Saat sabahın 4:30 ‘u. Bir taksinin arka koltuğunda uyku
sersemi olarak Osman ‘ın yanında oturuyorum. Şamil ön koltukta. Dünyanın her
yerinde sabahın körü olarak kabul edilebilecek bu saatte ne mi yapıyoruz?
Anlatacağım.
Nepal ‘e kadar gelipte Himalayalar'ı, Everest Tepesi'ni görmemek olmaz.
Dağa, zirve amaçlı profesyonel bir tırmanış için Nepal hükümetinden resmi
izniniz olmalı. Bu resmi izin 100,000 dolares Amerikanas. Ama parasız gözü
karalar tek gecelik, iki gecelik treking turlarına da katılabilir. Gidenler
anlata anlata bitiremiyorlar. Bizim gibi lapacılar ise uzaktan görelim de
ortamlarda icabında çıktık deriz diyerek Nagarkot ‘a gidebilirler.
Bizim otele sorduğumuzda otel sahibimiz olan acayip adam –
ki beni gerek aksanım gerekse görünümüm itibariyle Nepalli olarak kabul
etmişti. Gerçekten yaşlanıyorum demek – bize adam başı 45 dolar fiyat vermişti.
Akşam tur operatörlerini aramak için yollara düştük.
Katmandu gece yaşantısının önemli mihenk taşlarından birisi
“Freak Street” yani bizim dilimize göre “ucube sokağı”. Demiştim, bir zamanlar
Nepal'de esrar vb serbestken Jimi Hendrix ve avanesi bu sokakta takılırlarmış.
Yerliler de “freak bunlar ya” diye diye sokağın adı bu hale gelmiş. Başta buradaki
dükkanlara sorduk. Umut yok. Bir dükkandan çıkıp diğerine gitmeye çalışırken
ufak tefek bir tip geliyor yanınıza, “esrar var abi”, “hap var” bilmem ne
diyor. Kimyasalla işi olmayan arkadaşlar ise biyolojik yaklaşarak eğer
mekanlarına gelirsek kadın bulacağımızı söylüyor. Hem de saati beş euro…
Biz sonunda bir mekan bulduk. Hintli bir adam ile Şamil
konuşuyor uzun süre. Gerçekten de bizim “baba” hallediyor. Adam başı 14 dolara
sabahın köründe Nagarkot'a gideceğiz. Öğle 1 ‘e kadar araç bizim.
İşte bu nedenle sabahın bu saatinde, şiş gözlerimizle
yoldayız.
Yol o kadar bozuk ki araç içerisinde hoplayıp zıplıyoruz. Kırsalda
ilerlerken etraftaki mısır ve yerine göre pirinç tarlalarını aşıyoruz. Kimi
zaman köyler ve o karanlık yollarda yürüyen insanları görüyoruz. Yaşam zor
olmalı. Ya da yaşam burada da bizim köylerdeki gibi güneşe bağlı sürmekte.
Nagarkot'tan bahsetmeli güneş biraz kendini beli etmeye
başlayıp da topraktan kaldırdığı nemi sise çevirirken . Aslında bir numarası
olmayan
bir yer. Ormanlık, Himalaya
manzaralı bir tepe olduğu için irili, ufaklı pek çok tesis yapılmış. Tesisler
ek iş olarak treking vb turları da organize etmeye balayınca doğa sporlarının
merkezi haline gelmiş. Devlette boş durmamış dağların karşısına bir gözlem
kulesi kurmuş.
Sonunda varıyoruz
bahsettiğim kulenin oraya. Saat 6 ‘yı az biraz geçiyor. Şoförümüz pek umutlu
değil. Hava koşuları nedeniyle yılın çok az bir zamanı dağlar görünebilmekte. Bugün
de sis ve güneşi engelleyen kalın bir bulut katmanı var. Bizden de önce
gelenler olmuş. Japonlar tabii.
Kuleye çıkıyoruz. Ne taraf Himalayalar ne taraf neresi en
ufak bir emare yok. Sadece önceden gördüğüm fotoğraflardan yola çıkarak
önümüzde açıklığı göz önünde bulundurarak merdivenden çıkışımıza göre sağ
tarafın Himalayalar olduğunu varsayıyorum. Bazen güneş kendini gösteriyor ve su
buharı bir perde gibi yükseliyor. Çok uzaklarda, sisler arasında bazı dağlar
beliriyor. Uzaklarda kimi köyler ki nasıl gidilir, ne yapılır, nasıl yaşanır
sadece Tanrının bileceği şeyler…
İnsanlar ile konuşuyoruz. Çene çalıyoruz. Japon yüzlü bir kısa
başka Japon yüzlü teyzem nereli olduğunu söylüyor. Elele tutuştuğu Hintli çocuk
ile beraber Kanadalı olduklarını söylüyorlar. Şamil “Kanadalı diye bir millet
mi varmış” diye fısıldıyor kulağıma. Katılıyorum Şamil'e. Haydi, karşındaki
Amerikalı, Avustralyalıdır belki dersin, Kanada vatandaşıyım dersin. Ama kendi
ırkından birine de bu şekilde cevap vermek bence meczupluk.
Sisin kalkacağı yok, aksine gitgide kesifleşiyor. Bazen
bulunduğumuz yerden zemin bile görünmez oluyor. Soğuktan derinlerimize kadar
içimize işledi. Ben yağ tabakamla durumu biraz daha idare ederim de benimle
gelen bu iki gariban altı kolluya müşteri bile olabilirler. İniyoruz.
