Takip Et

8/recent/ticker-posts

Hindistan Gün 6 - Bikaner, Karni Mata Tapınağı ve Codpur

Sabah ne zaman oldu bilmiyorum. Uyumuşum ve uyandım. Kahvaltıya indik. Eğer Hintli iseniz sizi tatmin edecek pek çok şey var. Fasulyeler, bezelyeler karnınızı doyurup sizi yeni güne hazırlamak için emrinize amade. Ama bizim gibi turistseniz birkaç dilim kızarmış ekmek, marmelat ve tereyağından oluşan menünüz tüm kahvaltınız demek olacak.

Çıktık dışarı. İlk önce rajaların sarayına uğradık. Bikaner şehrinin sarayını iki raja kardeş paylaşmakta. Biri modern dünyanın şartlarını teslim olup sarayın kendine ait olan kısmını “up class” bir otel yapmış. Diğeri ise aristokrasi atalardan gelen bir mirastır, korunmalıdır diyerek girilmesi yasak bir şekilde mülkü olarak tutmuş. Uçsuz bucaksız bahçesinde gezinip fotoğraf çektirdik.


Kale girişi ise henüz açılmadığı için beklemedik. Şoförümüz Chandra, mideye çok iyi geldiğini iddia ettiği lasiden bir torbada bana getirmiş. Lasi bizim ayranın tatlısı, tuzlusu, meyvelisi her türlüsü olan ama tadı bir şeye benzemeyen bir şekli diyebiliriz. İçtim tabii. Başlangıçta dünkü şeker kamışı suyundan harap olmuş midemi rahatlatmadı değil. Ama sonrası hep o şarkı J  

Codpur (Jodhpur) günün hedefi. Ama yol üzerinde benim için daha da önemli olan bir durağımız Deşnok yerleşimi olacak. Karni Mata yada daha da çok bilinen adıyla Fare Tapınağı ‘na uğruyor olacağız.

Hindistan'daki hemen hemen her yer ve her şey gibi buranın da çok sayıda efsanesi var. En kabul göreni ise beyaz farelerin tanrının reenkarne hali olduğu ve yaklaşık yirmi bin siyah farenin de bu dünyada fare olarak yaşamayı kabullenip dünyevi her şeyden elini eteğini çekmiş ruhlar olduğu şeklinde. Hele fareler tarafından kemirilmiş bir şeyi yemek çok büyük bir artı imiş. Göreceğiz.

Yola çıkışımız takibinden bir saat geçmemişken bir yerleşime ulaştık. Köy desen değil, kasaba desen hiç değil. Rengarenk bir görsel şenlik krema görünümlü, süslü bir kapıya doğru ilerliyor düzgün bir sırada. Hindu tapınaklarına ayakkabı ile girmek yasak. Biz bir daha giymeyeceğimiz çoraplarımız ile – siz siz olun galoş giyin- sıraya girdik. Kimse ne aradığımızı vb sormadı içeri girdik.

Bir koku ki anlatamam. Zaten Hindistan bin bir kokuya sahip ama burada yanan tütsü ve bilimum diğer kokular iyice hercü merc olmuş burnuma saldırıyorlar. Burnuma güvenirim. Ama artık bu şu kokusu vb deme yeteneğimi kaybettim. Çok sayıda sıçan aşırı tıkınmaktan sallana sallana geziniyorlar. Sağda solda ölmüş çok sayıda fare ise güneşin altında durup duruyor. Avlunun çeşitli yerlerinde süt dolu taslar var farelerin beslenmesi için. Çocuğun biri farelerin arasından tastaki sütten içiverdi. Ben orada kopuverdim. Aklımın, mantığımın sınırları yıkılıverdi.

Bu esnada çok sayıda adam yanımıza gelip tavana gerili kısmı göstermeye başladı. Ben bir şey anlamadım. Neyse ki Osman sakin bir insan olduğu için, insanların tanrısal beyaz fareyi bize göstermek için çırpındığı anladı. Beyaz fare dediğimde sevimli bir fındık faresi aklınıza gelmesin, ortalama bir kedi boyutunda beyaz, kuyruğunun yarısı çürümüş yada yenmiş bir sıçan bu.

Kendimi oluruna bıraktım. Gelen adama fotoğraf ve video çekmek için gerekli paraları ödedim. Yeni gelenlere de beyaz sıçanı gösterip hakla kaynaştım. Sanırım işe yaradı. İnsanlar gelip fotoğrafını çekmemizi istiyor, küçük çocuklar bize dokunup kaçıyorlar. Ufaklıklardan bir kaçını yakaladım. Başta yakalanınca korktular ama beraber fotoğraf çektirince bir mutlu oldular anlatamam. Büyükleri de gelip fotoğraf çektirmemi istediler. Kırmadık. Normalde bizden  para isterdi halk. İnanın burada biz para istesek alırdık insanlardan.

Ardından tapınağın içine girdik. Bir şeyler yakıldığı için yoğun bir koku ve rutubet var. Eriyorum gene. Zemin ise fare boku, sidiği ve hayvanata verilen türlü yiyecekten oluşan bir karışımın sayesinde yumuşak. Ben zorlukla adım atarken yaşlı kadınlar yerlere yüzlerini sürüyorlar. Hele fotoğraf çekerken kavgacı farelerden biri aniden dizime atlayıverdi. Bir refleks sıçrayıverdim. İnsanlar gülmeye başladı.

Çıktık dışarı. Çoraplarımızı atmak için ayağımızdan çıkarmaya koyulduk. Hani yapışkan bir şey yavaş yavaş sökülür ya yapıştığı satıhtan; işte bizim çoraplar ayaklarımızdan böyle çıkıverdi.

Codpur ‘a kadar artık alışageldiğimiz manzaralar eşliğinde gidiyoruz. Hindistan'da bir şehrin ismi pur ile bitiyorsa şehir Hindu bir hükümdar tarafından kurulmuş anlamına geliyor. Bununla beraber abad ile biten şehirler ise Müslüman hükümdarların kurduğu şehirler olmakta. Sonu gar ile biten, çittorgar, kumburgar gibi kentler ise aslen kale yada kale gibi sağlam surlarla berkitilmiş şehirler. Zaten gar anladığım kadarıyla kale demek.

Codpur mavi şehir olarak anılıyor. Mavi rengin sivrisinekleri uzak tuttuğu gerçekliğini bilemediğim ama dünya genelinde de bir o kadar yaygın bir inanış. Bununla beraber şehrin ismini aldığı mavi evlerin renginin nedeni bu değil. Geçmiş devirlerde en üst kast olan Brahmanların evlerini diğer kastlardaki insanların evlerinden ayırt etmek için maviye boyamalarına izin verilmiş. Ama zamanla özellikle Müslümanlar bu yasağı delmiş. Modern hükümetse turizme destek olmak için bu rengin kullanımını serbest bırakmış.

Şehrin en önemli turistik atraksiyonu hiçbir zaman ele geçirilemediği ile gurur duyulan Mehrangarh Kalesi.

Kale, bir kaya kütlesi üzerine kurulu, gerçekten de zor ele geçirilebilecek bir yerde. Giriş kapısının hemen yanındaki duvarlar birbirinden güzel işlemelere ev sahipliği yapıyor. Giriş oldukça pahalı. Biz yabancılara 850 rupi. Para vermeksizin kalenin avlusunda gezebiliyorsunuz. Kimi zaman izniniz olmadan fotoğraf çekmenize laf eden polisler oluyorsa da buna takılmanıza gerek yok.

Kaleden şehrin kuzeyinde yer alan mavi evlerin olduğu Brahman mahallesini gayet net bir şekilde görebilirsiniz. Kalenin içindeki yapıların zaten güzelliğine, görselliğinin harikuladeliğine laf etmeye gerek yok. Anlatması da zor zaten.

Kale içerisindeki kapılardan Demir Kapının iç duvarlarının birinde içerisinde küçük el izlerinin yer aldığı bir pano var.  Buna Sati elleri deniyor. Sati hesapta günümüzde yasaklandığı söylenen ama kırsal bölgelerde yaşadığına inanılan bir Hindu geleneği. Bir erkek öldüğünde onun karısı da onunla beraber diri diri yakılması geleneği sati oluyor. Elbette ki kadın erkekten önce ölürse yapacak bir şey yok. Ölen eğer kadınsa hemen hemen her gelenekte öldüğüyle kalıyor. Her neyse, bu on beş küçük el izi kocasıyla beraber yakılan on beş maharaja karısına ait.

Dediğim gibi kaleyi gezip kalacağımız haveliye gidip eşyalarımızı atıp Sardar Market ‘e gittik. Sardar kolaylıkla da anlayacağınız gibi baş, birinci anlamına geliyor. Dolayısıyla Sardar Market şehrin ana pazarı.

Gün bitmiş, hava kararmış kimsenin umurunda değil. Yaşam olabildiğince hızıyla devam ediyor. Kimi tezgahını toplarken kimi eşya yığmaya devam ediyor. Pazarın dışındaki cümbüşün ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz ama geçebilmek ne mümkün. Rengarenk boyalarla gök kuşağına dönmüş turistler bizim gibi otellerine geri dönmekte.

Hindistan'daysanız unutmamalısınız ki her yerde bir festivale kutlamaya denk gelebilirsiniz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar