Takip Et

8/recent/ticker-posts

Nepal Gün 3 - Himalayalar'ı görmek yada görmemek

Saat sabahın 4:30 ‘u. Bir taksinin arka koltuğunda uyku sersemi olarak Osman ‘ın yanında oturuyorum. Şamil ön koltukta. Dünyanın her yerinde sabahın körü olarak kabul edilebilecek bu saatte ne mi yapıyoruz? Anlatacağım.

Nepal ‘e kadar gelipte Himalayalar'ı, Everest Tepesi'ni görmemek olmaz. Dağa, zirve amaçlı profesyonel bir tırmanış için Nepal hükümetinden resmi izniniz olmalı. Bu resmi izin 100,000 dolares Amerikanas. Ama parasız gözü karalar tek gecelik, iki gecelik treking turlarına da katılabilir. Gidenler anlata anlata bitiremiyorlar. Bizim gibi lapacılar ise uzaktan görelim de ortamlarda icabında çıktık deriz diyerek Nagarkot ‘a gidebilirler.

Bizim otele sorduğumuzda otel sahibimiz olan acayip adam – ki beni gerek aksanım gerekse görünümüm itibariyle Nepalli olarak kabul etmişti. Gerçekten yaşlanıyorum demek – bize adam başı 45 dolar fiyat vermişti. Akşam tur operatörlerini aramak için yollara düştük.

Katmandu gece yaşantısının önemli mihenk taşlarından birisi “Freak Street” yani bizim dilimize göre “ucube sokağı”. Demiştim, bir zamanlar Nepal'de esrar vb serbestken Jimi Hendrix ve avanesi bu sokakta takılırlarmış. Yerliler de “freak bunlar ya” diye diye sokağın adı bu hale gelmiş. Başta buradaki dükkanlara sorduk. Umut yok. Bir dükkandan çıkıp diğerine gitmeye çalışırken ufak tefek bir tip geliyor yanınıza, “esrar var abi”, “hap var” bilmem ne diyor. Kimyasalla işi olmayan arkadaşlar ise biyolojik yaklaşarak eğer mekanlarına gelirsek kadın bulacağımızı söylüyor. Hem de saati beş euro…

Biz sonunda bir mekan bulduk. Hintli bir adam ile Şamil konuşuyor uzun süre. Gerçekten de bizim “baba” hallediyor. Adam başı 14 dolara sabahın köründe Nagarkot'a gideceğiz. Öğle 1 ‘e kadar araç bizim.

İşte bu nedenle sabahın bu saatinde, şiş gözlerimizle yoldayız.

Yol o kadar bozuk ki araç içerisinde hoplayıp zıplıyoruz. Kırsalda ilerlerken etraftaki mısır ve yerine göre pirinç tarlalarını aşıyoruz. Kimi zaman köyler ve o karanlık yollarda yürüyen insanları görüyoruz. Yaşam zor olmalı. Ya da yaşam burada da bizim köylerdeki gibi güneşe bağlı sürmekte.

Nagarkot'tan bahsetmeli güneş biraz kendini beli etmeye başlayıp da topraktan kaldırdığı nemi sise çevirirken . Aslında bir numarası olmayan  bir yer. Ormanlık, Himalaya manzaralı bir tepe olduğu için irili, ufaklı pek çok tesis yapılmış. Tesisler ek iş olarak treking vb turları da organize etmeye balayınca doğa sporlarının merkezi haline gelmiş. Devlette boş durmamış dağların karşısına bir gözlem kulesi kurmuş.

 Sonunda varıyoruz bahsettiğim kulenin oraya. Saat 6 ‘yı az biraz geçiyor. Şoförümüz pek umutlu değil. Hava koşuları nedeniyle yılın çok az bir zamanı dağlar görünebilmekte. Bugün de sis ve güneşi engelleyen kalın bir bulut katmanı var. Bizden de önce gelenler olmuş. Japonlar tabii.

Kuleye çıkıyoruz. Ne taraf Himalayalar ne taraf neresi en ufak bir emare yok. Sadece önceden gördüğüm fotoğraflardan yola çıkarak önümüzde açıklığı göz önünde bulundurarak merdivenden çıkışımıza göre sağ tarafın Himalayalar olduğunu varsayıyorum. Bazen güneş kendini gösteriyor ve su buharı bir perde gibi yükseliyor. Çok uzaklarda, sisler arasında bazı dağlar beliriyor. Uzaklarda kimi köyler ki nasıl gidilir, ne yapılır, nasıl yaşanır sadece Tanrının bileceği şeyler…

İnsanlar ile konuşuyoruz. Çene çalıyoruz. Japon yüzlü bir kısa başka Japon yüzlü teyzem nereli olduğunu söylüyor. Elele tutuştuğu Hintli çocuk ile beraber Kanadalı olduklarını söylüyorlar. Şamil “Kanadalı diye bir millet mi varmış” diye fısıldıyor kulağıma. Katılıyorum Şamil'e. Haydi, karşındaki Amerikalı, Avustralyalıdır belki dersin, Kanada vatandaşıyım dersin. Ama kendi ırkından birine de bu şekilde cevap vermek bence meczupluk.

Sisin kalkacağı yok, aksine gitgide kesifleşiyor. Bazen bulunduğumuz yerden zemin bile görünmez oluyor. Soğuktan derinlerimize kadar içimize işledi. Ben yağ tabakamla durumu biraz daha idare ederim de benimle gelen bu iki gariban altı kolluya müşteri bile olabilirler. İniyoruz.