Dönüşte şoförle konuşuyoruz. Oğlu Avustralya'da okuyormuş.
Kendisi gençken denemiş. Tutunamamış oralarda. Oğlu yapabilsin istiyor,
gençlere Nepal'de ekmek olmadığını düşünüyor ama çocuk ise gençliğini tam
hızıyla yaşıyor olmalı. Avustralya'dan geldiğinin ertesi günü arkadaşlarıyla
Singapur'a uçuvermiş bile.
Ekonomi ve sosyal yapıdaki kötü gidişe bağlanıyoruz buradan. Komplo
teorileri de bunu izliyor. Anlıyorum ki, dil, din, ırk ayrımı olmaksızın
insanların yaşanılan problemlerin kaynakları olduğu ülke ve güçler var.
Adam bizi otellerimize bırakıyor ve biraz dinlenip tekrar
yola çıkıyoruz.
Şamil üzgün Himalayalar'ı da göremedik. Benim adiliğim
üzerimde. “Bir ton da para harcadık bir hiç için” diyorum. Sonra daha da
üzülmesin diye “buraya geldik. Kaç kişi buralara kadar gelebiliyor ki, şükret.
” Ardından onu kızdıracak bir şeyler daha söyleyerek küfretmesini sağlıyorum
sonunda. Tamam Şamil fabrika ayarlarına döndü. Osman iyi zaten. Ben her zamanki
gibi. Sadece gözümde İskender kebap hayali var.
Katmandu da iki noktamız kaldı. Biri Hindular diğeri
Budistler için çok büyük anlam teşkil ediyor. Paşupatinat Tapınağı'na gidiyoruz
ilkin. Burası şehrin en önemli Hindu tapınağı. Gerçek saduları, ölü yakma
törenlerini vb burada görebiliyorsunuz. Yabancılara 1000 rupi. Şamili
gönderdik. Biz cimriler olarak girişteki kafeteryadaki kısımda kaldık. Gelen
kıza Nepal çayı sipariş ettim. Nepal'de ve Hindistan'da özel bir şey demezseniz
size sütlü çay getiriyorlar. Sütlü çaydan pek haz etmedim. Nepal çayında bu
sütlü çaya zencefil, karanfil – bunlar ayrıştırabildiklerim – gibi pek çok
baharat katılıyor. Sevdiğimi söyleyemeyeceğim.
Şamile ne gördüğünü, neler yaptığını anlattırdık. Sonuçta
kendi dininin en önemli mekanlarından birisi. Bizim ve ailelerimiz için de dua
ettiğini söyleyince öldüğünde onu ben yakacağımı söylüyorlar. Hiçbir iyilik ben
de karşılıksız kalmaz.
Bir sonrasında durağımız Buda Stupa'sı yani Budist tapınağı. Lonely
Planete göre yürüme mesafesinde ama sorduğumuz kişiler araçsız gidilmez diyor.
Yürümeye başlıyoruz. Nehri aşıyoruz. Paşupatinat ölülerin yakıldığı kısmı
dışarıdan da görülüyor. Bir ceset yakılıyor diğeri ise beklemede. Fotoğraf
çekmiyorum.
Uzunca bir süre daha yürüyoruz. Şamil isyanlarda. Yolda
gördüğüm bir akvaryumcuya dalıyorum. Amerika kökenli timsah balığı satılıyor
bir çift. Satıcı kız İngilizce bilmiyor, o nedenle balığın fiyatını soramıyorum
ama epeyce pahalı olmalı.
Bir saati aşkın bir süre yürüyoruz. Şamilin hayıflanmaları
olmasa araca binerdik, aslında biz de yorulduk. Nihayetinde Buda Stupası'na
ulaşıyoruz. Giriş 250 rupi. O kadar yürüdük ne deseler eyvallah diyeceğiz.
İtalyan stili yuvarlak bir meydan. Etrafı genelde üç katlı
yapılarla çevrili. Ortada tapınak ve tepede bir buda heykeli. Renkli bayraklar
uzanıyor tepesine doğru. Tepede yirmi kg altın kullanılmış. Her zamanki
bahtsızlığımız burada da peşimizde. Tapınakta tamirat var. Hoş gelenler zaten
ibadete gelmişler. Dua rulosu denilen metal silindirleri döndürerek saat
yönünde dolanıyor insanlar. Bizlerse alış verişe devam ediyoruz. Burada sert
demirden yapılan metal taslar var. Vurduğunuzda oluşan vınlama ve titreşimlerin
uhrevi etkileri olduğundan bahsedilmekte. Benim sorduğum bir tanesi maddi
açıdan verdiği negatif etki o kadar çoktu ki ruhani açıdan bir daha
toparlanamam diye almadım.
Tapınağın içine girdim. Dua ruloları burada da var ama tamirat
nedeniyle her yer dağılmış. Bir de orada duran beberuhi kılıklı adama da
yakalanıp bağış yapmak zorunda da kalınca epey dağıldım.
Oturup insanları izledik. Bahane bu tabii. Anlayan
anlamıştır, yorgunluktan kağıt gibiydik. Dönüşü minibüsle yaptık.
Son gece artık. Ben çantamı yapmak için odada kaldım. Genç
ve enerjik olduğunu iddia eden ikili ise Nepal akşamlarına akıp karınlarını
doyurmak için son seferlerine çıktılar.
0 Yorumlar
Yorumlarınız