Salı günü yorgun kalkmamıza rağmen rotamız olan Bodrum merkeze gittik. Minibüs durağının hemen yanı başındaki alanda Salı günleri tekstil ürünleri, Cuma günü de meyve-sebze pazarı kurulmakta. Saatler öğleye gelmekteyken bile pazar oldukça kalabalıktı. Burada fazla vakit kaybetmeksizin sahile, kaleye doğru yolumuza devam ettik.
Bodrumun meşhur kalesine giriş 10 YTL. Romalılar tarafından yapılıp St.John şövalyelerince mükemmel hale getirilen kalenin içerisinde ayrıca Kayralı prenses galerisi (giriş ayrıca bir 5 YTL) ve su altı arkeoloji müzesi (bir başka 5 YTL ücret alımının nedeni daha) yer almakta.
Kalede kırmızı oklarla takip edilen uzun, yeşil oklarla takip
edilen kısa tur olmak üzere iki gezi hattı bulunmakta.
Biz öncelikle kırmızı hattı takip ettik.
Ana bahçenin giriş kısmına göre sol tarafındaki duvarda
çeşitli dönemlere ait amforalar dönemlerine göre sınıflandırılarak
sergilenmekte.
Bahçenin ortasında çeşitli yerlerde bulunan mezar stelleri
sergilenmekte. Nereden bulundukları hakkında en ufak bir açıklama dahi
bulunmadığından sanki hep kaledeymiş gibi bir izlenim yaratıyorlar. Ama işin en
saçma yanı, duvarlarda yazmakta olan “Kaledeki kemirgenler”, ”Kaledeki
hayvanlar” tarzı levhalar. Kertenkele yazıp bu hayvanın mitolojideki
açıklamasının verilmesi elbetteki bilgilendirici ama başlık ile pek bir
bağlantısı yok.
Bahçenin içerisinde ,caminin ardındaki kuytu köşede tarihi kerevetler yer almakta. Dört-beş ayrı tip kerevet sergilenmekte.
Merdivenleri aşınca ilkin Cam Eserleri bölümüne ulaşıyorsunuz. Burada, oldukça loş bir ortamda batıklardan çıkarılan cam objeler sergileniyor. Bu kısım daha önceden de belirttiğim gibi oldukça loş, fotoğraf çekmek tam bir ızdırap. Daha da kötüsü camekanların üzeri oldukça pis, çok uzun bir süredir silinmedikleri aşikar.
Bir sonraki Yılanlı Kule denilen içerisinde batıklardan
çıkarılan amforaların gösteriminin yapıldığı bir yapı bulunmakta.
Sonraki durak kapalı olan Alman Kulesi. (Neden kapalı olduğunu
sorduğumuzda kulenin depo olarak kulanıldığı söylendi).
Aslında, yolun sağında kale içerisinde bulunan forsalara ait kemiklerin göründüğü bir oda var. Görüldüğü diyorum , çünkü burasıda pek çok yer gibi kapalı. Cam ise o denli pis ki bir iki kemik anca görünüyor. Aslında babam uyarmasa buradan haberim olmaksızın geçip gidecektim.
Büyük kulelerden birisi de İngiliz Kulesi. Kulenin giriş
kapısının üzerinde tam ortada kral 4.Henri ‘nin arması, yanında da kule
yapımında katkısı olan asillerin armalara yer almakta. Kulenin girişinde, kapının
her iki yanında da örme zırhlı iki asker bulunmakta. Büyük bir masanın yer
aldığı odanın her iki yanında da birer kalyon maketi yer almakta. (Birisi MS
Bounty). Tavana yakın yerlerde, bir tarafta Türk bayrakları, karşısında
ise İngiliz bayrakları yer almakta. Duvarlarda ayrıca iki tane de aslan başı
asılı. Ana odadaki en ilginç unsur, pencere pervazlarının birinin
içerisinde yer alan eski İngilizce yazılar. Yazım tarzı alışılmadık, sadece
belgesellerde gördüğüm tip harflerle yazılmış. Bu yazıları günümüzde turist
olarak gezen İngilizlerinde çözebileceğini sanmıyorum.
Ayrıca girişin sağındaki pervazın içerisinden üst katlara çıkılabilme imkanı var. Perde ile kapatılmış ama perdeyi aralayınca üst kata çıkan dar merdivenleri görebildim.
Buradan başka bir kuleye daha, İtalyan Kulesi'ne gidebiliyorsunuz. Annem bu noktada bizi baba-oğul baş başa bıraktı. Biz de baba oğul kafa kafaya vererek kulenin kapısına dek gittik. İtalyan kulesi de kapalı olan birimlerdendi. Meşhur Karya Prensesi'nin sergilendiği galeride kulenin karşısındaki odada. Ayrıca 5 YTL ödenerek girilen bu galeri de kapalıydı. Milas yakınlarındaki, Labranda antik kentinden getirilen prensesin cesedini ancak belirli saatlerde ziyaret edebiliyorsunuz.
Bu noktadan kısa bir koridoru geçerek bahçeye
ulaşabiliyorsunuz. Fakat buradaki tavan yapısı klasik Fransız kiriş
bağlantılarıyla oluşturulmuş. Hemen buradan çıktığınızda sağınızda küçük bir
namazgah ve çok sayıda Osmanlı mezar taşı duvara dayalı bir şekilde durmakta.
Su altı arkeoloji müzesi saat 14-16 arası gezilebilmekte. Biz yine bir su altı batığı ve buluntularını seyrettik. İngiliz Kulesi 'nin tam karşısında yer alan bu binadaki buluntularında çok sayıda fotoğrafını çektik.
Aşırı sıcak altında ailecek yaptığımız geziyi bitirdikten sonra ailemden ayrılıp gezime tek başıma devam etmeye başladım. Hedefim sahili takip edip öteki kale kalıntılarına ulaşmak ve oradan yel değirmenlerini aşarak eve dönmekti. Oysa kale kalıntılarının askeri bölgede kaldığını öğrenince rotayı değiştirmek zorunda kaldım.
Sahil kısmındaki cami eski camilerden birisi. Kale
yakınlarındaki diğer camide yaklaşık iki yüz küsur yıllık. Onun dışında kasaba
Rum yerleşimi tarzında. Bununla beraber kasabada orijinal bir Rum evi olduğuna
da inanmıyorum. Sahilde Yağhane olarak anılan eski bir yapı var. Günümüzde
İstanbul 'daki benzerleri gibi özel sektörün elinde lokanta, eğlence merkezi
tarzı bir kullanımı var.
Yeni rotam,yedi harikadan biri olan Mauseleum’un kabri oldu.Buraya
da giriş 5 YTL .İlkokula gitmeden önce hayal gibi hatırladığım bu yapıyı bulmam
çokta kolay olmadı. Eskiye göre oldukça toparlanmış, düzenlenmiş ama yine de
beyaz taşların amaçsızca sağda solda yığılı durduğu bir yer gibi izlenim
yaratmaya devam ediyor.
Girişe göre solda, bir odacıkta mekanın bir maketi yer almakta. Üstü kapalı ama etrafı açık alanda ise yapının tarihçesi ile ilgili bilgilerin yer aldığı kağıtlar, çizimler bulunmakta.
Buradaki en ilginç detay, yaklaşık yirmi metre uzunluğunda, küçük bir odacığa açılan bir koridor . Toprak altından uzanan, ancak bir kişinin geçebileceği bir genişliğe sahip koridor oldukça havadar hatta rüzgarlı.
Mauseleum 'dan ana yola çıkarken sağınızda 1750 ’li yıllardan
kalma bir camiyi bırakarak geçiyorsunuz. Tipik, beyaz Bodrum evlerini de aşıp
ana yola tam çıktığınızda ilçenin hemen her yerinde onlarcasını
görebileceğiniz kümbetlerden birisini görüyorsunuz. Destur alarak
içerisine girdiğim kümbet denilen bu yapıyı kısaca anlatmaya çalışayım.
Kümbet bir nevi Türk tipi sarnıç. Bu tip kurak dönemleri yaşayan bölgelerde kullanılan su depolama amaçlı yapılar. Küçük bir kapıdan girilen kümbetlerde su kesimi yol seviyesinin altında başlamakta. Kümbetlerin tavanı tuğla örme tarzında yapılmakta. Genelde uzaktan beyaz bir mantar gibi görülen kümbetler çokta su almamakta. Benim girdiğim kümbette neredeyse hiç su kalmamış durumdaydı. Kümbetlerin zeminine hemen kapı girişinden başlayan basamaklı, taş merdivenler vasıtasıyla ulaşabiliyorsunuz.
Basit bir hesap yaparak kümbetlerin kalabalık bir nüfusu uzun süre susuzluktan koruyamayacağını görebiliyorsunuz. Aslında yapım dönemlerini göz önünde bulundurursanız kümbetlerin hepsi yerleşim alanlarının dışında. Yol kenarında, değirmenlerin yakınlarında kısa süreli su ihtiyaçlarının giderilmesi amacı güdülerek inşa edilmişler ama şehirlerin büyümesi nedeniyle artık şehrin bir parçası haline gelmişler.
Son durak olarak Bodrum amfitiyatrosuna yöneldim .Ufak bir yapı
gibi görünsede yaklaşık olarak kapasitesi 13 bin kişi. Ve tabii ki girişi 5
YTL. Cimriliğime denk geldi, içeri girmedim. Fakat dışarıdan çok sayıda
fotoğraf çektim. Tiyatronun yamacında kurulu olduğu tepenin üst kısımlarında
birkaç kaya mezarı var. Sıcağın fazlalığı ve yorgunluk sebebi ile kaya
mezarlarının olduğu tepeye tırmanmayı göze alamadım.
0 Yorumlar
Yorumlarınız