Pazar sabahı
gezmeyi planladığımız Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezmiş olmamızın verdiği
gevşeme ve bir gün öncesinin bizi epeyce yıpratmış olması nedeniyle ne uyanmayı
tasarladığımız saatte uyanabildik ne de dışarı çıkabildik. Yine de bir gün
öncesinden zaman kazancımız olduğundan rahat hareket edebildik.
İlkin otelin yakınlarında bulunan Roma Hamamı kalıntılarına uğradık. Müze kart ile giriş yaptık ve iyi karşılandık. Tahmin edeceğiniz gibi Japon turist vardı ama yerli turist yoktu.
Hamam frigidarium (soğukluk ) ve sıcaklıktan oluşan iki kısımdan ibaret ama oldukça büyük. Alan olarak İstanbul'daki Osmanlı dönemi hamamlarının hepsinden büyük gibi görünüyor. Zeminde tuğladan birbirine eşit mesafede duran yükseltiler var. Bunlar Roma merkezinde de olduğu gibi alttan ısıtma görevini üstlenmekte. Odacıklarda yakılan ocakların ısıttığı hava bu boşluklarda dolanarak zemindeki mermerleri ısıtmakta imiş. Bir nevi antika kalorifer.
Palaestra
yani jimnastik sahası da burada. Geniş bir alan kaplıyor burası. Kimi zaman
yapılan kazılarda çeşitli parçalar ,heykeller hala bulunabilmekte. İleri de bu
alanı çevreleyen tel örgülerin dışında da birkaç sütun devrik yatmakta.
Nedenini Tanrı bilir.
Birde burada Pazar sabahı ayin yapan yabancı, Avrupalı bir grup vardı. Küçük bir evin önünde toplanıp ilahi okuyan grup bizi kaale almaksızın işine devam etti, bizde bu grubun fotoğraflarını çektik. Böyle aleni yapılan ayin için izin alınmış mı acaba? Sanmıyorum .
Hacı Bayram
Camii büyük ve modern bir görünümü var. Ama ilk yapım tarihi 1427 . Tavan ahşap
ve güzel süslemeleri var. Bununla beraber gerek mihrap gerekse minber zarif.
Zaten caminin orijinal iç ve dış kapıları günümüzde etnografya müzesinde
sergilenmekte.
Döneminin önemli sosyal tesislerinden birisi bu yapı. İslama yeni geçen kalabalıklara dini öğreten ve sevdiren ,gazalara giden gazilerin geride kalan ailelerinin bakımını üstlenen kuruluşlar bütünü bu. Hacı Bayram Veli ‘nin türbesi de burada. Tek minareli caminin hemen yanında bu kez Rma dönemi bir tapınak olan Augustus Mabedi görülebilir.
Mabed
imparator Augustus ‘a ithafen yapılmış. Yazıtların üzerinde imparatorun
başardığı işler ve bunlar için yaptığı harcamalar anlatılmakta. Kala kala iki
duvar ve bir iki taş parçası kalmış.
Yolumuzun
üstünde başka bir Roma dönemi eser olan Julianus Sütunu görülebilir. Eskiden
günümüzdeki valilik binasında olan sütun her nasılsa kırılmadan,parçalanmadan
buraya nakledilebilmiş. Üzerinde üstü tellerle kapatılmış bir leylek yuvası
var. Tabii ki artık orada o teller varken yuvaya gelen leylek olduğunu
sanmıyorum.
Justinien ‘in 362 yılında Ankara ‘ya yaptığı ziyaretin nişanesi üzerine dikilmiş. Tuğladan yapılmış. Defterdarlık, İş Bankası gibi 1900 lü yıllara ait büyük kamu binalarının arasında kendine bir yer bulmuş olan bu anıt Belkıs Sütunu olarak da halk arasında bir isim bulmuş kendine.
Ulus 'taki
işimizi bitirmek için son olarak Roma Yolu ‘na uğruyoruz. Yol aslında ilk defa
30 ‘lu yıllarda bulunmuş. Ama üstü örtülmüş ve 90 ‘lı yılların ortasında tekrar
bulunana dek unutulmuş böylece. Yolun Roma Hamamı ve kaleye dek uzandığı
sanılmakta. Altından kanalizasyonunda geçtiği sanılmakta. 2007 yılında yapılan
son kazılarda Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait kap kaçak bulunmuştu. Zeminde
geniş yüzlü, irice taşların kullanıldığı görülmekte.
Yolun
yanında Ankara ‘nın eski camilerinden Zincirli Camii ‘de var. Vakit az ne yazık
ki ve gezecek daha çok yer var.
Yürüyoruz.
Şu an müze olarak kullanılan ama tadilatta olduğu için içerisine giremediğimiz
II.meclis binasının önünde oyalanıyoruz. Aşağı yukarı yolun karşısında Ankara
Palas var.
