Yolculuk pilotun alçalmaya başladığımızı belirten anonsuna dek tekdüze geçmekteydi. Açıkçası bu kadar rahat bir uçuş ummamıştım. Az bir süre sonra, ileride aşağılarda uzanan ışık deryasına bakınıyorum. Doha ve çevresi bir ışık deryası halinde yayılmış misafirlerini karşılıyor adeta. Pearl (İnci) bölgesi Dubai'deki benzerlerini aratmayan bir görünüme sahip. Diplomatik bölgenin gökdelenleri farklı renkleri ile kendini belli ediyor. Kesif, sarı ışıkların olduğu yere ise Doha ‘nın eski kenti olmak düşüyor herhalde.
Selametle iniyoruz.
Derli toplu olduğu her halinden belli bir havalimanı Hammad. Yerlerde çöp
namına bir şey yok. Kullandığımız tuvaletler de cabası. Buna benzer bir
düzeyi Tel Aviv Ben Gurion Havalimanı'nda
görmüştük. Ama belki de anlatılanlardan kaynaklanan stres nedeniyle mekana
ısınamamıştık.
Nihayet önümüzdeki
İtalyan grup giriş bölmesine varıyor. Bir sorun yaşadıkları aşikar. Ankara'daki
Katar konsolosluğunu aradığımda Yunan vatandaşlarının vizesiz girebildiğini
söylemişlerdi. Eee, İtalyanlar vizesiz giremezken fakir Yunanlılar nasıl
vizesiz girebilsin böyle zengin bir ülkeye. İtalyanlar sıradan alınıp
numunelikmişçesine kenarı ayrılınca bizde akıbetimizi öğrenebilmek üzere
görevliyle karşı karşıya gelebildik.
İçeride bavulumuzu bizim kendisini almamızı beklerken gördük
ve vakit geçirebilmek için hemen bir banka kurulup beklemeye başladık. Ben bu
esnada az bir para bozdurdum.
Arada ya biraz uyuduk yada ekvatora yakın olduğumuz için
olsa gerek güneş şak diye kendini gösterdiğini gördük. Kalkma vakti diye
ayaklandık ve havalimanı çıkışının hemen sağında kalan alanda bekleyen otobüslere eriştik.
Kısa bir süre sonra merkez terminaline ulaşıyoruz. Otel
neredeyse terminalin dibindeyse de afyonum patlamadığı için bulamıyorum. Adresi
sorduğum Mısırlı genç oturduğu yerden kalkıp bilindik Katar görünümlerine
hiçbir şekilde uymayan sokakların arasından geçirerek bizi otelimize ulaştırıyor
ve teşekkürümüze ufacık bir el hareketi ile şöyle bir karşılık verip yoluna
devam ediyor. İnsanlar da yardımsever.
Sabahın körü… Otelde
yer varsa odaya gireriz olmazsa eşyaları bırakıp yollara düşeriz dedik.
Şansımıza yer var. Odaya kısa bir süre bekleyişten sonra alınıyoruz. Pencereden
dışarı bakıyorum. Her zamanki arka sokak manzaraları. Bir iki saat uyukluyoruz.
Artık gece yolculukları, pek müsait olmayan ortamlarda geceyi geçirme
çalışmaları bünyede kendini göstermeye başlamış durumda.
Ara sokaklardan,
gölgelerden mümkün mertebe yararlanarak sahile doğru yürüyoruz. Gözümüze çarpan
ilk şey şehirde çok sayıda eski ve küçük caminin olması. Bu camilerde harim
bölümleri oldukça küçük ve fazlaca yüksek olmayan hafif bombeli minareleri ise
bu ana kısımlardan bir metre kadar uzakta yer almakta.
Sahile varıyoruz. Cuma tatili nedeniyle şehirde çalışan
Hintlisi, Pakistanlısı, yetmiş iki milletin neredeyse tümü çimenlik, gölgelik
yerlerde yerlerini almış, eğlenmeye başlamışlar. Katarlıların gerçekten de
hayranlık uyandıran bir başarısı da çöl şartlarında, neredeyse yok
denilebilecek su kaynaklarının yanı sıra masraftan kaçınmaksızın deniz suyundan
kullanılabilir su üretip şehri yeşillendirmeleri olmuş. Çimler sık ve çok
sağlıklı.
Ulusal Müze'yi
bulamayınca piramidimsi bir yapıya sahip olan İslam Müzesi'ne uzanan
palmiyelerle sarmalanmış yolu kat ederek müzeye ulaşıyoruz. Katar'da bu
harikulade müzeyi gezmek ücretsiz. Bizler de ağırlıklı olarak çinilerle temsil
ediliyoruz müzede. Serin bir ortamda sakince vakit geçirebileceğiniz bir
sergileme anlayışı var. Kapıdaki görevliler ulusal müze için cevap
veremeseler de epeyce yetkili olduğu anlaşılan birisini bize getiriyorlar. Adam harikulade
bir İngilizce ile konuşuyor. Herkesin gezdik diye anlattığı Ulusal Müze henüz
açılmamış bile. İleride halen inşaatı süren şantiyeyi işaret edip “Dünya
kupasına yetiştireceğiz inşallah” dedi.
