Assos, Aristo tarafından bir okulun kurulduğu, Midilli Adası ‘nın tam karşısında yer alan ve günümüzde sadece üç-beş sütununun ayakta durduğu Athena Tapınağı olan bir antik yerleşim. Tiyatrosu, meclis binası ve üç kilometrelik surları ile tam teşekküllü bir kent imiş. Günümüzdeki adı Behramkale olan yerleşimin parke taşlarından yokuşu çıkarak sunağın olduğu kısma ulaşılıyor. Tek tük duran sur kalıntıları dışında pek bir şey yok. Fakat, uzun süren bir fakat ile araya girmek istiyorum. Kahvede bir şeyler içtiğiniz bir iki taş masaya dikkatlice bakın gittiğinizde lütfen. Antik sütun başlıkları üzerinde çayınızı, kahvenizi, ayranınızı içiyorsunuz.
Antik kente girmeden solda Hüdavendigar Camii ‘ni
görüyorsunuz. Bursadaki kuruluş dönemi camilerine benzer bir yapısı var.
Antik limanın olduğu sahile inerken şehrin diğer parçalarına görülebilmekte. ( İnmedim ) Burada konaklama ve birşeyler yeme imkanı var.
Behramkale sokaklarında köylü kadınlar size birşeyler satmak için uğraşıyorlar. Ne alırsanız alın bir yandaki tabla size başka birşeyler satmaya çalışıyor. Özellikle çaya atılan bir kekik türü var. Kadıncağızlardan birisini kırmamak için aldık. Çayın içine katıldığında güzel bir koku ve tat katmakta. Hafif biraz limon tadı ( belki de zihnimin bir oyunu ) da alıyorum.Kasabanın girişinde sizi bir lahit karşılamakta yada
uğurlamakta. Uzakta dört gözlü, taş bir köprü görülüyor.
Behramkale yani Assos Ayvacık ‘a bağlı. Truva ‘ya gitmek
için Ezine ‘den geçtik ve bir peynircide durup peynir aldık. Bilirsiniz Ezine
bu işin kompetanlarından…
Şehre giderken yolun solundan toprak bir yol Çıplak Köy
denilen bir yerleşime gitmekte. Rehberimizin dediğine göre buradaki cami ve
evlerde çok miktarda devşirme madde kullanılmış. Asıl Truva ‘nın burası olduğu
söylenmekteymiş.
Düğün başlar Pelion Dağı ‘nda, herkes oradadır. Sadece bir
kişi , nifak tanrıçası Erins çağrılmamıştır. Erins buna oldukça bozulur ve
sessiz sedasız gelip masaya, üzerinde ” tanrıçaların
en güzeline ” yazan bir elma bırakıp sıvışır. Nifak tohumları ekilmiştir ve
masada gerilim artar. Kimdir en güzel kadın?
Olimpos ‘un efendisi Zeus devreye girmek zorunda hisseder
kendini. Üç aday koyar. Hera, Athena ve Afrodit ‘tir adaylar. Seçimi yapacak
olan Truva Kralı Priamos ‘un oğlu Paris ‘tir. Paris, bir kral oğlu olduğundan
habersiz günümüzde Kazdağı olarak anılan İda Dağı ‘nda sürülerini otlatır,
kavalını çalar dolaşır. Yine kahinler Priamos ‘a da oğlunun büyüyünce başına
bela olacağını söylemiş , oda çocuğu öldürsün diye bir çobana teslim etmiştir.
Çoban bebeğe kıyamamış bir de büyütmüştür. Görülüyor ki antik devirlerde
kahinlerin her zaman doğacak çocuğun başa bela olacağına dair bir kehanetleri
var. Birde öldürülsün diye verilen hiçbir çocuğunda öldürülmemesi durumu. Neyse
Paris yine mesai saatleri içerisinde koyunları otlatırken her üç tanrıçada
karşısına çıkıp elmayı önüne bırakıp ayartmaya, kendini seçtirmeye çalışır. Paris
bir türlü seçim yapamaz çünkü üç kadında gerçekten çok güzeldir. ( Burada hayal
güçlerinize destek için Hera ‘yı Aida Yespica yada Monica Belluchi, Athena ‘yı
Anna Falchi, Afrodit ‘ide Elena Santarelli ‘ye oynatırdım ) Rüşvetin bini bir
paradır. Hera Paris ‘i dünyanın efendisi yapacağını söyler, Athena dünyanın en
bilge insanı yapacağını söyler. Ama Afrodit dünyanın en güzel kadınını
vadedince Paris duraksamaksızın elmayı Afrodit ‘e verir. (Eh, onca yıl dağlarda
çobanlık yapan genç ne yapsın krallığı, ne yapsın felsefeyi ) Afrodit memnundur ama
Türk filmlerinden de öğrendiğimiz gibi dünyadaki en tehlikeli kadın reddedilmiş
bir kadındır (ki burada bunlar hem iki tane hem de tanrıça )
Aslında Yunanistan ‘da Truva ‘lıları seven kimse yoktur. Truvalılar
zengindir ,boğazı tutarlar. Priamos ‘un şehrini saran surlar öyle güçlüdür ki
hiçbir gücün kendini alt edemeyeceğine inanır. Yunanistan'da da birlik yoktur.
Agamemnon Truva ‘ya saldırmak ister ama Menelaos hep savuşturur kardeşinin
taleplerini. Bu kez savaş kaçınılmazdır.
Ordular karaya çıkar, şehri kuşatır. Ama gerçekten de surlar
güçlüdür. Hera, donanma ilerlerken rüzgarları uygunlaştırarak destekler
saldırıyı .Ama on yıl olur bir gelişme olmaz. Artık kuşatmayı kesmek, geri
dönmek ister istilacı güçler. Bir Menelaos diretir kuşatma için. Tanrılar, yarı
tanrılar, kahramanlar çıkmaza dönmüş kuşatmada bir şey yapmanın peşinde
koşarken Aka ordusundan Odysseus tahta at fikri ile gelir.
Truvalılar bu korumayı kendi şehirlerine almakta tereddüt
etmediler ve binbir güçlükle şehre soktular. Gece herkes zafer sarhoşluğu
içinde kendinden geçmişken, atın gövdesinden bir kapak açıldı ve savaşçılar
teker teker, sessizce dışarı çıkarak önce nöbetçileri ortdan kaldırıp, şehrin
kapılarını açtılar. Dışarıda bekleyen yandaşları ile şehirde katliam yapıp
herkesi öldürdüler. Menelaos on yıl sonra karısına kavuştu ve tüm şehri
arkalarında bir kül ve harabe halinde bırakıp Sparta ‘ya döndüler.
Bugün şehre girerken bunun anısına yapılmış tahtadan bir at
giriş kapısının önünde görülür. Merdivenle bir bölmeye çıkılır. Buradan
pencerelerden sağı solu izlemek güzeldir,zevklidir. Bu atlardan bir tane daha
da Gelibolu trafında bir yerlerde varmış. Bu atta Troy filminde ( Truvanın
ingilizcesi ) oynayan orjinali imiş.
İçeride pek bir şey yoktur günümüzde. Dokuz katlı bir höyük
olan Truva Almanlarca o denli iyi temizlenmiştir ki pes dersiniz ancak. Aslında
burada ilk araştırmaları İngilizler başlatır ama elde tutulur pek bir şey
çıkmayınca British Museum parayı keser. Oysa Almanlar bu tip işler için ta o
zamanlardan sponsorluk sistemi geliştirmiştir. Schliemann bu sistemle buraları
doya doya , güle oynaya kazabildi.
İki güzel nokta
var.İlki, dokuz katmanında kesit olarak gösterildiği bir toprak tabakası.
Burada tarihsel süreç ve yığılma izlenebilmekte. Bu dokuz dönemle ilgili
bilgielimde var ama sıkmamak için yazmıyorum burada. Diğerinde ise 4000 yıllık bir sur parçası
sergileniyor. Yelken şeklinde bir tente tarafından üstü örtülmüş ,kırmızı pişmiş
topraktan kalın bir sur.
Buradan Eceabat ‘a geçmek için Çanakkale ‘ye doğru
ilerliyoruz. Merkeze yaklaşırken yolun sağında Çanakkale Müzesi görülebilir.
Truva ‘dan çıkarılanlar (Almanların taşıyamadıkları yada taşımaya değer
bulmadıkları parçalar herhalde ) önce 1911 ‘de Çanakkale Ortaokulu'nda
saklanmış. 32 ‘den 1984 ‘e dek kiliseden
çevrilme bir binada sergileme yapılmış. O yıldan beri bu binada. Yakınından
hızla geçtik. Ama okul binası gibi göründüğünü söylemeden geçemeyeceğim.
Çanakkale merkezde araçtan inecek vaktim olmadı. Güzel,
hatırladığım kadarıyla ahşap bir saat kulesi var. Var ama bizim şuursuz
zihniyetimiz önüne ondan daha uzun , ucube apartmanlar dizerek bu anıtı
perdelemiş.
Eceabat ismini Süleyman Bey ile beraber Rumeli ‘ye geçen
akıncılardan biri olan Ece Bey ‘den almakta. Tarihimizin pek bilinmeyen,
anlatılmayan bir sayfası Rumeli'nin
fethi. 100-150 kişi ile alınan toprakların, kalelerin haddi hesabı yok. Ece Bey
de bunlardan birisi.
Eceabat halkı gayet organize olmuş. Çanakkale Savunması ile
ilgili haritalar vb her yerde görülebilmekte. Keşke yurdumun başka köşelerinde
de insanlar en azından yörelerinde yaşadıklarından haberdar olsa.
Bir de Ağustos ayı içinde sanırım domates festivalleri var.
Buradan Gelibolu yollarında milli parka doğru ilerliyoruz.
Karşı kıyıda Fatih ‘in yaptırdığı Kilitbahir Kalesi alışılmadık yonca şekliyle
dikkat çekmekte. Dar , dolambaçlı bir
yoldan ilerleyerek milli parka giriyoruz. Parkın girişi bir kale girişini
andırmakta ki tahminen de öyle olmalı.
İlerilerde yolun solunda, deniz kıyısında Havranlı Seyit
Onbaşı ‘nın devasa bir heykeli var. Detaya girmeyeceğim. Tüm arkadaşları top
atışı sonucunda şehit düşen onbaşı,yaralı bir arkadaşı ile beraber 300 küsur
kiloluk mermileri topa sürer ve üçüncü denemede zırhlı gemilerden birini ağır
yaralar. Gemi kontrolden çıkarak mayın hattına sürüklenir ve batar. Seyit
onbaşı bir daha o mermileri kaldıramaz hiç. Nasıl ateş ettiği sorulduğunda ise
“subaylarımızı izledim hep ” der.
Çatalca taraflarından pek çok Rum, çeşitli yerlerden musevi
ve ermeni askerlerde bizimkilerle beraber yatmakta. Allah onlardan da razı
olsun, ne diyelim.
Savaşların tarihçesinden bahsetmeyeceğim. Gençlerimizin
alacakları cep telefonu için yaptıkları araştırmanın yarısını bu konuda
yapsalar alim olurlar. Neyse…
Artık dönüyoruz. Henüz Gelibolu ‘dan çıktık çıkmadık bir
benzin istasyonunun arkasında mini bir hayvanat bahçesi görüyoruz. Rehberimizin
en büyük sürprizlerinden biri bu oldu. Gezilebilecek, bir onbeş-yirmi dakika
ayrılabilicek bir yer.
Sonuçta İstanbul ‘a dönüyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız