Sabah gayet dinç bir
şekilde uyandık. Dün gece, marketten aldığım pek çok yiyecek ve içecek bugünün
kahvaltısı olacak gibi. İlk gideceğimiz hedef Sachsenhaussen Toplama Kampı.
Zorlu bir yolculuk olacak bu. Önce U-Bahn ile başka bir
S-Bahn ‘a binecek. Ardından da bir trene. En son duraktan ise artık otobüs ile
gideceğiz. Berlin'de ne varsa kullanacağız gibi
Oranienburg'ta hemen tren istasyonunun çıkışından otobüsler
toplama kampına gidiyor. Ana baba günü. On dakika kadar bir yolculuk bizi
toplama kampına ulaştırıyor.
İsteyenlerin kulaklıkta alabildiği, içerisinde ve bahçesinde
toplama kampının çeşitli boyutlarda modellerinin olduğu idari giriş kısmında
oyalanmaksızın içeri giriyoruz. Upuzun bir yolda ilerlerken solumuzdaki
duvardaki ve panolardaki fotoğraflar ve hikayeler yürek paralıyor.
İlk kamp idari olduğundan fazla katliam yapılmamış. Resmi
olarak otuz, gayri resmi rakamlar yüz bin gibi bir sayı vermekte. 1936 ‘da
açılır açılmaz, buraya ilk olarak homolar, sendikacılar ve din adamları yerleştirilir.
İlk gelenler tıbbın ilerleyişine yardımcı olurlar. 38 ‘de ise ilk Yahudi
konvoyları gelmeye başlar. Bunlarda toplu öldürmelerin nasıl fizibıl olacağının
tespitinde kullanılırlar. Adam başı bir kurşun oldukça maliyetli gelince
ziklon-B gazı gibi daha hesaplı yöntemler burada denenmeye başlanır. Hitler ‘in
de dediği gibi “tamamen modern” bir yerdir burası.
Yol bitiyor ve sola dönüyoruz. Karşımızda daha sonra gezeceğimiz müze binası. Sol taraf meşhur “ölüm yürüyüşünün” başladığı nokta. Ruslar karşı konulmaz şekilde ilerlerken Almanlar yirmibin esiri içerilere doğru yürütürler. Çoğu yolda yürürken ölür yada Almanlarca öldürülür.
Ama, olayın başladığı
yer tam karşımızda, üzerinde “arbeit macht frei ” yazan demir kapının
arkasında.
Barakalar çekilir gibi değil. Müze haline getirilmiş bile
olsa içlerinde yüzlerce kişi ile insanların nasıl yaşadığını tahmin edebilmek
pek olası değil. Bir de tuvalet ve banyoları görseydiniz. Amaç sadece
çalışabilecek kadar sağlıklı olmanız iken kimse pek hijyeni düşünmemiş.
Tuvalette ve banyoda geçirebileceğiniz zaman çok kısıtlı. Zaten sıcak su yok.
Yeterli beslenme yok. Sahip olunan tek lüks anladığım kadarıyla yaşıyor olmak.
Salgınlar ise hastalıkların Almanlar 'a geçmesi söz konusu olmadığı sürece doğal
seleksiyonun bir çeşidi.
Geniş alana çıkıp bakıyoruz. Üç metrelik duvarlar kampı dış
dünyadan ayırmakta. Zaten kamptan çok az sayıda insan kaçabilmiş. Girişin tam
karşısında bir anıt var ölenlerin anısına.
Alandan ayrılıyoruz. Müze kısmını da dolanıyoruz detaylı bir
şekilde. Dediğim gibi insan manyaklığı ve zulmünün sınırlarının nerelere kadar
genişleyebildiğini burada görebiliyoruz. Ve insanın tüm bunlara direnç
gösterebildiğini de. İşin ilginç ve ne yazık ki en kötü yanı, bu acıyı çeken
insanların güç ve kontrol kendilerine geçtiğinde benzeri acıları başkalarına
yaşatabilmeleri.
Dönüşte görüyoruz ki
S1 ‘e binmiş olsaydık direkt Kurfürsterdam ‘dan buraya tek araçla
gelebilirmişiz. Dönüşü böyle yapalım diyoruz. Postdamer Platz ‘a yaklaşırken
ilk ve son kez bilet denetimine denk geliyoruz. Bizim Alamancıları bilet
kontrol yapmışlar. Muhtemelen Türkler bu işin ilmini yapmıştır diye olmuş
olabilir.
Postdamer Platz 'da iniyoruz. Burası şehrin modern binalarla
bezeli bir köşesi adeta. Binalarda alüminyumun ve çeliğin kendine has donuk gri
tonları ağırlıklı. İlerliyoruz. İlk hedefimiz Yahudi soykırım anıtının olduğu
bölge.