Dönüşte şoförle konuşuyoruz. Oğlu Avustralya'da okuyormuş. Kendisi gençken denemiş. Tutunamamış oralarda. Oğlu yapabilsin istiyor, gençlere Nepal'de ekmek olmadığını düşünüyor ama çocuk ise gençliğini tam hızıyla yaşıyor olmalı. Avustralya'dan geldiğinin ertesi günü arkadaşlarıyla Singapur'a uçuvermiş bile.

Ekonomi ve sosyal yapıdaki kötü gidişe bağlanıyoruz buradan. Komplo teorileri de bunu izliyor. Anlıyorum ki, dil, din, ırk ayrımı olmaksızın insanların yaşanılan problemlerin kaynakları olduğu ülke ve güçler var.

Adam bizi otellerimize bırakıyor ve biraz dinlenip tekrar yola çıkıyoruz.

Şamil üzgün Himalayalar'ı da göremedik. Benim adiliğim üzerimde. “Bir ton da para harcadık bir hiç için” diyorum. Sonra daha da üzülmesin diye “buraya geldik. Kaç kişi buralara kadar gelebiliyor ki, şükret. ” Ardından onu kızdıracak bir şeyler daha söyleyerek küfretmesini sağlıyorum sonunda. Tamam Şamil fabrika ayarlarına döndü. Osman iyi zaten. Ben her zamanki gibi. Sadece gözümde İskender kebap hayali var.

Katmandu da iki noktamız kaldı. Biri Hindular diğeri Budistler için çok büyük anlam teşkil ediyor. Paşupatinat Tapınağı'na gidiyoruz ilkin. Burası şehrin en önemli Hindu tapınağı. Gerçek saduları, ölü yakma törenlerini vb burada görebiliyorsunuz. Yabancılara 1000 rupi. Şamili gönderdik. Biz cimriler olarak girişteki kafeteryadaki kısımda kaldık. Gelen kıza Nepal çayı sipariş ettim. Nepal'de ve Hindistan'da özel bir şey demezseniz size sütlü çay getiriyorlar. Sütlü çaydan pek haz etmedim. Nepal çayında bu sütlü çaya zencefil, karanfil – bunlar ayrıştırabildiklerim – gibi pek çok baharat katılıyor. Sevdiğimi söyleyemeyeceğim.

Şamile ne gördüğünü, neler yaptığını anlattırdık. Sonuçta kendi dininin en önemli mekanlarından birisi. Bizim ve ailelerimiz için de dua ettiğini söyleyince öldüğünde onu ben yakacağımı söylüyorlar. Hiçbir iyilik ben de karşılıksız kalmaz.

Bir sonrasında durağımız Buda Stupa'sı yani Budist tapınağı. Lonely Planete göre yürüme mesafesinde ama  sorduğumuz kişiler araçsız gidilmez diyor. Yürümeye başlıyoruz. Nehri aşıyoruz. Paşupatinat ölülerin yakıldığı kısmı dışarıdan da görülüyor. Bir ceset yakılıyor diğeri ise beklemede. Fotoğraf çekmiyorum.

Uzunca bir süre daha yürüyoruz. Şamil isyanlarda. Yolda gördüğüm bir akvaryumcuya dalıyorum. Amerika kökenli timsah balığı satılıyor bir çift. Satıcı kız İngilizce bilmiyor, o nedenle balığın fiyatını soramıyorum ama epeyce pahalı olmalı.

Bir saati aşkın bir süre yürüyoruz. Şamilin hayıflanmaları olmasa araca binerdik, aslında biz de yorulduk. Nihayetinde Buda Stupası'na ulaşıyoruz. Giriş 250 rupi. O kadar yürüdük ne deseler eyvallah diyeceğiz.

İtalyan stili yuvarlak bir meydan. Etrafı genelde üç katlı yapılarla çevrili. Ortada tapınak ve tepede bir buda heykeli. Renkli bayraklar uzanıyor tepesine doğru. Tepede yirmi kg altın kullanılmış. Her zamanki bahtsızlığımız burada da peşimizde. Tapınakta tamirat var. Hoş gelenler zaten ibadete gelmişler. Dua rulosu denilen metal silindirleri döndürerek saat yönünde dolanıyor insanlar. Bizlerse alış verişe devam ediyoruz. Burada sert demirden yapılan metal taslar var. Vurduğunuzda oluşan vınlama ve titreşimlerin uhrevi etkileri olduğundan bahsedilmekte. Benim sorduğum bir tanesi maddi açıdan verdiği negatif etki o kadar çoktu ki ruhani açıdan bir daha toparlanamam diye almadım.

Tapınağın içine girdim. Dua ruloları burada da var ama tamirat nedeniyle her yer dağılmış. Bir de orada duran beberuhi kılıklı adama da yakalanıp bağış yapmak zorunda da kalınca epey dağıldım.

Oturup insanları izledik. Bahane bu tabii. Anlayan anlamıştır, yorgunluktan kağıt gibiydik. Dönüşü minibüsle yaptık.

Son gece artık. Ben çantamı yapmak için odada kaldım. Genç ve enerjik olduğunu iddia eden ikili ise Nepal akşamlarına akıp karınlarını doyurmak için son seferlerine çıktılar.

Yorum Gönder

0 Yorumlar