Takip Et

8/recent/ticker-posts

Romanya Gün 2 - Köstence sokakları

En yakın metro istasyonu olan Üniversite istasyonundan başladık. Bükreş metrosu bizim metrolardan daha büyük ve kullanışlı geldi bana. En azından basit denilebilir.

Kuzey garında trene bineceğiz. Türlü türlü tip burada. Bileti internetten aldığım için elimdeki çıktıları bilet ile değiştiriyorum.

Kompartıman normal ölçülerde. Çeyreği bile dolu değil ama bizim bulunduğumuz tarafta çocuklu bir Romen kadın var. Öğreniyoruz ki bu kadın bir Türk ile evli imiş. Türkçe de biliyor iyi derecede. Romanya'da eğitimin çöktüğünden; sadece parası olanların kaliteli okullara gidebildiğinden, parası olanın diplomayı bir şekilde aldığından ama parasız bir çocuğun dünyanın en zekisi olsa bile devlet okulu mezunu olunca yapabileceği işlerin belirli ve sınırlı olduğundan bahsetti.

Hastanelerin de farkı yokmuş. Paran varsa bakım varmış, yoksa yokmuş. Avrupanın zengin bir ülkesinden gelmiş olsaydık şaşırtıcı olabilirdi ama bizim de bildiğimiz şeylerdi kadının anlattıkları. Bu coğrafya bu acıları daha ne kadar çekecek? Sonrasında konu güvenliğe geldi. “Sorun yok” dedi, Avrupa içinde serbest dolaşım özgürlüğü kazanılınca dilenciler, orospular ve hırsızların hepsi Romanya'dan Avrupa'ya gitmişler. Ülke, “olması gerektiği gibi” doğru ve düzgün bir ülkeymiş şu an.

Mecidiye'den geçiyoruz. Az kaldı Köstence'ye. Mecidiye Kasabası 1856 ‘da Kırım Savaşı sırasında göç eden Tatarlar ve Anadolu'lu göçmenler için kurdurulmuş. Tipik bir Türk kasabası ve burada ana dil Türkçe. Gerek Tika’nın son zamanlardaki çabaları gerekse Türk Televizyonları sayesinde insanlar akıcı Türkçe konuşabiliyorlar.

Köstence tren garında iniyoruz. Romen ana – oğul Mecidiye'den sonra inmişlerdi. Garın karşısında otobüse binip merkeze gideceğiz plana göre. Gar çıkışında konuşa konuşa giderken taksiciler laf atıyor.

-          “Taksi var abi”

İplemiyorum taksici milletini.

-        

“Bizi beğenemedin mi abi?”

Ne güzel dalınır, kapışılır bu lafın üzerine. Nefesimi çekip geriyorum kendimi ama eşim sırıtıyor. Jeton sonra düşüyor.

-          “Aa, Türk müsünüz?”

Türkmüşler, Mecidiye'den. Sonra gönüllerini aldım. Neden beğenmeyeyim, benim düzeyimde Türkçe konuşuyorlar. Üstelik yıllarca anavatandan uzakta, hiç bir adam gibi kültürel destek almadan bunu başarabiliyorlar.

Otobüse atlayıp Köstence merkezine iniverdik. Yol üzerinde bizim elçiliğinde yanından geçiverdik. Tipik komünist tarzı, ormanımsı yollardan geçiyorsunuz.

Başta yemek yiyelim diye LP ‘nin önerdiği mekanları arıyoruz. Çoğu kapalı. Kalburüstü bir mekana giriyoruz. Güzel yemekler var. Misal, şnitzelin hamuruna kuruyemiş katılmış, böylelikle –en azından bizim için- değişik bir tat ortaya çıkmış.

Yemek sonrası artık gezme vakti. Yol üzerinde bir nevi arkeoloji parkı olarak kullanılan bir park var. Hem şehrin Tomis olduğu dönemden bazı kalıntılar burada sergileniyor hem de bir ton insan için vakit geçirebilecekleri bir yer olmuş burası.

Ardından yolun kenarında camiler var. Bir tanesi Mecidiye Camisi de denilen Hünkar Camisi. Romanya Müslümanlarının müftülüğü de burada imiş. Basit, kagir bir cami.

Yola devam ettiğinizde önce karşınıza ortasında Romalı şair Ovidius ‘un düşünceli bir heykelinin  yer aldığı büyükçe bir meydanın kenarında duran Arkeoloji Müzesi çıkıyor. Hemen ilerisinde, yanı başında ise mozaiklerin sergilendiği ayrı bir kısım daha var.

Köstence'nin en kötü yanı şehrin savaştan çıkmış gibi görünmesi. Avrupa Birliği'nden alınan fonlarla şehir adeta baştan inşa ediliyor. Benim çocukken hatırladığım Tarlabaşı yıkımı gibi bir durum var. Bilmeseniz yada x bir yerde uyutulupta burada uyansanız savaş bölgesi olduğunu düşünürsünüz. Yıkık sokaklar, pejmürde, üstü başı kalın bir kir tabakası ile kaplı Çingene çocuklarını görseniz mantıklı düşünebileceğinizi sanmıyorum. Evet, arada güzel, eski binalar var ama daha ne kadar ayakta kalırlar bilinmez. Kesilen bir koyunun karnı yarıldığında bağırsaklar nasıl dışarı taşarsa bu güzelim binalardan da bu çocuklardan oluşan güruhlar sokağa taşıveriyorlar bir ada.

Arkeoloji Müzesi'ni sonraya bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Köstence'nin bu müzesi öyle pek yabana atılacak bir yer değil. Sindire sindire gezmeli.

İlk gördüğümüz tarihi eser Roman Kralı 1. Karol ‘un 1910 ‘da Müslüman azınlık için yaptırdığı cami. İçine giremedik, kapısını açacak kimseyi bulamadık. İçinde 2.Abdülhamit ‘in hediyesi bir Hereke halısı varmış. Halı Adakale halkına hediye verilmiş. 1965 ‘te de camiye getirilmiş.

Adakale, Tuna üzerinde yer alan ve Lozan'da Romanya'ya “bir jest” olarak bırakılmış bir Türk toprağı. Pek çok anlaşmada sahipliğinin kimin olacağı unutulduğundan Lozan ‘a dek bizim olarak kalmış. Özellikle Macar araştırmacılar bu adada pek çok kültürel araştırma yapmış. Romenler pratik bir davranışla Adakale civarına bir baraj inşa edip tüm adayı su altında bırakıvermişler.

Sahile kadar devam ettik. Her ne kadar güneşli bir gün içinde olsak da mevsim itibariyle denize girmek mümkün değil. Zaten Köstence'nin en gözde deniz sayfiyesi ve plajı Mamaia.

Sahilde  bir İngiliz firmasının yaptığı ama adı “Ceneviz Feneri” olan bir deniz feneri var. Ufak tefek bir şey.

Sahilin en baskın yapısı ise art neuveau tarzda yapılmış olan eski Gazino Binası. 1913 ‘te Köstence doğumlu İsviçreli bir mimar ile başka bir Romen mimar inşa etmiş. Her ne kadar günümüzde kapalı da olsa görkeminden bir şey kaybetmemiş. Böyle bir yapının işletilmemesi de bir ahmaklık. Kumarhane olmasa da bir gece kulübü, pahalı bir restoran olarak ta pekala işletilebilir.

Burada oldukça meşhur bir de akvaryum var. Baba oğul içine girmek için kapısını açtık ve burnumuzun direğini sızlatan bir koku ile karşılaştık. Girmedik.

Geldiğimiz yola sapmadan ara sokaklardan ilerleyerek Arkeoloji Müzesi'ne doğru yolumuza devam ettik. Arada güzel binalar ve bir kaç tane de göze hoş görünen kilise mevcut. Ama dediğim gibi şehrin başrol oyuncusu Arkeoloji Müzesi.

Bir kere görkemli, heybetli, buradayım diyen bir binası var. İçine giriyoruz. Buluntular dönemlere göre gayet güzel yerleştirilmiş. Farkında olmadan geçiş yapıyorsunuz. Aradan onca zaman geçmiş olmasına rağmen pek çok parça aklıma kazınmış gibi. Örneğin bir tümülüsten çıkarılan cesedin üzerindeki elbisesi ile sergilendiği camekan çok ilginç. Benzeri bir cesedin elbisesi ise havayla temas eder etmez toz olmuş. Üzerindeki altın takılar sergileniyor ancak.

Roma dönemi heykeller, şteller ve paralar da sergi de önemli bir yer tutmakta.

Ortaçağ ve sonrası Romen tarihi de garip bir şekilde anlatılıyor. Pek çok ülke Türk tarihinden haz etmese de o döneme dair bir şeyleri ellerinde tutar. Atina'ya da gidin, Sırbistan'a da… Herhangi bir müzenin en azından bahçesinde, deposunun içinde boynu bükük ve sahipsiz bir şekilde bırakılmış yada eğreti bir şekilde bir yere dayanmış mezar taşlarını görürsünüz. Osmanlı sonrası vandalizminden kurtulan bu taşların şöyle bir özelliği vardır. Bunların hiç birinde yazılar taşa kazınmamıştır, Arapça gibi kıvrımlı bir dile ait harfler ana taş bloğun aşındırılıp şekillendirilmesi ile yazı taşın üzerinde ön plana çıkarılmıştır bir bakıma. Ama Romanya'da ne bu müzede ne de başka bir müzede bize ait bir şeye denk gelmedim. Tarihlerine ait, Türkleri nasıl topraklarından kovduklarına dair neler var neler. Ama madem bu kadar kültürsüzüz; bu kadar geri bir topluma nasıl yüzlerce yıl teslim oldular bu da cevaplanması için sorulması gereken bir soru bence….

Paleontolojik kalıntılarda var. Mesela bir mamut dişi var. Devasa bir şey.

Ama bence müzenin “masterpiece”i miladdan önce 4500, 5000 yıllarına ait. Gayet düşünceli bir adam ve durumu pek takmayan kalın hatlara sahip bir bayan heykelcikleri. 7000 senede neler yaptık neler… Tekerler, yazı, mimari, matematik, uzaya gidiş, patlamalı motorlar vesaire vesaire… Hepsi palavra ! Düşünsel anlamda bir gelişme yok ortada. Ay sonunu düşünen evin beyi ve gününü gün eden hanımı gibi göründü gözüme…

Dönüş yolunda kısa bir süreliğine dinlenirken içinde gene Romus ve Romulusu emziren kurt heykelinin yer aldığı küçük meydancıkta bir turist grubuna denk geldik. Pek bir kılıksız ama buna karşın pek bir bizden göründüler bize. Dayanamadım, sordum. Ermenistan'dan geliyorlarmış. En ufak bir olumsuz tepki bile göstermek bir yana sanki tanıdık birine denk gelmiş gibi mutlu oldular.

Romanyada bizden başka da turistlerin olduğunu görmenin sevinci ile biraz daha vakit geçirip dönüş yoluna koyulduk. Açıkçası Köstence gezisi görsel açıdan pek tatminkar oldu diyemeyeceğim ama güzel yemekleri ve müzesi ile gönlümde güzel bir yer elde etti.

Yorum Gönder

0 Yorumlar