Dışarısı epeyce soğuk. Dün akşam yerleştiğimiz otelin yanında
adeta bir kurtarıcı gibi gözümüze görünen market henüz açılmamış. Normalde bir
tura katılmam ama Benelüks ve İspanya gibi yerlerde tur alıp kendi başına
gezmek bazen daha avantajlı oluyor.
Oluyor olmasına da bu tip turlarda da oteller merkezden epeyce
uzakta oluyor. Şimdiki otelimiz H2 Hoteles, Rubi denen Barselona merkezden
trenle yarım saat uzaklıkta, zone 2 ‘nin bile neredeyse sınırlarında bir
yerleşim. Barselona şehrinin neredeyse tüm indirim imkanları zone 1 ‘e göre
yapıldığı için diğer zonlar ya ulaşım indirimlerinin dışında ya da karlılığı
önemli ölçüde budanmış durumda.
Bilet makinalardan alınıyor. İngilizceyi seçip ilerliyorum. Zone 1
var ve zone 2 de. Merkezde burada olduğuna göre deyip zone 1 i seçip iki bilet alıyorum. (2,15
euro) Hesapta 74 dakikada aktarma hakkım var.
Kısa sürede tren geliyor. Türlü türlü insan doluşmuş trene. İspanyollar genel olarak oldukça gürültücü bir ulus. İnsanlar da oldukça kısa boylu. Kadınlar da kardeşimin dediği gibi ortalamanın epeyce bir aşağısında. Eğer zengin Katalonya'nın merkezinde durum böyle ise fakir Endülüs'te neler göreceğiz acaba.
30-35 dk gibi bir sürede merkeze, şehrin kalbine, Plaça de
Katalonia istasyonuna varıp insan kalabalığına karışıp çıkmaya çalışıyoruz.
Trene binerken kullanılan bileti kaybetmemeniz gerekmekte. Çıkarken de cihaza
sokup kapıyı açtırıyorsunuz. Tabii biz zone 1 bileti aldığımız için kapı
açılmadı. Dert yanıp yardım aranırken gençten bir çocuk karı koca dışarı
çıkabilmemiz için kapıyı tuttu da şehre girebildik.
Hemen bir T10 kartı aldık. (9,90 euro) Bu kart Barselona'nın belki
de tek ucuz şeyi. Bu kart sayesinde birden fazla kişi on kez trene, otobüse,
metroya ve funikulere binebiliyor.
Bu durak Gaudi'nin belki de en meşhur eseri olan ve henüz bitmemiş
olan – ve uzunca bir süre daha bitmeyecek olan – Kutsal Aile Katedrali'nin (Sagrada Familia)
bulunduğu yer.
Katedrale giriş 29 euro. Girmedik içine.
Yeri gelmişken Barselona'nın her daim en meşhur ismi olan Antoni Gaudi'den de bahsedelim. Meşhur modernista akımının en bilinen ismi ve belki de öncüsü olarak da adlandırabiliriz kendisini. Fanatik derecede dindar ve milliyetçi birisi özel hayatında da. İspanya'da Katalanca yasaklandığında bile ana dilini konuşmaya devam edip bu nedenle tutuklanmışlığı var.
Ömrünün son 18 yılını ise sadece bu çılgın yapıya yani Sagrada
Familiaya'ya ayırmış. Ta ki dalgın bir şekilde yürürken bir tramvayın altında
kalıp ölene dek.
Buradan yolun ötesinde olması gereken “Hospital de sant Pau”
hastanesine doğru yola koyuluyoruz. Zaten sabahın bu erken saatinde bile
çevresi gayet kalabalık olan katedrale Çinli ve Japon gruplar da gelmeye başladı
ki, aman aman.