Biz müzede dolanadururken Doha'nın tatile çıkmış iş gücü
sahili kaplamış durumda. Kah eğlenen, şamata yapıp top oynayan insanlara
bakınıyoruz kah koyun karşısında, ufku kaplamış gökdelenlere. Gece nasıl oluyor
diye merak içinde yürüyoruz. Katar'da, sahilde yer yer güneş ışığıyla çalışan
cep telefonu şarj standları var. Bağlı bir iki telefon olsa da sahipleri kim
bilir nerede? Öyle bir denge oluşmuş ki… Yerli Katarlılar zaten burada değil ve
olsalar da kimsenin telefonuna tenezzül etmeyecek bir sistemin parçaları haline
gelmişler. Çalışanlar ise, her ne kadar düşük ücretler karşılığında çalışıyor
gibi görünselerde kendi ülkelerinde alamayacakları paralara çalıştıkları için
durumlarını riske etmek istemiyorlar.
İskelenin bittiği yerin sağında içinde inci olan devasa bir istiridye anıtı var. Aslında Katar tarihi olarak inci çıkarıp satan tacir bir ulusmuş. Elbetteki yörenin bir geleneği olarak diğer arap aşiretleri ile savaşsa da ülkenin tek gelir kaynağı yüzyıllar boyu inci toplayıcılığı olmuş. Bunca zaman zarfında Bahreynliler ülkeyi yönetmiş, Osmanlılar 1871 ‘de Al Tani aşiretince ülkeyi idare etmesi için davet edilmiş. Bağdat eyalatinin kaymakamlıkla yönetilen bir kazası olan Katar 1893 ‘te Osmanlıyla savaşa girmiş. El Vasba denilen Katar'a yakın bir yerde Osmanlı ordusu kaybı az olmasına rağmen yenilgiyi uzun vadeli olarak kabul etmiş. Buna karşın ülke 1915 ‘e dek fiilen Türk yönetiminde bir kaymakamlık olarak kalmış. Daha sonra İngilizler ülkeyi ilhak etmiş ve 1971 ‘e dek idare etmişler. İ
Sonraki hikaye ise bilindik sayılır. Ülkede petrol kaynakları bulunuyor önce ve hemen akabinde petrol kaynaklarından kat be kat fazla olan doğal gaz rezervleri tespit edilince ülkenin kaderi değişiyor. Gelirler de iyi idare edilince 200,000 Katarlı ve onlara hizmet eden 2,000,000 yabancı işgücüne ev sahipliği yapabilen dünyanın kişibaşı geliri en yüksek ülkesine ulaşılıyor.Buna karşın Katar'da çalışabilmek her babayiğidin de harcı değil. Ülkede çalışmak için Katar vatandaşı bir garantör bulmanız lazım. Pasaportunuzu ona bırakıyorsunuz, ülkeye giriş çıkışlarda kullanabilmek için ondan izin belgeleri vb alıyorsunuz. Sistem böyle işliyor. Belki de en doğrusu da bu. Sadece lazım olan kalifiye iş gücü alınıyor hem de seçmece olarak. Belki de bu nedenle en gelişmiş Avrupa ülkelerinden bile duyduğumuz dehşet dolu, olumsuz haberlerden bu ülkede oluşmuyor. Belki de bu yüzden insanlar rahat rahat eşyalarının derdine düşmeden eğlenebiliyor, gezip dolaşabiliyor.
Katar'da evlenen çiftlere devlet inanılmaz destekler sunuyor.
Ev, araba ve devlet dairesinde günlük birkaç saatlik iş. Temel ihtiyaçların
neredeyse bedava olması ve vergisiz hayatta işin içinde olunca yaşam
standartları kendiliğinden yükseliyor. İnsanların cebindeki paraları almak
içinde batı tüm yeteneği ve sermayesi ile gelmiş bu topraklara.
Neyse, buradan eski Doha ‘nın kalbi diyebileceğimiz Suk
Vakıf ‘a geçiyoruz. İran Pazarı olarak da anılan bu yer gerek açık gerekse
kapalı pazarlardan oluşan kendi halinde, sevimli bir alışveriş cenneti. Tabii
hayat normalde, akşam hava serinlediğinde başladığı için bizim vardığımız
saatlerde sadece yabancı turistler görülüyor ortalıkta. Bizde meyve sularının
tadına bakıp otele kaçıyoruz.
Türk Kalesi'nden geriye binaların arasında kaybolmuş,
itfaiyenin arkasında kalan bir burç kalmış geriye. Yapacak bir şey yok diyerek
fotoğraflıyorum. Para bozdurmak için ise tek bir yer var. Ana baba günü.
Genelde Afrika'nın envayi türlü köşesinden gelen işçiler memleketlerine para
gönderebilmenin çabasındalar. Bu işi de halledip çarşının içerisinde
dolanıyoruz. Bir küçük meydanda bir nevi hayvan pazarına denk geliyoruz.
Rengarenk papağanlar, balıklar, adını sonradan öğrendiğim enteresan bir
kemirgen ve ağırlıklı olarak Hint bülbülü denilen sevimli kuşlar neredeyse yok
fiyatına satılıyorlar.
Yemek vakti iyiden iyiye geldi. Madras taraflarından bir
abiden acılı, tavuklu ve içinde bilmediğim pek çok baharatlı makarna alıyoruz.
Gayet güzel. Sonrasında tekrar meyve suyuna doğru uzanıyoruz. Tarihi çarşı
artık hınca hınç dolu. Otele dönene kadar bir nevi ırklar potası almış sokaklarda
dolanan insanları izliyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız