Sabahın köründe kalkıyoruz alışkanlık üzerine. Şehirde pek
gezecek yer olmaması nedeniyle ilk defa bu gezide yorgunluk nedir pek
bilmiyoruz. Fakat stres elbetteki var. Dönüş uçuşu sabaha karşı 6:10 ‘da. 3
gibi havalimanında olmamız gerekiyor. Havalimanına bizi götürecek bir araç
bulmamız gerekmekte. O saatte toplu taşıma olmadığı için hiç istemesem de taksi
kullanmak zorunda kalacağız. Taksi ayarlamaları için ev sahiplerimi arıyorum
ama henüz bir dönüş yok. Bir çare bulacağız nasıl olsa.
Bugün önce Tokmak şehrine oradan da Burana'daki kuleye gideceğiz. Ama öncelikle Doğu Garı'na gitmemiz gerekli. Minibüse biniyoruz. Bişkek'te çok sayıda Hintli öğrenci var. Bunlara soruyorum yanıt yok. Jibek Jolu üzerinde bu terminal. Jibek Jolu İpek Yolu demek. Tarihi ipek yolu yani. Neyse minibüs şoförü bizi doğru yerde indiriyor ve minibüslerin kalktığı yere ulaşıyoruz. Yakınlardaki bir döviz bürosundan para bozduruyorum.
Çok sayıda minibüs kalkıyor. İçeri geçiyoruz. Şoför geliyor
yanımıza.
-
“Kaç akça?” diye soruyorum.
-
“Elli, elli, elli;cüz elli” diyor.
-
“Cüz bolsun tüz bolsun” dediğimde de “cüz elli
yahşidir” diyor.
Tokmak ‘ın otobüs terminalinde iniyoruz. Şehrin dışında
biraz. Daha ilk adımlarımızı henüz atmışken yuvarlak yüzlü, ufak tefek bir adam
gelip “taksi ister misiniz?” diye soruyor.
-
“Nereden anladın Türk olduğumuzu?” diye
sorduğumda aldığım yanıt neşeli oluyor.
-
“Aga, Türkçe konuşmaları duyunca baktım. Senin
Türk olduğun belliydi de abladan emin olamadım. Belki Avrupalılar diye
bekledim” dedi.
Yıldız hemen atılıp “Ben Balkanların Türküyüm, Avrupalıyım”
diyerek adamı haklı çıkarttı.
Şoför yolda bir köy ve kenarda duran bir yığın insan
gösterip bunların da Türk olduğunu söylüyor. Sonra benim afalladığımı anlamış
olacak ki bizim gibi Türkler olduğunu söylüyor. Kafkasya'dan sürüldüklerini ve
bizim gibi konuştuklarını söylediği için Ahıska Türkü olduklarını varsayıyorum.
Giriyoruz. Hava öyle soğuk ki… Zaten en ufak bir esintiyi
bile engelleyecek bir şey yok. Hele ayaz öyle bir esiyor ki alnım sızlamaya
başlıyor. Sağ tarafta hanlara ait mezarlar olduğu yazan küçük yapılar var.
Solda ise panolarda çeşitli dillerde bilgilendirme yazıları. Mesela kule 48 m
iken çeşitli etkenlerle günümüzde 25 m ye dek nasıl inmiş. Kulenin orijinal
halinin temsili resmi ve üzerindeki kufi yazıların açıklamaları gibi ne
isterseniz var kısaca.
Kuleye yönelip yanındaki platformdan tırmanıyoruz ama
kulenin girişi kilitli. Platformdan inerken topluca bir kadının bize doğru
geldiğini görüyorum. Bizimkilere görmezden gelmelerini söylüyorum ama kadın
kararlı bir şekilde bana doğru yaklaşıp Rusça bir şeyler söyleyince,
-
“Salam hala, kandaysın?” diyorum. Şaşırmıyor
bile ben de kuleye nasıl gireceğimi soruyorum.
Alanın sonuna dek gidiyorum. Aniden yol başlıyor. Dönüşe
geçiyorum. Sanki rüzgar kesildi artık üşümüyorum. Bunu yanıma gelen oğlumla da
paylaşıyorum. O da “aynen” diyor “hava ısındı sanki”. Nedenini bilmiyorum ama
değişik bir sıcaklık var. Öyle ki bu taşların herhangi birinin dibine uzanıp
dünyayı umursamaksızın uzanıp uyuyabilirim. Bambaşka bir huzur, kendini güvende
hissetme duygusu sarmalamış durumda.
Kulenin üstü büyük bir teras. Her taraf görünüyor. Baharda
ya da yazın harika manzaraların olduğunu çekilen fotoğraflarda görmüştüm.
Sonsuzluğa uzanan gelincik tarlalarına uzanan ovalar ilerideki dağlarla buluşup
ufka uzanıyor. Şu an ise koyu gri gökyüzünün altında bir ova sadece. Oğlumla
konuşuyoruz. Zeminden bir şey görünmese dahi arkeolojik kazılarda yukarıdan
bakıldığında yapılan tespitlerden bahsediyorum. Gerçekten de renk farklılıkları
buradan çok belirgin bir şekilde gözlemlenmekte.
İnişte anahtarı kadına teslim ediyorum. Kadın müzeyi
gezmemizi istiyor. Müze dediği tek bir odadan ibaret. Bulunan bir iki taş vb
sergilenmekte. Üzerinde haç olan taşların açıklamasında Karabalasagun da
Nesturiliğinde izleri olduğunu öğreniyoruz. Magnet temini buradan
yapılabiliyor.
Çıkıyoruz. Şoför, isteğimiz üzerine bize yiyecek bulmak için
iyi bir yerler arıyor. Zengin turistlerden sandı herhalde. “Yok”, diyoruz “halk
nerede yiyorsa oraya götür bizi. “
Yemeği yedik. Başkentten uzakta fiyatlar her zaman makul.
Benim hoşuma gidense ben koyun etine dokunmazken oğlumun koyun etinin yanı sıra
bembeyaz yağları bile ısırıp kemiği sıyırması oldu. İnşallah isteği, hevesi
kaçmaz ve şartlar da uygun gider de buralarda daha çok görünür. Hep dediğim
gibi buralar bizlere atalardan birer miras ve insan sahip olduklarını kontrol
etmeli arada sırada.
Bişkek terminaline de kolaylıkla ulaşıyoruz. Para bozdurmak
için ise bizim evin çevresindeki yerleri dolaşıyorum. Kimi dolar dışında para almıyor kimisi kapalı.
Açık bir yer bulup işimi hallediyorum. Farkında olmaksızın Rus elçiliğinin
önünden geçmişim. Belki bu nedenle cadde üzerinde bu denli rus var.
Taksi ayarlayamadım. Ev sahiplerinin verdiği numara ile
yazıştım ama bir Kırgız hattına sahip olamadığım için taksi sağlama imkanım
yok. Yapacak bir şey yok. Gece iki gibi dışarı çıkıp taksi arayacağım. Bulurum
sanırım, umarım.
Bizimkiler ertesi gün gayet erken kalkılacağı için erkenden
yatmaya geçtiler. Benim uykum yok. Gece onbir gibi atlasglobalden bir mesaj
geliyor telefonuma. Hava şartları nedeniyle yarın öğle vaktine kadar ertelenmiş
uçuş. Biz sokaktayken atıştıran kar demek ki trafiği etkilemeye başlamış.
Yaşasın teknoloji ve bunu kullanmayı başarabilen yerli firmalarımız. Genel
olarak Türk firmaları bu konuda çok başarılı. Rahatça yatağa gidip bizimkilere
de bu müjdeyi veriyorum.
Sabah normal saatimizde kalkıyoruz. Kar şehri kaplamış.
Evden çıkıp anahtarı teslim ediyorum. Az biraz yılın ilk kartopunu oynadıktan
sonra köşede duran taksiye atlayıp havalimanına kadar gidiyoruz. Dönüş ise bir
başka atlasglobal uçuşu…
0 Yorumlar
Yorumlarınız