Hastane binası da Gaudi'den. Anladığım kadarıyla Gaudi olmadık
yerlere olmadık detayları yerleştirip ters köşe yapan bir mimar. Doğru zamanda
doğru yerde olup “sanat” yapabilmiş yoksa yaptıkları günümüz entelektüelleri
tarafından rahatlıkla “kitsch” olarak kabul görebilirdi.
Bir metro daha bulup atlıyoruz. Hedef gene Plaça de Katalunia. Gene bir aktarma ve varıyoruz. Ama dışarı çıkış için epeyce bir taban tepiyoruz.
Burası Roma döneminden kalma mezarlara ev sahipliği yapan küçük
bir meydana sahip. Çok zengin insanlara ait olmamalarını hiç mermer lahite
rastlamama bağlıyorum. Mekanın insanın burnunu kıran sidik kokusunu
atlamayayım. Böyle bir şey olamaz. Daha da ilginci bu kokuya rağmen çok sayıda
turistin burada yemek yiyişi…
Ramblaya dönmedik ve hazır bu eski mahallelere gelmişken ara
sokaklar üzerinden ve tarihi masif binaların arasından katedrale kadar
ilerledik.
Barselona Katedrali bizim korsanları da misafir etmiş tarihi boyunca. Bizim korsanlar Aydın Reis komutasında şehri bastıklarında katedrali de boş geçmemişler. Gerçi katedralde yaptıklarını Barbaros Hayrettin Paşa Gazavatnamesi'nde eleştirse de ben fanatik bir Aydın Reis hayranı olduğum için “bizim reis yaptıysa doğru yapmıştır” diyerek geçiştiriyorum.
Buradaki şapellerden birisi Lepanto Şapeli. İnebahta Savaşının
anısına yapmışlar.
Hemen hemen o dönemlere ait her katedral gibi karanlık ve ürkütücü
bir yapısı var. Hatta gayet uçuk bulduğum Sagrada Familia ‘nın testere
dişlerini anımsatan kubbe süslemelerinden burada da görünce artık İspanyol
sanatı üzerinde eleştiri yapmamam gerektiğini anladım. Kilisede sağlı sollu
şapeller bulunmakta. Ana kubbenin de altında şehrin koruyucu azizine ait bir
mezar kısmı da var ama sadece demir parmaklıkların ardından bakabiliyorsunuz.
Kral Meydanı adının hakkını pekte verebilen bir yer değil. Belki de İspanyollar Katalanlara fazla bir yatırım yapmayı düşünmediler, kim bilir.
Rambla'ya ulaşıyoruz. Yolun ortasındaki kısımda türlü acayip nesne
satılmakta. Özelliklede bitkiler. Meyveleri ya da çiçekleri kadın memesi,
erkeklik organı gibi olan – o torbalarda bu meyveleri bu kadar ucuza
satabilecek tohumların olduğunu pek sanmasam da- bitkilerin tohumlarının olduğu
torbaların yanı sıra buzdolabına yapışan ve içlerinde çiçekli kaktüslerin
olduğu yarım Barselona bardakçıkları
göze çarpıyor. Bununla beraber magnetler, kartlar ve elbetteki Barselona
kulübüne ait pek çok şey daha satılmayı bekliyor. Espanyol mu ? Değil bu
şehirde sanki bu gezegende öyle bir kulüp olduğuna dair en ufak bir iz
bulamadım sokaklarda.
Rambla Arapça'da kuru nehir yatağı demekmiş. Araplar bu boşluğu bir
cadde haline getirmişler. Günümüzde ise Rambla türlü insanın takıldığı bir yer
haline gelmiş çoktan; delilik, çılgınlık, dejenarasyon gibi anlamalara sahip
olmuş bile bana göre…
Buradan çktığınızda ise yolun tam karşısındaki binada erotik müze
var. Biz gittiğimizde balkonunda Marilyn Monroe ‘nun biri eteklerini
havalandırıp reklam yapıyordu.
Buradan yola devam ettiğinizde ise gene yolun sağında, Gaudi
eserlerinden biri olan Lycee isimli tiyatro binasına denk geliyor olacaksınız.
İçini grup olarak, adam başı 9 euro
vererek gezmeniz mümkün. Fotoğraflarını pek çok yerde görmüş olmalısınız. Çok
renkli camlardan oluşmuş bir kubbesi var. Girmedim.
Yolun sonunda ise deniz kıyısına doğru yüksekçe bir heykel var. 5 euroya bunun tepesine çıkılıyormuş. Bu Kristof Kolomb heykeli. İlk Amerika seferinin dönüşünde anakarada ilk karaya çıktığı nokta burası imiş. Bu anı ve yeri ölümsüzleştirmek üzere buraya bu heykeli yapmışlar.
Burada İstanbul'dan, şirketten gelen telefon nedeniyle bir
gerginlik yaşadığımız ve telefonlara yanıt vermem gerektiğinden vakit kaybedip
bir gerginlik yaşadık. Aslında karnımızın acıkmasında da bunun payı vardı.
Doğru düzgün internet olmadığı için “paredeta” isimli restoranın yerini bulamadım.
Köşedeki bir kioska sordum o da ilerideki turizm bürosu olarak çalışan
kulübeciği işaret etti. Oraya yöneldik.
Burada da insanlar gayet yardımseverdi. Genel olarak Katalan
milletinden bir sıcaklık yada yakınlık görmedim. Görevli kadın internet
üzerinden restoranın yerini gösterdi ve önündeki haritalardan birine yerimizi
ve gitmemiz gereken yeri işaretleyerek elime tutuşturdu.
Deniz kıyısına paralel bir şekilde ilerlememiz gerekiyor gördüğüm
kadarıyla. Neredeyse denizin içine gömülmüş gibi duran çok büyük bir alışveriş
merkezi var. Burada çok ucuza ürünlerin bulunabildiğini okumuştum. Giremedik.
Devam ettik. Deniz kıyısındaki istasyonun oradan içeri girdik ve
biraz sancılıda olsa “Paredeta” isimli restorana ulaşabildik.
Bir de mekanın salatasından bahsetmek istiyorum. Bir Amasra
salatası değildi ama gerek boyut gerekse görünüm açısından şimdiye dek gördüğüm
en büyük rakibiydi.
Tezgahta başka canlılarda vardı. Özellikle bizde hiç para etmeyen
kum midyeleri epeyce rağbet görmekteydi. İstakoz nasıl parçalanır da yenir
konusunda bir şey bilmediğim için uğraşmadım bile.
Bu arada dayanamadım ve çalışanlara sordum nereli olduklarını.
Kimi Dominikten kimi ise Filipinlerden. Eskiden zorla köle olarak getirilen
insanların torunları şimdilerde koşa koşa buralara köle olmaya gelmekte.
Dönüş yolunda sahile inmeyip ara sokaklardan yolumuza devam edelim dedik. Sonra baktık ki sokaklarda git git görüne bir şey yok, dükkanlar kapalı malum siesta. Bizde atladık metroya; şansımıza Rambla'nın sonuna dek giden metroya denk geldik. Oradan funikulere geçip Montjuik Tepesi'ne çıktık.
Montjuik Katalanca Yahudi Tepesi anlamına gelmekteymiş. Elbetteki
Yahudiler'den bir iz kalmamış adı dışında. Bu tepe İspanya tarihinde çok önemli
bir yere sahip. Franko ‘nu faşist güçlerine karşı savaşan cumhuriyetçiler
burada teslim olur ve 4000 asker duvarların önünde kurşuna dizilir.
Tepede gideceğimiz Poble Espanyol'un yanı sıra bir kale ve bir
mezarlık daha var. Ayrıca Katalanların meşhur Palau Nacional Müzesi de burada.
Dışarı çıkıyoruz ama haritaya göre Poble Espanyol epey uzakta.
