Akşam ayini sırasında çalan zilleri sabah da duydum ama
miskinliğim ağır bastığı için hiç üstelemedim bile. Şehrin keşfi bugüne kaldı.
Çıkarken çantaları nereye bırakabiliriz diye sordum. Çocuk,
buraya bırakın dedi. Isınamadım çocuğa; bize uyduruk bir oda vermişti ama
akşama doğru babası gelip bizi bin bir özürle daha iyi, klimalı bir odaya
çıkartmıştı. Gene bu çocukla konuşasım yoktu, sonuçta uzatmadan çıktım.
Aynı sokaklardan, aynı badireleri atlatarak geçtik. Hintlilerin bir
artısı var. Görsel hafızaları güçlü. Dün bizle konuşanlar bizi hatırladıklarını
söylüyorlar, söz verip anı kurtardıklarımsa sözümü hatırlatıyorlar. Romalıların
dediği gibi “Vaat ver vakti gelince düşünürsün” dün akşamın mottosuydu. Sanırım
söz halen etkisini devam ettiriyor.
Güneşli havada ghatlara inelim diyoruz. Suların çekildiği
hali olsa da halen merdivenlerin ilk basamakları bile görünmüyor. Berberler
saçlarımı kesmeyi teklif ediyorlar… Çelimsiz bir genç elimi istiyor. Ne ayaktır
derken kavradığı elimi mengene gibi sıkıyor. El masajı yapacağını söylüyor, geçiştiriyorum. Bu da uzatmıyor. Çiçek satıcıları da biraz yokluyor ama yüz
bulamayınca çekip gidiyorlar.
Huyumdur, böyle yerlerde magnet vb alacaksam bana yapışmayan
kişilerden alırım. Böyle birini buluyorum ama adamda magnet yok. Adamla ayak
üstü konuşurken başka bir adam geliyor. Konu konuyu açıyor ve İstanbul, Ankara
gibi şehirlerde gençken yoga hocalığı yaptığını öğreniyoruz. Öyle ki, diğer
zamanlarda da gördüğümüz üzere pek çok kişi yoga hocalığı ayağına bizimkilerden
sağlam para kaldırmış.
Bir başka aralıktan daha Ganj ‘a ulaşıyoruz. Sahte saduları
aşınca bir ton yaşlı insanın durgunca bekleştiği bir boşluğa varıyoruz. Bunlar
artık “tamam” deyip ölümü bekleyen tipler. Bir kaç güne çoğu ölecek. Sanırım,
belediye özel yakım yerleri de bunları yok edecek. Buradaki detay için cevap
veren olmadı. Belirli genel cevapların ardından sorularınıza devam ederseniz
sessizlik ile karşılaşıyorsunuz.
Gene ara sokakların arasında dolanıp durduk. Hinduların
girdiği tapınaklara eğer büyük bir ayin varsa turistleri almıyorlar. Kapıda
duran polisler bizi baka bir yöne doğru gönderdi. Yanan tütsülerin kokusundan
kurtulduğum için üstelemedim. Kırk dereceye yakın sıcaklık, boğucu nem ve bu
kokular. Her zaman burnumun hassaslığı ile övünürdüm ama şimdi bundan
yakınıyorum. Osman da farklı bir durumda değil. Sanırım normal bir şey bu yaşadığımız.
Çantamı toparlamak için polislerin arasında bir yer
buluyorum. Kanımca en güvenli yer burası. Polislerden biri kalkıp yanıma geliyor ve bir
sorun olup olmadığını soruyor. Başlangıçta orada olduğum için rahatsız olduğunu
sanıp dikleniyorum ama Osman anında "adam sana yardıma geldi, sakin ol" diye
uyarınca ikiletmiyorum. Varanasi sokaklarında çok sayıda polis var. Kimi
polislerin elinde kazma sapı kalınlığında sopalar, köşe başlarında duruyorlar.
Sizi takip etmeye çalışan, bir şeyler diyen birileri bu polisleri gördü mü
duralıyorlar anında.
Çarşılar bölgesini bitirdik varsayıyorum. Hedef Alamgir
Camii. Söylenenlere göre Hindu bölgesinde bulunan bu camiye giren müslümanlara
Hindu halk pek iyi gözle bakmıyor, tepki gösteriyormuş. “Bakalım bana da tepki
göstersinler” diyerek gitmeye karar veriyorum. Osman'a göre bunlar gereksiz
tepkiler ama huyumu bildiği için uzatmıyor.
Elimdeki harita yetersiz kalıyor. Lonely Planet gene sınıfta kaldı.
GPS ise camiyi bulamadı. Yaşlıca bir polise camiyi sordum boş boş bana bakmaya
devam etti. Sanki ölmüşüm, sadece bir ruhum ama bundan haberim yok.
Yaşayanlarla iletişim kurmak için haybeye çabalıyorum adeta. Kenarda oturan bir
adam kırmızı dişleri ile bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. İplemedim.
Sinirlendi, bağırarak dikkatimi çekmeye çalıştı. Polisten halen bir tepki yok.
Adam, Alamgir Camii dersek kimsenin bir şey demeyeceğini söyledi. Pançganga
dersek ve orayı bulunca sorarsak bulabilirmişiz. Adam yolu da gösterdi ve
deminden beri ağzında çiğnediği şeyi şlapp diye yere tükürüverdi. Yerde kocaman
koyu kırmızı bir leke beliriverdi. Hani, daha önceden bunu görmemiş olsam adam
kan kustu diyeceğim.
