Geceleri şehre hakim bir gürültü var. Trafik vb değil. İlki
gençlerin düzenledikleri partilerin gürültüsü. Diğeri ise çalışan
jeneratörlerden gelen ses. Şehirde elektrik ve su kesintileri sıklıkla
yaşanıyor. Halk bunu sırtlıyor. Fakat turistlerin huzuru için otelcilerde
jeneratörlerin işletim masrafını sırtlamakta.
Şamili de alıp Bhaktapur’a gidecek otobüslerin kalktığı yere gideceğiz. Grup olarak gerçekten güzel
anlaşıyoruz. Sırt çantalarımızı bakkaldan aldığımız su ve bisküvilerle doldurup minibüs beklemeye koyuluyoruz. Tıpkı Hindistan'daki gibi burada da su, üzerine sonradan mineral eklenmiş bir şekilde şişelenmiş. Himalaya'nın buzullarındaki kaynaklardan elde edildiği iddia edilen su için bile bu geçerli.Nepal'deki insanların yardım etmek için çabalamalarını takdir
etiğimi ama bu çabalarının neredeyse her zaman sonuçsuz kaldığını dünkü yazımda
da belirtmiştim. Burada da çok sayıda kişiye Bhaktapur ‘a giden araçların
nereden yolcu aldığını sorduk. Minibüs durağının kahyası olduğunu sandığım adam
da dahil olmak üzere hiç kimse doğru cevabı veremedi. İlerideki durağa gidip
orada soralım dediğimizde bile net cevaplar alamadık ama otobüsü bulabildik.
Bhaktapur Katmandu'dan sadece 14 km uzaklıkta. Buna karşın
ulaşım bir saati aşabiliyor. Yol kötü de değil. Çünkü bu minibüs hemen hemen
her durakta durup bir iki dakika bekliyor. En iyisi taksi ile gitmeniz. Boşuna
zaman kaybetmezsiniz.
Minibüslerden indiğiniz yerin hemen karşısında bir bilet
gişesi var. 15 dolar karşılığı bir para öderseniz ( 1500 nepal rupisi kadar
yaklaşık ) meydanlara giden yola salıyorlar sizi. Aslında buradan az biraz önce
iner ve ara sokaklardan girerseniz başka bir bilet gişesi olmadığı gibi içeride
de bir kontrol yok.
Bizim gibi, Şamil Efendi de para ödediği için – benim üçte
birimi ödemiş olsa da- gene dırdırı ile çamurlu sokakları adımlamaya başladık.
Şehri o an sevdim. Dükkanlara giriyorsunuz, kimse size yapışmıyor, soru
sorduğunuzda sıkılmaksızın sizi yanıtlıyor. Alışveriş yapmadınız ve adamın
–yada kadının- vaktini de epeyce aldınız – kendimden bahsettiğim epey belli
oluyor olmalı – söyledikleri aşağı yukarı şu oluyor. “Dünyanın bir ucundan
dükkanıma geldin ve zamanını paylaşıp benimle konuştun, bu iyiliğin için ben
teşekkür ederim”
İlerliyoruz. Şehrin çıkışı gibi bir yerden sağa dönüp bir
meydana ulaşıyoruz. Osman ve Şamil tespih bakmak için bir dükkana daha
giriyorlar. Gözlemlerimize göre Bhaktapur Katmandu'dan neredeyse böyle
hediyeliklerde yarı yarıya ucuz. Bense yolun karşısındaki dükkana bakarken
oldukça yaşlı bir kadın tarafından içeriye davet ediliyorum. Ne dediğini
zerrece anlamıyorum. Ama yüzünde satışçıların pek çoğunda olan o kaypak
ifadeden eser yok. Halihazırda çalışmakta olan oğlu ise çok iyi İngilizce
biliyor. Bir maske görüyorum. Diğer maskelerde renkli kısımlar boya iken
anladığım kadarıyla bunda renklendirmeler hep yarı değerli taşlarla yapılmış.
Boyama dahi olsa gerçek bir sanat eseri bu parça. 90 dolara dek düşüyor adam.
Almadığıma pişman oldum ama inanın almış olsaydım ve havalimanında kırılmış
olduğunu görseydim hiç hoş sonuçları olmazdı.
Buradan sonra çömlekçiler meydanı da denilen yere geçtik.
Gerçekten de yüzlerce çömlek yeni boyanmış halde kurumaya bırakılmıştı.
Buradaki magnetçilerden de alışveriş yaptım. Satılmakta olan Kaşmir bir atkıda
gönlüm kaldı. Adam 30 dolara dek indirdi ama cesaret edemedim bir türlü almaya.
Anlayacağınız üzere Bhaktapur'da aklım ve gönlüm pek çok şeyde param ise
cüzdanımda kaldı.
Ara sokaklarda gezmek, insanlarla havadan sudan konuşmak
gibisi yok. Uzaklarda gökyüzünü kaplayan bulutları görmeseydim aylaklığa devam
ederdim ama zamanı iyi değerlendirmemiz gerektiğini fark edince Durbar
meydanına doğru yürümeye başladık.
Biz burada dolanırken yağmur başlayıverdi. Tunus'taki yağmura
yakın bir yağış. Neyseki sarayın karşısındaki manastırın saçaklarına sığınıp
yağmuru, ıslanmamak için kaçışanları izledik.
Hemen yanındaki Dattatreya Meydanı'nda pek oyalanmadan geçip
ilerliyoruz. Şehrin devasa su sarnıcının karşısındaki minibüs duraklarından
araca binip geri dönüyoruz. Bhaktapur Nepalin gerçekten en güzel şehriydi.
Bir diğer meşhur şehir ise Petan olarak telaffuz edilen
Patan kenti. Buraya da nasıl gideceğimizi bulabilmek için dört döndük. Haydi
benim İngilizcem kısıtlı, Şamil'in bile İngilizcesi Nepallilerle anlaşmaya kimi
zaman yeterli olmadı. Benim pek gidesim yok ama Şamil ısrarcı olunca Patan için
bir taksiye atladık. Taksici de pek istekli değildi bizi götürmek için ama
zorladık.
-
“O zaman bir tapınak olmalı” dedim.
-
“Önemli bir tapınak değil, daha güzelleri
burada. 600 rupi.”
-
“Ben araştırma yapıyorum Nepal mimarisi üzerine” dedim. “Ha” dedi. “Tamam, sonra görüşürüz” dedim ayrıldım oradan.Şamil neden girmediğimizi sorup her zamanki gibi saydırmaya
başladı. Gördüğüm tapınağa dek geri döndüm, bir sokağa daldım ve yüz metre
kadar ilerledikten sonra sağa döndüm ve meydandayız. Biz yaklaşık 6, Şamil 1,5
dolar kardayız.
Patan Lalitpur ismiyle tarihte yer almış. Günümüzde ismini
aldığı “güzellik” kavramından pek bir şey kalmamış olsa da görmeğe değer bir
yer. Bununla beraber şehrin Durbar ‘ı epeyce küçük ve yapılar oldukça hasarlı.
Gene de gezdik ve yemek için bir restorana atladık. Fiyatlar yerlerde. Buranın
bir nevi mantısı olan “momo” sipariş ettim. Yağda kızarmış büyük bir mantı bu.
İçindeyse yerel manda olan “yak” eti vardı ki bizim sığırlara göre bir tat farkı
alamadım.
Minibüsle Katmandu'ya döndük. Nasıl olsa zaman sıkıntımız
yok. Son rötuşlar, Katmandu'da kalan yerler ve şansımız varsa Himalayalar'ı görme
yarının işi…
0 Yorumlar
Yorumlarınız