Takip Et

8/recent/ticker-posts

Nepal Gün 1 - Katmandu

, Delhi'nin kaotik trafiğini, enteresan tapınaklarını geride bırakıp havalimanına ulaşıyoruz. Çıkış işlemleri o denli çabuk bitiyor ki “Hindistan benden alacağını aldı, şimdi de sepetliyor“ diye düşünmüyor değilim.

Bekleme salonunda Şamil ile buluşuyoruz. Şamil bizim firmanın Hintli partner firmasından bir yazılım mühendisi. Goalı, dolayısıyla koca ülkenin diğer yörelerindeki insanlardan kültürel açıdan farklılar. Üç senelik dostluğumuzda Türkçeyi epeyce kavradı. Ruhen Trabzonlu olup geçen senenin kışında Trabzon'a gitmemize bile ön ayak oldu. O derece yani.

Delhililere ateş püskürüyor. Gece hava limanından otele giderken taksi ile 300 rupiye anlaşmış. Adam yolda aracı durdurup 500 daha isteyince tırsıp vermiş. İki dakika sonra otele gelince de iyice delenmiş ama taksici anında gazlamış.

Nepal Havayolları'na ait uçakta etli bir yemek yiyince kendime geldim. İki saatlik yolculuğumda keyfim yerimde. Hindistan'dan kurtuluyoruz. Fas için Afrika'nın Hindistan'ı denilir de Hindistan da Asya'nın Fas'ı olarak anılabilir. Fas seferimin en kötü gezim olduğunu yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır. Gerçi insan kalitesi Fasla karşılanmayacak kadar yüksekti. Belki de planlarımın yerine tur vb satın almamız nedeniyle canım sıkıldı. Pek çok yeri de pas geçtik. Neyse ki önümüzdeki yılın Ocak sonunda gene buralarda olacağım ailemle beraber.

Havalimanına iniyoruz. Hinlilere Nepalliler vize uygulamıyor dolayısıyla Şamil gözden kayboluyor hemen. Bize ise havalimanında 25 dolara vize veriliyor. Gerçi ben 72 saatten az kalacak transit yolculara ücretsiz vize verildiğini okumuş ve bunun peşinden koşturmaya çalışmıştım. 70 saat kalacağımı söylediğimde gişedeki adam pek iplemedi beni ve standart vize kuyruğuna yönlendirdi.

Neyse, uydurma bir pul benzeri bir şey pasaporta yapıştırıldı ve vize alınmış oldu. Merkeze taksiler 200-300 Nepal rupisine yolcu götürüyormuş. Ama sabah stresi yaşamamamız için Şamil'i takip ediyoruz. Nasıl olsa Şamil'in otel neredeyse bizimle aynı sokakta ve ücretsiz olarak gidecek. Adamlara bunu söylediğim de başta teklifime yanaşmıyorlar. Nasıl olsa aynı yöne gideceğimizi söylediğimde ise kendi aralarında epeyce konuşarak nihayet kabul ediyorlar.

Şamil, çenemi kapalı tutmam gerektiğini, burada bizim gibi beyaz peynir rengi turistleri kazıklayacaklarını ama yanımızda olduğu için güvende olduğumuzu söylüyor. Şartı belli, çenemi kapatmam. Sonra Türkçe bitiriyor sözlerini “Baba halleder”

“Babalardayız” diye mırıldanıyorum. Aracın içinden ilk izlenimlerime göre burası da kalabalık ve oldukça karmaşık bir kent. İnsan tipleri ise nasıl demeli, biraz Çinlimsi gibi. Ama kadınlar Hindistan ile kıyaslandığında daha az renkli. Erkekler her yerdeki gibi bakımsız, karşı cinsle karşılaştırıldığında. Ağzı, yüzü maskelerle kapatılmış insanlardan anladığım kadarıyla hava kirliliği söz konusu.

