Yeni bir gün yeni bir mekan .Sırada Bergama var. Akçay ile
Bergama arası epeyce bir yol gidilmekte. Ama Bergama ‘ya daha ilk girişte bir
farklılıkların söz konusu olduğu farkediliyor. Beylikler döneminin hafif Bizans
öykünmeli mimarisindeki hamamlar, cami kubbeleri kendini gösteriyor.
Daha çok siyanür ile altın aranması faaliyeti ve buna karşı kimi kesimlerin protesto hareketleri ile bilinen kasaba aslında tarihi ve turistik açıdan da bir hazine. Kasabanın içerisinde kızıl kilise de denilen günümüzde bir kısmı müze bir kısmı da cami olarak çalışan büyükçe bir yapı var.
Dediğim gibi Bergama farklı bir şehir. Şehrin yollarında
ilerlerken evlerine bakıldığında da bu kendini belli ediyor. Pek çok yerden farklı
olarak değişik bir taş işçiliği ve kapı girişleri görülmekte. Yörede halıcılık
vb de gelişmiş. Kasabanın içinde ,içindeyken dikkat çekmese de antik tiyatrodan
bakıldığında rahatlıkla görülebilen bir iki tümülüs de var.
Kasaba çıkışına doğru da birde müzesi bulunmakta.
Kasabanın içinden dar, virajlı ama rahatsız etmeten bir
yolculuk ile tepeye, antik kente varılıyor. İlerideki zamanlarda kasabadan
buraya bir teleferik sistemi kurulması düşünülse de destekçilerinin ve
muhaliflerinin oldukça hararetli tartışmaları söz konusu.
Pergamon sözcüğü her ne kadar Bergama ‘ya dönüşmüşse de
parşömen kelimesinin kökeninde de bir yeri var. Yörenin kadim sakinleri,
Mısırlıların papirüsüne karşın kendileri başka türlü bir kağıt üretmiş ve devasa
bir kütüphane kurmuş. 40 ila 220 bin tomar parşömenden oluşan bir kütüphaneden
bahsedilmekte. Muhtemelen gelen geçen
fatihlerin yakıp yıkması sonucu kitaplar yitirilmiş olmalı. Yine bir rivayet
kitapların Antonius ‘un Kleopatra ‘ya hediye olarak verildiği; kraliçenin de
bunları İskenderiye ‘ye naklettiği şeklinde.
Tapınak, Bergama kralı II.Eumenes tarafından MÖ 197 ile 159
arasında inşa ettirilmiş. Zaten kısa ömürlü krallığın krallarının adı ya
eumenes yada attalos. Neyse Almanlar tarafından yapılan kazılarda 1865 ‘ten
itibaren Almanya ‘ya parça parça taşınmaya başlanmış. Berlin ‘de 1871 ‘de
sergilenmeye başlanan anıt tam anlamıyla on yılda birleştirilmiş. Bunda
Osmanlının umursamazlığı , üst düzey yetkililerin rüşvete açık zihniyeti kadar
“altın
çıkarsa bizim ,alın taşlar sizin olsun ” anlayışıda yatmakta.
Mütemadiyen bir sonuç çıkmayacağı belli olsa da arada sırada
anıt Almanlardan istenir. Almanlar ya duymazdan gelir yada utanmadan anıtın bir
dünya mirası olduğu şeklinde açıklamalar yapıp konuyu geçiştirir. Almanların bu derin ve zarif anlayışını
alkışlıyorum. Dünyanın ortak tarihine çeşitli toplama kamplarını sokan ve sanki
bunu uzaylılar yapmışcasına görmezden gelebilmeyi başaran bir ulustan başka
birşeyi de beklemek bedbahtlık olabilirdi ancak.
Şehrin sokaklarında dolaşmak keyifli ama güneş insanın tam
tepesinde güç gösterisinde bulunurken zorlu olmakta. Eski bir tapınağın
içerisindeki kemerli bir koridordan ilerlerken tıpkı Kemerburgaz'daki su
kemerinin içerisinde ilerlediğim gibi hissettim kendimi. Yazması, bu şekilde
anlatması çok güç. Ancak gidildiğinde ,görüldüğünde farkına varılabilecek bir
duygu.
Biz buradan Foça ‘ya geçtik ama eğer Bergama ve yöresini
gezmek niyetiyle yola çıkarsanız uğrayabileceğiniz iki yerden daha söz etmek
istiyorum.
İlki Asklepsion. Sağlık tanrısı asklepios ‘a adanan
tapınakların ve sağlık merkezlerinin adı olduğunu görüyoruz. Burası da aslında
Bergama ‘nın bir parçası olmasına rağmen neredeyse pek çok antik kent kadar
büyük bir alanı kaplamakta.
Hastanız avludan tek başına, destek almaksızın yüzyirmi
adımlık yolu geçmek zorundaydı. Bunu geçemeyenler ise tedavi edilemez denilerek
alınmamaktaydı.
Sonrasında hasta, kutsal olduğu iddia edilen bir su
kaynağında yıkanıp temizlenir ;dua edip
adak adar ve rüya görmesi için uyku odalarına gönderilirdi. Hastanın
gördüğü rüyanın yorumlanması için uyuması gerekmekteydi. Uyumaya destek olmak
için haşhaş benzeri ilaçların verildiğide biliniyor.
Ardından moral motivasyon ağırlıklı terapiler başlardı.
