Burgas'da cadde üzerinden gelen otobüse atladık. Son durak Nessebar. Ya da değil. Emin değiliz, çünkü herkes ayrı telden çalıyor.
Bir yerde indiriyorlar bizi. “Nessebar” diye soruyorum
burası diye işaret ediyorlar. “stari grad” deyince gitmem gereken yönü işaret
ediyorlar. Ben de bizi bırakan şoföre saydırıyorum.
Nessebar, bizim Cunda gibi bir şekilde ana karaya bağlanmış 800 ‘e 300 metrelik üzeri kiliselerle dolu turist kaynayan bir yerleşim. Daha gerçekçi bir görünüm için Eğirdir gibi de diyebiliriz. İstanbul'un başkent ve resmi dinin de Hristiyanlık olmasının ardından bir zamanların Mesembriya isimli yerleşim halini almaya başlamış. Yunan kolonisi de kiliselerle dolu bir Yolun solunda bulunan ve fotoğrafik bir obje olan yel değirmenini geçtikten az sonra adaya ulaşmış oluyor ve şehir surlarından giriş yapıyorsunuz.
Adayı sarıp sarmalayan yolu saymazsak ana şehre tek bir
giriş var. Ardından yollar çatallaşmaya başlıyor. İlk göreceğiniz yer arkeoloji
müzesi. Burası yolun sağında ve bahçesindeki çok sayıdaki mermer sütun
başlığından rahatlıkla fark edebileceksiniz.
İlerlemeye devam ederseniz adanın kalbinde yer alan Aya Sofya'ya ulaşırsınız. Biz sağdaki yola girdik – başka yol yok zaten – ve burada yer alan çatısı yıkık girişi kapatılmış bir kiliseyi solumuza alarak antik tiyatroya ulaştık. Şehirde zaten çok sayıda kapalı kilise olduğu gibi turistlere kapalı da azımsanmayacak sayıda kilise bulunmakta.
Tiyatroda işimizi bitirince bir tur grubunun peşinde
postanenin olduğu meydana kadar sağlı sollu rengarenk dükkanı aşarak ilerledik.
Burada karşımıza Bizans özellikli Pantokrator İsa Kilisesi çıkıyor. Sorarsanız
tipik Bulgar mimarisi. Yedik bizde… Bir kere binanın kendisi Bizans haçı
şeklinde yapılmış.
İleride solda Vaftizci Yahya Kilisesi. Saint John the
Baptist diye kopyala yapıştır yazanların hastasıyım bu arada. Gezilen yerlerin
az biraz tarihleri araştırılsa az biraz keşke…
Buradan devam edince Aya Sofya'ya daha doğrusu kalanlara geliyoruz. Şehrin katedralinden geriye pek bir şey kalmamış. Etnografya müzesine gitmeye üşendiğimiz için soldaki yola sapıp önce Sveti Paraskave Kilisesine – Bulgaristan'da Paraskevi paraskeva oluvermiş- hemen ardından da Kutsal Başmelekler Kilisesi diye İngilizce kaynaklarda geçen ama Bulgarcası Aziz Mihail ve Cebrail ‘e denk gelen kiliseye de dışarıdan bir göz atıp sokaklara girip çıkmaya devam ettik.
1453 yılında elimize geçen kasaba Türk ahşap evlerinin
karakteristik mimarisinden etkilenmiş açıkça. Ama tıpkı Filibe'de de olduğu gibi
yerel Bulgar mimarisi olarak anlatılıyor turistlere.
Ada küçük olduğu için hızlıca gezip bitirebildik. Gezi
trenlerinden birine atlayarak epeyce sahilden giderek bir otobüs durağında
indirildik ve gelen otobüslerden birine atlayarak geri kalan günümüzü sahilinde
pinekleyerek geçireceğimiz Burgaz ‘a geri döndük.
0 Yorumlar
Yorumlarınız