Araç bizi bir köşede indirip düz gidersek otelimize ulaşacağımızı söylüyoruz. 300 rupiyi ödeyip çamur içindeki yolu adımlamaya koyuluyoruz. Caddenin başındayız ama burada da kime ne sorarsak iyi niyetle yardım etmeye çalışan ama hiçbir işe yaramayan bir kitleyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Telefon ediyorum kadın telefonu yüzüme kapatıyor. Bize otel satmaya çalışan Japon suratlı bir adam mekanı bildiğini söyleyip bizi götürüyor. Önünden geçip gitmişiz. Bu kez tur satmaya çalışıyor. Artık tecrübeli sayılırım. Polemiğe girmek yok. “Kartınızı verin, ilk fırsatta arayacağım. Harika oldu” Artık bu adamlara yaklaşımım böyle. Sıfır stres politikası.

Otele dalıyoruz. Muhtemelen telefonu yüzüme kapatan nemrut kadın ve yanında safça bir adam resepsiyonda. Rezervasyonumuz olduğunu söylediğimde kızın yüzü daha da sevimsizleşiyor.

Adam boş odalarının olmadığını söylüyor. Deliriyorum.

-          “Rezervasyonum vardı.”

-          “Vardı ama odaları bir gruba verdik.”

-          “Tamam da çekin saati içinde geldim, neredeyse sekiz – dokuz ay önce yaptım bu rezervasyonu.”

-          “Dert etmeyin”, diyor. On dakika ötede aynı şartlarda başka bir otel daha varmış.

Yürüyerek mi araçla mı? diye sorduğumda ise gayet pişkin bir tavırla araçla olduğunu, beklersek araç ayarlayacağını söylüyor.” Her zaman araç sağlayabilecek misin?” diye dalgamı geçiyorum. Aslında normalde bu otelde kalmayacağımı ama yolun karşısında başka bir otelde kalan arkadaşlarımıza yakın olmak için mecburen burayı seçtiğimizi uyduruyorum ayak üstü. Hemen Baba Şamil'i arıyorum.

-          “Çıkıyor musunuz nihayet?”

-          “Giremedik ki çıkalım“, diyerek durumu anlatıyorum. “Biliyorsun para benim için önemli değil. Sizin otelin müsaitliğini öğren ben de o arada booking.com ‘u arayarak burayı şikayet edeceğim” diyorum Şamil'e.

Beriki “tamam” diyerek kapatıyor. Adam yardımcı olmaya çalışacağını söylüyor. Dayanamıyorum odayı kime verdiklerini soruyorum.

-          “Odayı İngilize mi verdiniz?”

-          “Evet” diyor.

-          “İngiliz sizin için Allah demek”

Adam bir şey diyemiyor. Tam o sırada Şamil arıyor ilk iki gece adam başı 50 dolardan oda olduğunu ama son gece için müsait yer olmadığını söylüyor panik içinde. Dostum benim başımı her zamanki gibi derde soktuğumu düşünüyor olmalı.

-        

“Harika dostum. Hemen geliyoruz”

-          “Son gece yer yok diyorum, anlamıyor musun?”(Bu kısım Türkçe) “moron, a.koym”

-          “Geliyoruz” diyorum da nereye geliyoruz ki. Ben üç gecesi iki kişi 90 eurodan oda tutmuşum. Üçüncü gece için nerede ne bulacağım belli değil. Ama zarf atıyorum.

-          “Anlamıyor musun? Ödeyeyim mi parayı?” diye soruyor Şamil. Sonrasında bildiği tüm küfürleri ediyor.

Ansızın resepsiyonist bize oda bulduklarını söylüyor. Olmayan bir oda temizlenmiş bile. Adam bin bir özür ile gönül alma peşinde. Çok yaşayasın booking.com. Şamil ne yapacağını bilemediğinden hala arıyor ben de inatla telefonu kapatıyorum. Eşyaları bırakıp çıkıyoruz.

Bir müddet Şamil bana bildiği tüm dillerde saydırıyor. Türkçede de epey küfür öğretmişiz. Eserimle gurur duyuyorum. Neyse ki odayı ne tutmuş ne de ödeme yapmış. “Ya ödeme yapsaydım” dediğinde “harcamalarına karışacak kadar yakın olmadığımı” söylediğimde ikinci seriyi de saydırıyor.

Şu an turistlerin bulunduğu, bizim için Aksaray Laleli ‘nin dengi diyebileceğimiz Thamel bölgesindeyiz. Fi tarihinde İstanbul'dan otobüsler kalkıp İran, Pakistan, Hindistan derken Amerika'dan, Avrupa'dan hippileri, çiçek çocuklarını Katmandu'ya taşırmış. Bunda 1973 ‘e dek ülkede esrar satışının serbest olmasının da etkisi var elbette. Katmandu bu kitlenin spritüel başkenti imiş. O günlerden bugüne az bir şey kalmışsa da etraftaki dağlar ve doğa artık doğa sporlarının tutkunlarının gelmesine vesile olmuş.

Nepal eskiden bir krallıklar birlikteliğiydi. Katmandu Vadisi denilen bölgede, Katmandu, Baktapur ve Lalitpur denilen üç krallık varmış. Bunlar savaşıp birbirlerini kesip biçmek yerine “durbar” denilen ana meydanlarını dini yapılar ve saraylarla doldurup bunların zarafetleri ve estetik güzellikleri ile ön plana çıkmaya çalışmışlar. Ama sakın bu ufak tefek Nepallileri Karamürsel sepeti de sanmayın. İngiliz yayılması sırasında coğrafi avantajlarının da yardımıyla İngilizleri defalarca tokatlamışlar. İngilizler de direkt ele geçiremedikleri bu ülkeye kağıt üzerinde bazı haklar vererek bir bakıma de facto olarak ele geçirmiş ve kendilerinin öldüremediği halkını da İngiliz bayrağı altında dünya cephelerine sürmüş. Hani Çanakkale savaşında bahsedilen Gurka askerleri var ya, işte onlar Nepalliler.

Bir zamanlar ışık şehri anlamına gelen Kantipur da denilen Katmandu şehrine elbette ki dedeler dokunmuş biraz. Taaa, Bengal bölgesinde yarı bağımsız olarak hüküm süren Babürlülerin bir kolu onca yolu aşıp şehri basıp, yağmalayıp geldikleri gibi dönmüşler.

Bugün ara sokakları gezip Durbar Meydanı'na gidip döneceğiz. Ara sokaklar dediğime bakmayın çılgın bir insan kalabalığı kendi halinde yaşamını sürdürüyor. İlginç olan her bir köşede, duvarda dini bir figür, küçük bir tapınak ile karşılaşıyor olmanız. Hinduizm burada Çin orijinli Budist figürlerin varlığıyla kendini gösteriyor.

Bakımsız sokaklarda çok ilginç dükkanlar var. Aklınıza gelebilecek outdoor giyim ürünlerinin burada daha ucuz oldu söyleniyor ama bir mesele var. Çin'e bu kadar yakınken orijinal ürünü bulabilir miyiz?

Bunun dışında bu küçük ülkede çok hoş magnetler bulduk. Dahası meşhur himalaya tuzlarının türlü rengi ile karşılaştık ve bunların içinden en faydalısının pembe olanının olduğunu öğrendik. Kilosu 4-5 dolar arasında değişiyor. Bizim buradaki fiyatlarını bilen biliyor.

Sonunda Durbar Meydanı'na varıyoruz. Durbar zaten meydan demek ama idare edin artık. 2015 Nisanının 25 inde vuran 7.9 luk deprem pek çok yapıyı yerle bir etmiş. Pek çok yapı ise duvarlarına konan destekler ile gayet iğreti bir şekilde ayakta tutuluyor. Çoğu binanın çatısı ot kaplamış. Konulan desteklerin çöküşü engellemekten çok kaçınılma yıkımın tarihini az biraz daha ötelemekten başka bir sonucu olabileceğini hiç sanmıyorum.

Unutmadan meydana giriş ücretli ve bu ücret gayet yüksek. 15 dolar kadar bir para biz turistlerden alınıyor. Hintlilerden alınan ücret ise yaklaşık 4,5 dolar. Gerçi Şamil bizim yüzümüzden bu ücreti ödediğini, normalde nepalliler gibi girebileceğini iddia etse de Hindistan'ın Maykıl Ceksını gibi gezdiği sürece ödeyeceğini söylüyorum. Sonrada tehdit ediyorum, “eğer böyle konuşursan İngiliz vatandaşı olduğunu söylerim”

Katmandulular akıllı. Durbar'a ulaşan tüm yolların başında bilet gişeleri var. Girsen bir türlü girmesen bir türlü durumu. Durbar ve etrafındaki yapılar oldukça hasarı ama içerisindeki küçük pazarı oldukça renkli. Dediğim gibi Katmanduyu gezerken çok dikkatli olmalısınız. Bu bir güvenlik uyarısı değil kesinlikle. Her bir duvar, her bir köşe başı kısaca her bir yer çok zarif yada ilginç bir güzellik saklıyor olabilir sıradan bakışlardan. Sanksritçe yazılar, Budist tapınakları, Hindu ibadethaneleri, değişik totemler ve işaretler… Ama bunları göz ardı etseniz bile Nepalde çok zarif bir ahşap işçiliği var. Duvarlarda muhtemelen başka yerlerde inşa edilerek yerleştirilmiş ağaç işlemeler göze çarpmakta. Hem de ne figürler. Erotizm kokan şekiller çoğu. İşlenmiş hatunlar sokaklarda yok varsa da olsa olsa bu vücutlar Victoria’s secret vb kataloglarında vardır. O Kadar J

Özelikle sarayın avlusundaki ağaç işlemeleri eşsizdi. Ayrıca burada Nepal krallarının da resimleri var. Nepal kraliyeti küçük bir ülke için gereğinden fazla entrika ve ölüm ile dolu. Kurucusu bile Nepal'in yerlisi değil aslında.

Şah Ekber Racastan'dan günümüzde Nepal'in kraliyet ailesi olacak familyadan bir kızla evlenmek ister. Kız tarafı Hindu olduğundan bizim Ekber Şah ‘ı uygun olmayan bir kasttan olduğunu öne sürerek reddeder. Ekber için bu kırıcı ama reddeden ailenin pek çok bireyi için öldürücü olur. Aile önce Udaypur taraflarına gider, sonrasında artık burası da güvenli gelmediği için Katmandu'ya göç ederler. Bu şekilde Nepal'de bir kraliyet kurulmuş olur.

Hatırlayan olacaktır, kraliyetten birisi 2001 ‘de kral ve kraliçe de dahil olmak üzere pek çok kişiyi öldürüp tahta geçmiş sonrasında da üç gün geçmeden bir şekilde ölüvermişti. Son kral yetkilerini meclise devretti ve ülke ağırlıklı olarak Maocu eski gerillalar ve askeriyenin yönetimi arasında her an yeniden patlamaya hazır bir şekilde beklemede. Sıradan halk halen depremin yaralarının sarılmasını ve geleceklerinin güvenlik altına alınmasını dert ederken Maocular orduya girmeyi istiyor. Askeriye ise birbirleriyle karşılıklı savaştıkları Maocuları kendi aralarına katmak şöyle dursun tüm ülkeden sepetlemeyi diliyorlar.

Pazara dönüyoruz. Türlü türlü ıvır zıvırın yanı sıra tespihler, türlü taşlar ön planda. Anladığım şeyler değil demiştim. Zaten bana bir şey satmaya çalışanlara rehberim diyerek yanıt verdiğimden artık pek bulaşan yok bana. Gördüğüm kadarıyla Nepal Hindistan'dan da ucuz.

Keyfimiz yerinde. Biraz pahalı da olsa yediğimiz etli pizzalar moralimi yükseltti. Bizim tayfa yorgunluktan odalarında kalmayı tercih etti. Halbuki bir güzel atıp tutuyorlardı gece için.

Yorum Gönder

0 Yorumlar