Çamur banyoları, güneş, müzik,taiyatro gibi aktiviteler tedaviye destek olurdu.
Anlayacağınız antik çağın sağlık sitesiydi Bergama ‘nın
asklepsion ‘u.
Bir başka antik kentte son zamanlarda yakınlarında yapılacak
bir barajın altında kalıp kaybolması söz konusu olan Allianoi.
Yortanlı barajının yapımı ile sular altınca kalacak kent
zaten Roma zamanında da bir ılıca olarak hizmet vermekteydi. Ani bir sel sonucu
meydana gelen heyelan şehri kaplamış ve istilacıların yağmasından da korumuş.
Foça'da uzun süre kalmayacağız ,kısa süreli bir tekne turu
yapıp birkaç koyda yüzeceğiz. Foça ‘nın limanına giderken kasabanın meydanında
limana sapan yolda, sol köşede turizm ofisi var. Oraya uğrarasanız size Foça'da
görebileceğiniz tarihi mekanları gösterir bir harita temin edebiliyorsunuz.
Foça tarihi açıdan oldukça zengin. Sağda solda pek çok tarihi kalıntı var
haritaya göre. Fakat bizim hedefimiz denizde.
Coğrafya ve manzara anlatımına geçmeden biraz tarihi
ukalalıklar yapayım. Aslında yörenin ilk sahibi Aeolililer. Foça, phokeia isminin bozulmuş hali.
Yöredeki kimi adalarda da Akdeniz foklarının yaşaması ,Yunancada fok balığına
phokea denmesi bunun delilleri olarak gösterilmekteyse de tarihçilerin babası
Heredot akla yatkın başka bir tezle geliyor karşımıza. Buna göre Yunanistan'ın
Dor istilasına uğramasıyla Phokos önderliğinde birleşen Yunanlılar burada
karaya çıkarak bir şehir kurmuşlar. On iki ion şehrinden biri olan bu şehir
kurucusuna atfen Phokeia adını almış. Çevre şehir ve devletlerle iyi ilişkiler
kurarak denizcilik yeteneklerinin de etkisiyle sağlam ve geniş bir ticaret ağı
kurup hızla zenginleşirler.
Sonrasında Roma ve Bizans hakimiyetine geçer. Bizans
menfaatleri icabınca burayı Cenevizlilere verir. Onlarda burada var olan kaleyi
iyice berkitip limanı büyütürler. Başlangıçta Selçuklulara, Saruhanlılara ve
Osmanlı ‘ya vergi vererek ayakta dururlar. Ama Fatih buraya gelir ve bu süreci
sonlandırır.
Küçük, sevimli teknelerle Foça'nın etrafındaki adalarda
turlamakta. Eşek Adası, fener ve incir adası alelade, kıraç adalar. Hayırsız
ada denilen ada ise belirli bir açıdan bakıldığında profilden atamızı
andırmakta. Bu konuda gerçekten ciddiyim, benzerlik şaşırtıcı.
Buradan varacağımız sonuç uzun süre kadınsız kalan denizci
milletinin gözüne fok balıklarının bile ne kadar alımlı göründüğü. Ya Yunan
denizcilerinin ciddi göz problemleri
vardı yada gerçekten kadınsızlık başlarına vurmuştu. Aman diyorum. J
Orak Adası ‘nın arkası açık denizin etkisine korunaklı bir
durumda. Burada da açıkta demirledik ve bu kez denize girdim. Rüzgarın hızlı
esmesi pek çok sörfçü ve yelkenciyi buraya çekmiş. Sörflerin rengarenk
yelkenleri ,sürekli yer değiştiriyor olmaları adeta rüzgarda savrulan çiçek
yapraklarını andırmakta. Adanın arkasında olmamıza rağmen sudaki akıntının
oldukça güçlü olduğunu belirtmeliyim. Teknenin kaptanı ile konuşurken Foça
hakkında epeyce bilgi edindim ama bu esnada akıntının da beni tekneden epeyce
açığa savurduğunu gördüm. İyi yüzme bilmeyen birisi için pekte uygun değil.
Dönüşün son aşamalarında yani Orak Adası'nın arkasından
çıkıp da Foça ‘nın korunaklı koyuna girene dek kısa bir süre açıktan gelen sert
dalgalar epeyce hırpalamakta. Teknenin en önünde dururken tüm direnmeme rağmen
dalgalar nedeniyle deniz tuttu. Oğlum ve eşimin bu durumdan hiç rahatsız
olmadığını görünce rahatladım.
Rivayete göre Foça'da bir taş mı, bir toprak parçası mı bir
şey varmış. Rastlantı eseri üzerinden bir kez geçtiğinizde Foça ‘ya bir daha
gelmek istermişsiniz. Tahminen ben basmış olmalıyım, çünkü Foça ‘nın kara tarafını
gezmek için tekrar gelmeyi düşünüyorum.
Birde biraz daha kuzeyde Yeni Foça diye bir yer var.
Tekirdağ'daki ruhsuz yazlıklarla kaplı bölge gibi bir izlenim bıraktı bende. Ama
eski Foça ‘dan Yeni Foça ‘ya giden yolda tekneyle aralarında gezdiğiniz adaları
,o muhteşem koyları tepeden izleme şansına sahip oluyorsunuz. Biraz daha kuzeye
giderek Aliağa rafinerisinin yakınından doğuya saparak Akçay ‘a dönüyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız