Bir türlü yazmaya elimin gitmediği Kopenhag için ne yapayım
derken Kızıltoprak'ta kaldırımda yürürken denk geldiğim bir tip anahtar
oluverdi. Kopenhag yayalara saygı demek…
Gece otobüsü seçtiğime pişman oldum. Yolu hissetmedim ama
ışıkların hep açık olması nedeniyle ya uyuyamadım ya da uyuduğumdan haberdar
olamadım. Üstelik içine kısa bir süreliğine binmiş olduğumuz devasa feribotu
beşik gibi sallayan dalgalara iyi direndim durumumu belli etmedim.
Kopenhag girişi Allahlık. Küçük bir şehre girdiğimiz aşikar. Bununla beraber sabahın henüz altısı olmamışken hemen dışında bırakıldığımız merkez tren istasyonunu görünce huzursuz olmuyor değilim. İki siyahi fahişenin etrafında bağrışıp saçma sapan hareketler yapan Araplar. Tetikte yürüyerek garın ana holüne geliyoruz. Şu an gerçekten İskandinavya'dayız. Fiyatlar bunu gösterdi.
İki kruvasan ve iki çay… Ki çayları da bin bir debelenme ile
kendimiz doldurduk. 84 Danimarka Kronu ile İskandinavya'ya bismillah dedik.
Tuvalete beş, çantayı emanete bırakmaya da yetmiş kron gitti. Tuvalete bile kredi kartı ile hiçbir
insan ile muhatap olmadan gidebiliyorsunuz. Böyle bir memleket.
Yağmurun keyfini bekleyecek halimiz yok, yola koyuluyoruz.
Tivoli Bahçeleri kapalı henüz. Cumartesi sabahı
itibariyle tüm şehir hala uykuda. Tivoli'den Belediye binasına dek olan
yolda gördüğümüz tek bir bisiklet bile kilitli değildi. Alalade şekilde duvara
yaslı bırakılmışlar. Anlaşılmaz durumlar bizler için.
Belediye Binası hoş bir
bina. Brüksel'deki saray meydanını çevreleyen binaları andırmakta görünüş
olarak. Sabahın bu erken saatinde ortalık ana baba günü. Kalabalığa karışıp
olayın sırrını aralıyoruz. Çocuklarda yaşanan kansere karşı toplum bilinci
oluşturmak için Kopenhaglı bisikletliler Paris'e dek pedal basacaklar. Büyük bir
organizasyon bu. Ana sponsorlar Bianchi ve Volkswagen. Elliden fazla sponsor
daha var. Ama en önemlisi katılımcıların ve halkın olaya olan içten
yaklaşımları. Hayran olmamak elde değil.
Zorda olsa kalabalığı geride bırakıp kendimizi sokaklara
atıyoruz. Amacımız sahile ulaşarak Nyhavn ‘a kadar yürümek. Ama rüzgar sert ve
arada yağmur yoklama çekiyor işi gücü yokmuş gibi. Biz de kah saçaklarda kah
otobüs duraklarında bekleyerek fırsat buldukça ilerlemeye devam ediyoruz. Dün
Berlin'de sağlam ıslanmıştık ama soğuk yoktu. Ara sokaklara girme şansımız yok
burada. Chrisristiansborg Sarayı'nın çeşitli eklenti binaları arasındayız. Bir
tanesine giriyoruz ama koridor adeta bir rüzgar tüneli. Bu soğuk bizi
silkeleyecek görünüşe göre.
Ara sokaklara giriyoruz. Hala soğuk. Bir McDonalds bulup içine
giriyoruz. Uyduruk kahve 20 kron. Uyduruk muyduruk ama hem içimiz ısındı
bahaneyle hem ücretsiz internete kavuştuk. Sıcak ortamda geçen bir saat ise
cabası ama yolcu yolunda gerek.
Turuncu, zayıf saçlı
bir kızcağız gayet sağlam bir İngilizce ve akabinde Almanca ile kanal bölgesini
anlatıyor. Kız Almancaya çok daha hakim görünüyor. Kopenhag'ın en olmazsa olmaz
aktivitelerinden biri bu tekne turları. Şehrin dışında kalan Denizkızı
Heykeli'ni de bu gezi sırasında görüyorsunuz. Brüksel'deki işeyen velet kadar
olmasa da hayal kırıklığı yaratan bir heykel. Çocukluğumdan beri kim bilir kaç
kere çaldılar heykeli. Vandalizmin değişik versiyonları zengin ülkelerde bile
kendisini gösterebiliyor demek ki. Bir saatlik gezimizin ardından geldiğimiz
yere dönüyoruz.
Adamlar bir kaç şezlong koymuşlar tahtadan. Kim yaptıysa
Allah razı olsun. Onlara uzandık yarım saat kadar. Uykusuz geçen gece yolculuğu
ve şehrin soğuğu her ne kadar az yürümüş olsak bile bize hırpalamaya yetmişti.
İşte o yarım saat bizi şarj etmeye yetti ve o sırada güneş tepede olması
gereken yerde ışımaya başladı.
Amelienborg Sarayı ‘na girdik. Bir saat kadar bir zaman
harcadık harcamadık. Biz girerken çıkan Amerikalılar içeride pek bir şey yok
demişlerdi ama kaale almamıştım adamları. En azından gözlerimle gördüm ne var ne
yok. Çıktık dışarı. Hemen karşımızda Mermer Kilise (Marmör Kirke ‘yi böyle
çeviriyorum) Kapalı diye içeri alınmayınca Rosenborg Kalesi'ne yöneliyoruz. Yol
üzerindeki bir “Netto” imdadımıza yetişiyor ve yiyecek bir şeyler alabilme
imkanımız oluyor. Netto marketleri İskandinavya'da kurtarıcınız olacaktır. Diğer
marketler ve büfelerin acımasız fiyatlarını burada alt edeceksiniz.
Kale ise kralın
ikametgahlarından birisi. Otomatik silahlı askerler nöbet tutuyor. Ama kimsenin
onlara aldırış ettiği yok. Kaleyi çevreleyen küçük alanı parktan ayıran
içerisinde ördeklerin yüzdüğü koyu yeşil renkli oldukça dar hendeği aşıp
kalenin bahçesine giriyoruz. Amerikalılar burada da ”içeride bir şey yok”
diyor. Bu kez söz dinliyor, sadece yapının etrafını turlayıp dışarı çıkıp
kendimizi Kopenhag ‘ın tarih kokan sokaklarına bir kez daha atıyoruz.
Sizlere buradan indikten sonra geçtiğimiz sokakları,
gördüğümüz yerleri, dönerken bakarız diye yanından geçip gittiğimiz sarmal
kuleli Kurtarıcı İsa Kilisesi'nden bile bahsetmeyeceğim. Hedef Christiania.
Burada da yasaklar
var. Uyuşturucu ve fuhuş yasal da yasak ne demeyin. Fotoğraf ve video çekimi
yasak. Çünkü yüzleri maskeli uyuşturucu satıcıları deşifre olmak istemiyorlar.
Polisin burayı kırk yılın başı göstermelik olarak denetlediği söylenmekte. Biz
de selfi çekerken şiddetli bir şekilde bir kadın tarafından uyarıldık. İnanın
kadına ateş etsem böyle tepki vermezdi. Yıldız kalktı ve kadına bağırıverdi.
Ben de olası bir duruma karşın toparlandım ama neyse ki bir şey olmadı. Kadın
bağırıp çağırmasına rağmen geri adım atmamamıza ve kendine bir destek gelmemesi
sonucunda bir şeyler mırıldanıp bir şey yokmuş gibi dönüp hayatına devam etmeye
koyuldu.
Danimarka'da iki şey aklıma kazındı. İlki, çok pahalı ve
kaliteli bisikletlerin yol kenarlarında herhangi bir kilit vb olmaksızın
duruyor olması diğeri ise bisikletlilerin yol bomboş bile olsa dönecekleri
yönleri el ve kol hareketleri ile işaret ediyor olmaları. Bu aşamaya ne zaman
gelirizden önce gelebilir miyiz sorusunu bile cevaplayamadım yol boyunca.
0 Yorumlar
Yorumlarınız