Yürüyelim diyoruz ama kısa sürede pes edip ilk otobüs durağında araç
bekliyoruz. T10 kartı sağolsun, aktarmasından faydalanacağız. Şanslıyız bir
otobüs geliyor ve bizi beş durak kadar götürüp Poble Espanyol ‘un önünde
indiriyor.
Poble Espanyol inşa edilirken bir kaç bölge göz ardı edilmek zorunda kalınmış. Köyü yapan kafadarlar maddi imkansızlıklar nedeniyle Kanarya Adaları, Ibiza gibi yerlere gidemediklerinden bu yöreleri temsil eden yapılar sergiye konulamamış. Özgünlüğü bozmamak için de sonradan bir aklı evvel çıkıp da eklemeyince her şey olduğu gibi kalakalmış.
Köy içindeki yapılar ağırlıklı olarak ev. Bununla beraber bir iki
kilise ve manastıra da ev sahipliği yapmakta. Gayet şaşırtıcı olarak Gaudi'ye
ait hiç bir şey yok. Ya köyü inşa edenler İspanyol oldukları için Katalan
milliyetçisi Gaudi'yi ön planda tutan bir şeyler sergilemek istemedi ya da
“Gaudi'yi çok merak ediyorsanız şehri gezin” demeye getirdiler.
Köyün merkezinde güzel bir kilise var mesela. Kulesi ve kabaca ilk katı diyebileceğimiz bir kısmı porselenle kaplı. Bunun dışında ise, köyün en ucunda tarihi bir manastır sergilenmekte. Öyle ki manastırdaki bir lahdin kırık parçası bile üşenilmeksizin kopyalanmış.
Buradan Barselona'ya baktığınızda Sagrada Familia ‘nın şehre hakim
bir yapı olduğunu fark ediyorsunuz. Sağ tarafınızda ise Katalanlar'ın gururu
olan “” müzesi görülüyor. Muhtemelen onun bahçesinden şehir daha güzel
görünmekte.
Dönüş biraz sancılı oluyor tepeden. Önce funikuların çıkışına dek
gidip oradan bizi Plaça Katalonia’ya götürecek araca atlıyoruz. Bu T10 kartının
hakkını ödeyemeyiz gibi geliyor.
Plaça Katalonia ana baba günü. Böyle olmadığı bir zaman var mı,
bilemiyorum. Etraftaki yapılara bakınıp Gaudi'nin “modernista” üslubundaki
yapılarına doğru yolu adımlıyoruz.
Aslında modernista üslubu Gaudi'nin rakipsiz olduğu bir alan değil.
Çok sayıda mimar bu akıma kapılıp binalar inşa etmiş. Passage de Gracia
Caddesi'nde bu yapılardan çok sayıda göreceksiniz.
Az ileride yolun ters tarafında, çaprazda ise Casa Milla var. Burada
da kumtaşından dalgalı bir deniz havası verilmiş yapının önyüzüne. Dalgaların
köpükleri ise balkonlardaki dökme demir aksam ile güçlendirilmiş. La Pedrera
olarak da anılıyor. Taş ocağı demek. Burası da bir başka futuristik çatıya ve
iç mekana sahip.
Aynı yoldan dönüp metroya ulaşıyoruz. Gene Rubi denen kasabaya dek
tren oradan da yirmi dakikalık aynı yol. Ve yarın aynı işkenceyi gene
çekeceğiz.
2 Yorumlar
Rambla caddesi üzerinde uğradığınız halk pazarı hayatımda yediğim en lezzetli kalamarın olduğu yerdi ama koku çok fenaydı:-)) Birde Rambla caddesinden yukarı çıkarken solda kalan ara sokaklarda gerçekten hem tedirgin hemde ilgi çekici, gezmekten büyük keyif aldığım sokaklardı..
YanıtlaSilKelle koltukta gezilir yerler ama gezilmeden de olmaz bence.
YanıtlaSilYorumlarınız