En yakın metro istasyonu olan
Üniversite istasyonundan başladık. Bükreş metrosu bizim metrolardan daha büyük
ve kullanışlı geldi bana. En azından basit denilebilir.
Kuzey garında trene bineceğiz. Türlü türlü tip burada. Bileti internetten aldığım için elimdeki çıktıları bilet ile değiştiriyorum.
Hastanelerin de farkı yokmuş. Paran varsa bakım varmış, yoksa yokmuş. Avrupanın zengin bir ülkesinden gelmiş olsaydık şaşırtıcı olabilirdi ama bizim de bildiğimiz şeylerdi kadının anlattıkları. Bu coğrafya bu acıları daha ne kadar çekecek? Sonrasında konu güvenliğe geldi. “Sorun yok” dedi, Avrupa içinde serbest dolaşım özgürlüğü kazanılınca dilenciler, orospular ve hırsızların hepsi Romanya'dan Avrupa'ya gitmişler. Ülke, “olması gerektiği gibi” doğru ve düzgün bir ülkeymiş şu an.
Mecidiye'den geçiyoruz. Az kaldı
Köstence'ye. Mecidiye Kasabası 1856 ‘da Kırım Savaşı sırasında göç eden Tatarlar
ve Anadolu'lu göçmenler için kurdurulmuş. Tipik bir Türk kasabası ve burada ana
dil Türkçe. Gerek Tika’nın son zamanlardaki çabaları gerekse Türk
Televizyonları sayesinde insanlar akıcı Türkçe konuşabiliyorlar.
Köstence tren garında iniyoruz. Romen
ana – oğul Mecidiye'den sonra inmişlerdi. Garın karşısında otobüse binip merkeze
gideceğiz plana göre. Gar çıkışında konuşa konuşa giderken taksiciler laf
atıyor.
-
“Taksi var abi”
İplemiyorum taksici milletini.
-
“Bizi beğenemedin mi abi?”Ne güzel dalınır, kapışılır bu lafın
üzerine. Nefesimi çekip geriyorum kendimi ama eşim sırıtıyor. Jeton sonra
düşüyor.
-
“Aa, Türk
müsünüz?”
Otobüse atlayıp Köstence merkezine
iniverdik. Yol üzerinde bizim elçiliğinde yanından geçiverdik. Tipik komünist
tarzı, ormanımsı yollardan geçiyorsunuz.
Başta yemek yiyelim diye LP ‘nin
önerdiği mekanları arıyoruz. Çoğu kapalı. Kalburüstü bir mekana giriyoruz. Güzel
yemekler var. Misal, şnitzelin hamuruna kuruyemiş katılmış, böylelikle –en
azından bizim için- değişik bir tat ortaya çıkmış.
Ardından yolun kenarında camiler var.
Bir tanesi Mecidiye Camisi de denilen Hünkar Camisi. Romanya Müslümanlarının
müftülüğü de burada imiş. Basit, kagir bir cami.
Yola devam ettiğinizde önce karşınıza
ortasında Romalı şair Ovidius ‘un düşünceli bir heykelinin yer aldığı büyükçe bir meydanın kenarında
duran Arkeoloji Müzesi çıkıyor. Hemen ilerisinde, yanı başında ise mozaiklerin
sergilendiği ayrı bir kısım daha var.
Köstence'nin en kötü yanı şehrin
savaştan çıkmış gibi görünmesi. Avrupa Birliği'nden alınan fonlarla şehir adeta
baştan inşa ediliyor. Benim çocukken hatırladığım Tarlabaşı yıkımı gibi bir
durum var. Bilmeseniz yada x bir yerde uyutulupta burada uyansanız savaş
bölgesi olduğunu düşünürsünüz. Yıkık sokaklar, pejmürde, üstü başı kalın bir
kir tabakası ile kaplı Çingene çocuklarını görseniz mantıklı düşünebileceğinizi
sanmıyorum. Evet, arada güzel, eski binalar var ama daha ne kadar ayakta
kalırlar bilinmez. Kesilen bir koyunun karnı yarıldığında bağırsaklar nasıl
dışarı taşarsa bu güzelim binalardan da bu çocuklardan oluşan güruhlar sokağa
taşıveriyorlar bir ada.
Arkeoloji Müzesi'ni sonraya bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Köstence'nin bu müzesi öyle pek yabana atılacak bir yer değil. Sindire sindire gezmeli.
Sahile kadar devam ettik. Her ne kadar
güneşli bir gün içinde olsak da mevsim itibariyle denize girmek mümkün değil. Zaten
Köstence'nin en gözde deniz sayfiyesi ve plajı Mamaia.
Sahilde bir İngiliz firmasının yaptığı ama adı “Ceneviz Feneri” olan bir deniz feneri var. Ufak tefek bir şey.
Sahilin en baskın yapısı ise art
neuveau tarzda yapılmış olan eski Gazino Binası. 1913 ‘te Köstence doğumlu
İsviçreli bir mimar ile başka bir Romen mimar inşa etmiş. Her ne kadar günümüzde kapalı da olsa görkeminden bir
şey kaybetmemiş. Böyle bir yapının işletilmemesi de bir ahmaklık. Kumarhane
olmasa da bir gece kulübü, pahalı bir restoran olarak ta pekala işletilebilir.
Geldiğimiz yola sapmadan ara
sokaklardan ilerleyerek Arkeoloji Müzesi'ne doğru yolumuza devam ettik. Arada
güzel binalar ve bir kaç tane de göze hoş görünen kilise mevcut. Ama dediğim
gibi şehrin başrol oyuncusu Arkeoloji Müzesi.
Bir kere görkemli, heybetli, buradayım diyen bir binası var. İçine giriyoruz. Buluntular dönemlere göre gayet güzel yerleştirilmiş. Farkında olmadan geçiş yapıyorsunuz. Aradan onca zaman geçmiş olmasına rağmen pek çok parça aklıma kazınmış gibi. Örneğin bir tümülüsten çıkarılan cesedin üzerindeki elbisesi ile sergilendiği camekan çok ilginç. Benzeri bir cesedin elbisesi ise havayla temas eder etmez toz olmuş. Üzerindeki altın takılar sergileniyor ancak.
Roma dönemi heykeller, şteller ve
paralar da sergi de önemli bir yer tutmakta.
Paleontolojik kalıntılarda var. Mesela bir mamut dişi var. Devasa bir şey.
Ama bence müzenin “masterpiece”i
miladdan önce 4500, 5000 yıllarına ait. Gayet düşünceli bir adam ve durumu pek
takmayan kalın hatlara sahip bir bayan heykelcikleri. 7000 senede neler yaptık
neler… Tekerler, yazı, mimari, matematik, uzaya gidiş, patlamalı motorlar
vesaire vesaire… Hepsi palavra ! Düşünsel anlamda bir gelişme yok ortada. Ay
sonunu düşünen evin beyi ve gününü gün eden hanımı gibi göründü gözüme…
Romanyada bizden başka da turistlerin
olduğunu görmenin sevinci ile biraz daha vakit geçirip dönüş yoluna koyulduk. Açıkçası
Köstence gezisi görsel açıdan pek tatminkar oldu diyemeyeceğim ama güzel
yemekleri ve müzesi ile gönlümde güzel bir yer elde etti.
0 Yorumlar
Yorumlarınız