Soykırım anıtı yanındaki Amerikan elçiliğinin de gölgesinde
bulunan bir alanda kurulmuş. Çok sayıda çeşitli boylarda gri monolit taş
birbirine paralel şekilde uzanmakta. Saklambaç oynamaya elverişli bir bölge.
Ana baba günü. Almanya'nın ve Avrupa'nın pek çok yerinden özellikle gençler
Nazizm ‘in kötü meyvelerinin bu simgesini görüp kavrayabilmesi için taşınmış
otobüslerle. Keşke, keşke diğer izm ‘li problem kaynağı düşüncelerde tarafsızca
gençlere gösterilebilseydi.
Yine döndük ve meşhur
Brandenburg Kapısı'na dek uzandık. Onarımda… Reichstag ‘ı gezmek istediğimde
randevu sayfasında boşluk bulamamıştık. Ona da uzaktan baktık.
Karşımızda Brandenburg Kapısı. 1791 ‘de yapılmış. 1793
‘te yerleştirilmiş olan üstteki atlının elinde bir zeytin dalı varmış.
(Ecnebiler bu atlıya kuadriga diyorlar) Napolyon Prusyalıları yenip Berlin'e
girince hatıra olarak bu atlı heykelini de Paris ‘e nakleder. Sonrasında
Almanlar Paris ‘e girince atlar eski yerine döner ama bu kez zeyrin dalı yerini
demir bir haça bırakmıştır.
Brandenburg Kapısını
gerimizde bırakıp Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) üzerinde Konyalı bir
arkadaştan döner aldık. Mustafanın yerindeki ile kıyaslanmayacak kadar yavandı
ama gene de yiyiverdik. Berlin ‘in meşhur currywurst ‘ü burada da domuz eti.
“Nerede yenilebilir currywurst bulabilirim?” sorumun cevabını zaten
biliyormuşum. Kreuzberg'te. Sadece Kreuzberg'te sığır etinden currywurst mevcut.
Bizde önce Alexanderplatz ‘dan bir otobüse atladık.
Solumuzda sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünen Tiergarten zafer anıtının orada
yeşil giysisini kaybediyor ve hemen sonrasında tekrar bu harika örtüye
bürünüveriyor. İlginçtir, Adolf Hitler kuracağı Germania isimli yeni Berlin ‘in
planlarında bu yeşil alanlar yok. Faşizm ve türevleri diğer totoliter rejimler
insana yaşama ve yaratma zevki veren yeşilden haz etmiyorlar.
Yukarıda dediğim gibi Kurfürsterdam ‘ın ötelerine ulaştık
ama dönüş otobüsü buradan geçmiyor. Bir ton yol yürüdük. Bir otobüse atladık ve
o da bizi sadece tek durak taşıdı. Neyse ki Kayzer Wilhelm ‘in sadece kulesi
kalan kilisesini gördük ve önünden tekrar otobüse binip müzeler adasına
kimbilir kaçıncı kez gitmeye başladık.
Katedral dediğime bakmayın. İmparator, Protestan düşüncesini
yüceltmek için Vatikan'daki Katolik Petrus Kilisesi'nin benzerini yaptırmış.
Büyük savaşta epeyce hasar almış ve daha yeni sayılabilecek bir dönemde elden
geçirilmiş. Beğendim diyemeyeceğim.
Burada bizler için en önemli yapı Pergamom Müzesi.
Almanların bizden çalıp parça parça Berlin ‘e taşıdığı, sadece bu parçaların
yeniden birleştirilmesinin bile on sene aldığı tapınak burada görülebilir.
Diğer müzelerde harikulade. Berlin'de müze gezmek isteyenler için museumpass
diye özel bir kart var. Bir tam günü müzeler adası ve etrafına ayırmalısınız
bence.
Buradaki işimizi daha
doğrusu gezimizi bitirdikten sonra hoş bir köprü ile Spree Nehri'ni aşıp
anakaraya ulaştık. Nehir kıyısında birkaç çıplak heykel var ve Almanların
ilgisini zerrece çekmiyor. Bizden başka bu heykellerle ilgilenen ve fotoğraf
çektiren sadece Yunanlı bir grup.
Sonrası otele dön, eşya al ve Kopenhag otobüsü için sırada
bekle…
Kişisel görüşüm Berlin ‘in kendine has bir büyüsü olduğu
şeklinde. İdeal bir Berlin gezisi şu
şekilde olabilir.
Gün 1 - Kreuzberg ve
Mitte'ye kadar olan bölge
Gün 2- Tiergarten, hayvanat bahçesi ve akvaryum
Gün 3- Müzeler Adası
Gün 4 – Toplama kampı ve Postdam
Gün 5 – Brandenburg Kapısı'ndan East Park Gallery ‘e dek olan
kısım.
0 Yorumlar
Yorumlarınız