Yanılmıyorsam Mimar Kemaleddin Bey inşaat sırasında ayağına batan bir çivi nedeniyle
tetanosa yakalanıp hastalanır ve nihayetinde vefat eder.
Gençlik Park
‘ı yeniden düzenleme çalışmaları nedeniyle kapalıydı. İki yılı aşan bir
düzenleme. Sanırım piramit yapıyorlar.
Etnografya
Müzesi ‘ne doğru gidiyoruz ama müzeyi bulamadığımız gibi müzeyi bilen birini de
bulamıyoruz. Bununla beraber yol üzerinde güzel binalar var. Tiyatro binasını
Gaudi ‘nin Barselona ‘daki binalarına benzettim. Garanti ve Ziraat Bankaları'nın
binalarına sözünü etmeye değer tarihi yapılar. Velhasıl kelam Ankara gezilmesi
gereken bir şehir.
Ankara
müzelerinin en büyük handikabı öğle tatilleri. Bizde tam öğle saatine denk
geldik ve nereye gideceğimizi bilemediğimiz için bahçede oyalanıp sağı solu
izlemeye koyulduk. Eskiden namazgah tepesi olarak anılan bu tepe bir mezarlık
imiş.
Neyse biraz
oyalandıktan sonra önce resim ve heykel müzesine girdik. Beyaz bir kuğuyu
andıran yapı iki katlı. İlk olarak Türk Ocakları'nın merkez binası olarak
kullanılmış. Üst katında, sol tarafta çok hoş bir salon var. Tavanlarının, duvarlarının
sedef kakma süslemelerinden tutun ,içindeki artık antika olmuş eşyaları ile
anılmaya değer bir oda.
Bir kat boyunca pek çok odada gayet güzel aydınlatılmış çok sayıda tabloyu izleyebiliyorsunuz. İbrahim Çallı, Osman Hamdi Bey gibi pek çok önde gelen Türk ressamın eserleri arasında rahmetli Bülent Ecevit ‘in annesine ait bir iki resimde görülmekte.
Ayrıca
girişin üst katındaki odada ise Osmanlı dönemi hat ,seramik ürünleri
görülebilir. Alt kata sağ taraftaki mermer merdivenlerden inerseniz sizi birde
Zonara tablosunun uğurlayacağını da hatırlatırım. Güzel bir yapı.
Nihayet
Etnografya müzesine de giriyoruz. Yapı 1925-27 yılları arasında Arif Hikmet
Koyunoğlu ( Mongeri ‘nin öğrencilerinden olan mimar Bursa ‘daki Tayyare Kültür
Merkezinin de mimarıdır ) tarafından inşa edilmiş ve nedense 1930 ‘da açılmış.
Yapının önce Arkeoloji Müzesi olarak kullanılması düşünülmüş, sonra resim
heykel okulu olmasına karar verilmiş ama nihayetinde şimdiki amacıyla
kullanılması amacıyla açılmış.
Müzenin giriş kapısının önündeki Atatürk Heykeli de restorasyonda. Rivayete göre Fikriye Hanım ‘ın mezarı da burasıymış. Kim bilir…
Gezimize sağ
kanattan başladık. Burada yöresel kıyafetlerin sergilendiği camekanlar
bulunmakta. Mankenlerden oluşturulmuş kompozisyonlar yöresel yaşantılardan
kesintiler sunmakta.
Saat yönünün tersine yapacağınız tur sırasında bu kez kullanılan türlü günlük eşyayı, kap kacak ve mutfak eşyalarını göreceksiniz. Biraz daha gittiğinizde çeşitli silahlar vb bulunan camekanları geçerek el yazması kitapların, Kuran ‘ların ,rahlelerin olduğu sol kanada geçmiş olacaksınız.
Burada son
iki oda da Ankara ve çevresindeki camilerin kapı, pencere kanadı ve minberlerini
görebilirsiniz. Hacı Bayram Camii'nin iç ve dış kapıları ,Ürgüp 'teki Selçuklu
dönemi bir caminin pek çok parçası
görülebilir. Birde oldukça büyük ahşap bir sanduka var ortada.
Müze güzel
ama oldukça küçük. Fotosellerde pek düzgün çalışmamakta. Özellikle sol kanatta
,ahşap eserlerin olduğu kısım oldukça loş.
Buradan da
çıkınca Kızılay ‘a gittik. Bir şeyler atıştırabileceğiniz ,çeşitli yönlere
gidebileceğiniz bir merkez burası.
Bu Ankara
turumuzda şehrin güney kısımlarına inemedik. Çankaya ve Atakule ‘ye uğrayamadık.
Bir sonraki tura kaldı diyerek şehre veda ettik.
0 Yorumlar
Yorumlarınız