımız için henüz
uykusunu açamamış esnafın saldırısından kurtulmuş olduk. İlkin ilk fırsatta dar
sokakları aşıp küçük bir pastaneye zıpladık ve günün ilk öğününün hallettik.
Allahtan geçmişten sağlam bir ders almış olduğumuz için devasa çantalar yerine
küçük sırt çantaları ile düşmüşüz Fas yollarına.
Pastanede güzel tatlılar vardı. Fakat ülkede bu tip esnaf
mekanlarında sigara içildiği için üzerimize sağlam sindi kokusu.
Zemin, yeşil, beyaz, kahverengi ve siyah taşlardan oluşan
zelişlerle bezenmiş ortasında küçük bir de havuzu olan avluda. Avluyu
çevreleyen revakların koyu yeşil çatıları yapıya bir olgunluk katmış bence.
Faslıları ne kadar eleştirirsem eleştireyim ahşap oymacılığında çok ama çok iyi
olduklarını yadsımak mümkün değil. Mükemmel işler çıkarmışlar bu konuda.
Fez kentinin en çılgın atraksiyonu dericiler… Deri ustaları
gayet ilkel şartlarda, eski yöntemlerle deri tabaklıyor ve boyuyorlar. Bunların
yapıldığı yerlerin fotoğrafları da gayet hoş. Delikler içinde rengarenk boyalar
ve bu deliklerin etrafındaki daracık kısımlarda ekmek parasının derdindeki
insanlar. Eğer Tanrı beni sabırsız ve aceleci bir koç olarak yaratmış olmasaydı
buralarda takılıp ödül alabilecek onlarca fotoğraf çekebilirdim.
En üst kata çıktık. Daha adamlar aşağıda yeni yeni iş başı
yapıyorlar. Zemindeki çukurların ancak bir iki tanesi boyayla dolu. Fotoğraf
çekecek bir ışıkta yok. Bizi yukarı çıkaran genç bizden 20 euro istedi. Olmaz
dedik. 8 ‘e kadar düştü. Çekecek ve görecek bir şey o saatte olmadığı için daha
sonra geliriz diyerek çıkıverdik ortamdan.
Tekrar yollara attık kendimizi. Gayet avare dolaşan bir
İtalyan'a denk geldik ama o kadar mıymıntı bir herifti ki ilk fırsatta sepetleyerek
iki kafadar yolumuza devam ettik.
Dönüş yolunda Bou İnania Medresesi'ne girdik. (20 md). Burası
da diğerleri gibi zelişlerin ağırlıklı olduğu, harikulade ağaç işçiliği ile
kendini gösteren bir mekan. Benzerleri gibi avlulu bir yapı. Bizden başka kimse
olmadığı için biraz çömelip dinlendik.
Şansımıza iki saat ara yokmuş. Biletimiz aldıktan sonra (25
md) kaderimize ağlayıp yemek işini halledelim diye şehre doğru yürümeye
başladık gene. Yolda yerlilerden biri geldi. Bu kez tetikteyiz ama bu adam bize
yemek yiyecek yerleri gösterip vedalaştı. İngilizce konuşarak yanımıza yaklaşan
her tipten gol yediğimiz için tedirginiz.
Bu ülkenin insanı garip. (İlerleyen zamanlarda bu düşüncem
daha da derinleşti.) İlginç bir durum anlatayım. Mc Donalds’a gitmeye karar
verdik. Burada hiç alışık olmadığımız hamburgerler olduğunu görmüştük
sokaklardaki reklam afişlerinde. Epeyce yol almamıza rağmen varamayınca sormaya
karar verdik. Kızın teki durmadan bana bakıyordu, Çağlar “abi sor şuna
neredeymiş” deyince kadına seslendim. “Pardon madam” diye. Kız bana baktı ve
adımlarını hızlandırdı bende hızlandırdım. Kadın neredeyse koşayazmaya
başlayınca bıraktım takibi. İyi ki bağırmamış.
Neyse otobüs durağındaki sevimli bir kızın Mc Donald’s ın
hemen beride olduğunu göstermesiyle ulaşabildik mekana.
Sağlam vakit öldürdük burada. Arada tuvalete zıpladım.
Aynadaki görüntüm içler acısı. Neyseki Biblos'ta aldığım jöle yardımıma yetişti
de saçlarımı insanı standartlara geri döndürebildim.
Aynı yolu tekrar yürüdük. Neyse ki güneş var ama sıcak çok
yok. Aralık ortasında olunmasına rağmen bahar havası hakim ülkeye. CFM ‘de
oturuyoruz ama aracımız ortalıkta yok. Arkamızdaki TV ‘de Fas liginden bir maç
var. Muhtemelen tüm kaliteli Faslı futbolcular Fransız ve Belçikalılarca
toplandığı için pek iyi bir şey kalmamış.
İleride gelen kız grubu bize bakınmakta. Biz ise onların
arkasındaki, cam bölmenin dışında namaz kılan adama bakıyoruz. Tahminen bir
arkalarındaki adama bakarken kızlarda onlara baktığımızı düşünmüş olmalı.
Faslılar Maliki mezhebinden. Erkeklerin namaz kılışı bizim bayanlarınkini
andırıyor. Allah kabul etsin. İşimiz başkasını eleştirmek değil, Allah herkesi
en doğru yolda yürütsün.
Meknes ‘e geçiş bir saat kadar sürüyor. Gene CFM biletçileri bizi arabanın arkasına attılar. Saçma sapan bir saatte otobüs olduğu için Meknes ‘i gezemeyeceğiz ama sadece konaklayabileceğiz. Monoton bir yolculuğun ardından CFM bizi caddede bırakıverdi. Fasta ilk kez şehir merkezine yakın bir CFM terminaline denk geldik. Medinaya değil elbette yeni kente tabii ki.
Bir gün artımız var. Plana göre yarın Meknes ve Volubilis'i
bitirip Rabat'a geçeceğiz. Rabat'tan Assilah ‘a mı gidelim, bir yerde mi kalalım
onun kararını verebilmek için önce CFM ‘de bir kaç soru sorduk. Sonrasında tren
istasyonuna doğru ilerledik. Nedendir bilinmez istasyona kadar gitmeye üşenip
alacakaranlıkta dönüp otel bulmak için geldiğimiz yolu dönmeye başladık.
İşte burada şimdiye dek görmüş olduğumuz en güzel esmeri
gördük. Bunu Fasta göreceğimi daha önceden söyleseler kahkahalarla gülerdim ama
gerçek bu. Biz hatuna baktık ama o bize neden baktı bilinmez. J
Fas insanı çok rahat. Oysa ben kendimi oldukça rahat
sanırdım. Mesela Faslının çişi geldi mi sakınmaz; çıkarır işer. Kimse de çıkıp
“höst ayı buradan başka Meknes yok” gibi bir şeyler diyerek çıkışmaz berikine.
Böyle bir ülke işte burası.
Mantalitesi bize taban tabana zıt. Biz aylak olarak bir
yerlere gitsek bile koşuştururuz. Biri bize çarptığında homurdanırız. Çok
neşeli ama çabuk parlayan bir milletiz. Burada ise acele diye bir kavram yok.
Sinirlenme az. Genelde Faslılar istedikleri şeyler istedikleri gibi olmadığında
yada size bir şeyi satamadıklarında sinirleniyorlar.
Neyse, şehrin ana caddesi üzerindeki Majestik Otel'de bir yer
bulabildik. (iki kişilik oda 342 md) Ne yaptıysam adam umursamadı, indirim
yapmadı. Gayet basit, loş ve soğuk bir odada kalacağız. Fas'ta kaldığımız hiç bir
odanın ısıtma sistemi yoktu. Sakın, “kardeşim, Afrika'dasın, neyin ısıtması”
demeyin. Geceler, o katran karası geceler çok soğuk oluyor bu ülkede.
Biraz toparlanıp dışarı çıkıyoruz. Gece yaşamı var bu
kentin. Sanki az önce yorgunluktan laf eden ve vızıldayan biz değilmişiz gibi
sokaklarda yürüyoruz. Esnaf lokantası tadında bir mekanda köfte yiyorum ben.
Gerçi resme göre bunun biftek olması gerekiyordu ama yapacak bir şey yok.
Çağlara gelen sosun gene tadı yok.
Buradan ilerideki bir kafede nane çayı içiyoruz. Bu tip
mekanlar nane çayını size demlikle veriyor ve adam başı iki üç bardak çıkıyor
bu içecekten. Çokta sevdiğimi söyleyemeyeceğim ama gene de kanaatkar
davranıyorum.
Otele doğru yürümeye başlıyoruz. Hava soğumaya başlamış.
Adım atmakta zorlanıyorum.
0 Yorumlar
Yorumlarınız