Uçak indi. Biz de uçaktan. Görünen o ki Kıbrıs'taki havalimanı
kadar var yok. Tam içeri girerken bize boarding pass’ları soruyorlar. Kim bilir
nerede? Bulamayınca bizi ana girişin yanındaki başka bir kapıdan başkaca, büyük
bir odaya alıyorlar. Yatan insanlar var. Dakika bir gol bir derken hemen bizim
pasaportları kaşeliyorlar. Normal sıradakiler halen bekleşiyorlar. Tek fark o
sıradakiler ödemeyi kredi kartı ile yaparken ben bu gişeden sadece nakit
ödüyorum.
Telefonu açıyorum. Daha doğrusu açmaya çalışıyorum.
Karanlıkta etrafımda uçuşan sinekler yeterince tedirgin ederken telefon
açılmıyor ve zzzzzzzzzzzzzzz diye bir ses çıkarıyor durmaksızın. Bu tip
durumlarda her zaman yaptığım gibi telefonu duvara vuruyorum neyse ki
kırılmıyor. Ses azalmadı ama ileride nöbet tutan asker bana sesleniyor. “Hakuna
matata”
Dışarıdayız. Hep hayalim üzerinde adım yazılı bir levha ile
beklenmekti. Fotoğrafımı çektirmek istiyordum. Yok, araç yok. Neyse, birilerine
oteli aratıyorum sonunda bir araç geliyor.
Kısa sürede oteldeyiz. Bizimle beraber Fransız bir baba oğul
da beklemede. Otelciye boş oda var mı diye soruyorum. Önce “yok” diyor sonra
“85 euro” diyor. Normalde bile bu parayı vermedim. Sabaha ne kaldı ki? Sadece
adamın adımı telaffuzunda rahatsız edici bir tını fark ediyorum. Telefon hala
vızıldanıyor etrafımda sivrisinekler dört dönüyor.
Duruyoruz. Etraf aydınlanmaya başlayınca dışarı çıkıp dolanıyorum. Böyle yerlerin ortak hareket tarzı aniden kalabalıklaşması olmalı. Burada da öyle. Hızlıca bir kahvaltı yaptık. Burada da sorun. Kadın oda numaramı istiyor ben daha bir oda verilmedi ki diyorum. Adam başı 8,5 usd diyor kahvaltıya. “Kahvaltı dahil” diyorum “yarın sabah ki dahil” diyor pişkince. “Eee son sabah ki ne olacak?” diyorum “paket yaparız” diyor. Taksiciler ve turizm sektörü çalışanları muhtemelen bir elmanın farklı parçaları. Ama çürük bir elmanın…
Atalet, sefalet ve vurdumduymazlık burada da havaya işlemiş.
Harika binalar var. İlk katları dükkan olarak kullanılmasa çoktan yıkılmış
olurdu. Üst katlarında birileri var mı? Bilinmez. Kimi zaman binaları
duvarlarına dayalı malların yıkılmaktan koruduğunu düşünüyorum.
Turunca benzer bir meyveyi dilim dilim yapıp satıyorlar.
Çubuk şeklinde sabunları da herkes satıyor. Ama beni en şaşırtanı yer fıstığı
satışının bu denli çok olması.
Hediyelikler de var. Hepsi üç aşağı beş yukarı aynı şeylere
benzer fiyatlar veriyor. Deniz yıldızı yada kaplumbağa kabuğu içinde baharatların
olduğu bir model her yerde var. Ufak bir çocuk, sessiz ve içten göründüğü için
ona daha sonra dönüp alçağımıza dair söz verdik. Biraz bozuldu ama dışa
yansıtmadı.
Para bozdurduk. Müslüman Türk olmamız işe yaradı ama eşimin
açık olmasını yadırgayarak bir Müslümanın kapanması gerektiğine dair öğütler
verdiler.
İçerilere girdik. Zanzibar ‘ın kalbi diyebileceğim Stone
Town pek çok kültürün eridiği bir pota. Umman kökenli Araplar ‘ın ardından
İngilizler ve yanlarında Hintliler gelmiş. İngilizler gitmiş ama Hintliler
kalmış ve yayılmış. Araplar pek sevilmemiş. Köle tacirleri bu adamlar sonuçta.
Ama kölelik bitse de zencileri ezmeye, sömürmeye devam etmişler. Zenciler isyan
edip bir günde binlerce Arap ‘ı öldürmüşler; Hintlilerin de burnu sürtmüş.
Sokaklarda çok güzel eşyalar satan dükkanlar var. Özellikle
akşam tam dükkanı kaparken denk gelirseniz epeyce hesaplı oluyor alış verişler.
Otelden çıkıp ilk sağa gittiğimizde Jaws köşesi. Jaws yerel
dilde ne demek bilinmez ama bir duvara kocaman bir köpek balığı çizilmiş. Ada
halkı espriden anlıyor. Avrupalı gibi değil.
Yolun üzerinde İngiliz Katedrali var. Ne zaman önünden
geçsem hep kapalıydı. Bir kez bile açık göremedim.
Sahilde ayrıca Beyt-ül ajaib var. Ecnebi kaynaklar
“harikalar evi” diye çevirse de çeviri bizde. “Acayipler Evi” Yüzyılın
başlarında asansörü ve serinletici pervaneleri gibi modernliğin sınırlarını
zorlayan icatlar adada ilk bu yapıya gelmiş. Restorasyon nedeniyle kapalıydı.
Kaleye girerken bir para vermiş değiliz. İçeride yerli
kadınlar el yapımı hediyelikleri satmakta. Türlü türlü tişörtler satılmakta.
Burçlardan biri bir ressam için atölye haline gelmiş. Güzel şeyler yapmış.
Kalabalıklar yanlarından gelip geçse de kimse bir rahatsızlık göstermiyor.
Kalenin yanında adanın en eski oteli var. Güzel bir mekan.
Önceden alınırsa oldukça hesaplı odalar olabiliyor.
Kale içinde özellikle kaleden arkadaki hediyelikçilerin
olduğu sokağa çıkan kapıda çok sayıda yeme içme yeri var. Hesaplı ve çeşitli.
Evin civarı da bu durumdan istifade eden hediyecilerle dolu.
Güzel lokantalarda bu civarda. Az içerilerde idari yapılar büyük oteller
mevcut.
Sokaklarda geziniyoruz. Defalarca günün hemen hemen her
saati bu sokaklarda gezdim. Hiç bir problem ya da rahatsız edici davranışa denk
gelmedim.
0 Yorumlar
Yorumlarınız