Hindistan da yoğun bir tükürme huyu var. Bir de dut
yaprağına benzeyen bir şeyin üzerine beyaz bir şeyler koyup rulo haline getirip
çiğniyorlar. Yemenlilerin gat ‘ı gibi uyuşturucu bir etkisi var sanırım. Bu da
zamanla o kırmızı güzelliği oluşturuyor ve halkın kaldırımlarda, yollarda bir
nevi tükürük grafitisi ile desenler oluşturmasına olanak sağlıyor.
Son bir kez ana caddeye bakıyorum. Hindular nehir kıyısına
doğru omuzlarında cesetlerle ilerliyorlar. İğreti bir sedyenin üzerindeki
ceset, üzeri beyaz adi bir örtü ile örtülü ve çiçeklerden bir tepeciğin altında
son kez yolculuk ederken bembeyaz entarileri içerisindeki müslümanlar ise iki
gün sonrası başlayacak kurban bayramında kesecekleri bakımsız bir sokak
köpeğinden az biraz irice keçileri gezdiriyorlar. Keçiler rengarenk…
İlerideki köşede bir hak helası. Duvar, ince bir tahta perde ile
birbirinden ayrılmış bölgelerde insanlar işiyorlar. Lağım yandan akıp gidiyor.
Sığırlar nispeten kuru yerlerde yattıkları için insanlar bu pisliğe bata çıka
yollarına devam ediyorlar.
Ara sokağa giriyorum. Boş, köhne ama işlemelerine bakılırsa
bir zamanlar içerisinde hoş günlerin geçtiği izlenimi veren evleri geçip
ümitsizliğe kapıldığımız her yerde Pançganga ‘yı soruyoruz. Pançganga beş Ganj
demek. Ganj ‘ın beş akıntısı burada buluşuyormuş. Ben akıntı falan göremedim
ama belki eskiden diyerek geçiştirdim. Hindistan'da mantık aramıyorum. Burası
bambaşka bir boyut ve kendine has bir mantığı var.
Hatta, yürüdüğümüz yol oluklu taşlardan oluşuyor ve pis su
bu taşların altından gidiyor. Bir zamanlar, ama o zaman ne zaman bilemediğim
bir zaman burada derin bir kültür varmış; şimdiyse salt dini ritüellerin takip
edildiği bir kent kalmış.
Sonunda camiyi bulduk. Cami, 1669 ‘da Evrenzib tarafından
yaptırılmış. Eskiden burada büyükçe bir Hindu tapınağı varmış. Evrenzib bunu
yıktırıp yerine bu camiye yaptırmış.
Rivayetlere göre Müslüman olmayanlar camiye giremiyorlar. Kimseler
bize bir şey sormadılar. Sadece daha bahçeye girişte ayakkabılarınızı
çıkartmanız istenmekte. Ortasında, içinde kırmızı japon balıklarının oynaştığı
yeşil sulu küçük bir havuzun olduğu bahçede zemin güvercin pislikleri ile
kaplı. Buna karşın bahçede oturup oyalandık. Karnımdan gelen sesler beni
huzursuz ediyorken imam geldi. Selamlaştık, bizi içeriye davet etti. Dışarıdan
büyük olan caminin içi gösterişsiz ve ufaktı. İmam Efendi üzerinde “donation”
yazan kutuyu göstererek para istedi. 20 rupi attım. Osman'a para vermedi diye
bir şeyler geveledi ki çocukta bozuk para yoktu. Anladık ki Hint Müslümanları
bir garip.
Caddeye çıkan yolda bir iki kez kaybolduk. Dert değil, zaten
kaybolmak için gelmiştik ama karnımdan gelen fısıltılar bir koroya dönüştü.
Öyle ki yıldırım satrancı oynayan ihtiyarları bile doyasıya izleyemedim.
Halbuki oyunu izlerken seyircilerle kaynaşmıştım da.
Cadde de bir muzcu buldum. Muzun tanesi 2 rupi iken benden 4
rupi aldı. Muzlar burada bizim eski Anamur muzları gibi ufak tefek, ama tatsız
meyveler. Kabukları yaralı bereli, hiçbir albenisi olmayan bir görünümle
tezgahlarda müşterilerini bekliyorlar.
Otele dönerken kola, bisküvi tarzı şeyler alıyoruz. Hava
berbat derecede sıcak. Nem konusuna girmiyorum bile. Tekne ile gezeriz diyordum
ama teknelerin doluluğunu görünce bundan da cayıyoruz.
Otele döndük kös kös. Saatlerce bekleyeceğimize bir oda tutalım diyor
Osman. Hesaplarımda olmadığı için karşı çıkıyorum ama yapacak hiç bir şey
bulamadığım için kabul ediyorum teklifi. Tuttuğumuz odada akşama dek
pinekliyoruz. Günün eleştirisi, gördüğümüz tek tük turistin halleri sohbet
konularımız.
Akşam bir tuktuk çevirip otobüsün kalkacağı yere götürmesini
istiyoruz. Adamın tuktuğuna ulaşana kadar bir dünya yol gidiyoruz. Bugün
yollara kapatmışlar çünkü çok önemli bir bayram varmış. Devasa bir ganeş
heykelinin sahile kadar taşınacağından bahsetti.
Tuk tuka bindik. Şehrin dış sokakları da tabanvayla
gezindiğimiz yerlerden farklı değil. Trafik dehşet. Korna sesleri çekilir gibi
değil. Kamyonların arkasında yazdığı söylenen “blow horn”, “horn please”
yazıları şehir efsanesi değil sıradan bir yazıymış meğerse. Korna çalmamak bir
nezaketsizlik. Sıkışık trafiğin olumsuz bir etkisi de egzoz kokusu. Bir şekilde
otobüslerin kalktığı yere ulaşıp yataklı otobüsümüze ulaşıyoruz.
Yataklı otobüs ne mi diyorsanız yarını bekleyeceksiniz J
0 Yorumlar
Yorumlarınız