Cuma öğle saatlerinde Sabiha Gökçen ‘e ulaştık. Gene
yanıldım. Tahminlerime göre pek fazla yolcu olmaz dediğim Lviv uçağı ana baba
günü.
Şekilsiz, orta yaşa ulaşmış yada bu zamanı geride bırakmış kadınlar kalabalığın yarısına yakınını hatta biraz da fazlasını oluşturmaktalar. Diğer kısım ise kısmen ununu elemiş, eleğini asmış emekliler ve kadınlara dair efsanelerin peşinden koşan çeşitli yaşlardaki gençlerden müteşekkil.
Uçuş 1,5 saat kadar sürmekte. Uçak alçalmaya başladığında
sırtını Karpat Dağları 'na vermiş Lviv şehrinin epey sulak bir yerde kurulduğunu
fark ediyoruz.
Sarsıntılı ve sallantılı bir yolculuktan sonra iniyoruz.
Bizim pilotlara güvenim tam.
Ukrayna resmi dairelerinde ki; bu döviz büfesi, bilet gişesi
vb gibi yerlerde gişelerin üstlerinde pek çok saat aralığı göreceksiniz. Bunlar
o gişedeki memurun mola saatlerini ve nedenlerini gösterir.
Dolayısıyla işinizin yapılması için sırada beklerken aniden
gişe yüzünüze kapanabilir yada tek bir nöbetçiyle işleminize devam
edebilirsiniz. Para bozdurdunuz diyelim. Havalimanındayken 20 euro gibi bir
tutarı bozdurmanız yeterli. Şehir merkezindeki kurlar birazcık daha iyi. Gerçi,
değer mi? Bu sizin kararınıza kalmış. Diğer ülkelerdeki uçurumlar burada yok.
Havalimanı kuru euro için 10,50 grivna iken merkezde bu oran 10,60 idi. Sadece
burada ilginç olan nüans, para değişimi yaparken para bozdurduğunuza dair
dekondun atılmamasına dair cama yapıştırılmış nottu.
Bu kısımdaki tuvaletler ücretsiz ve temiz. Ayrıca kapının
dibindeki turizm bürosundan harita da temin edebilirsiniz.
Zıpladık bir tanesine kapağı attık. Ne oğlan için nede çanta
için para alınmadı. Bizi Slobadi Meydanı ‘nın yakınlarında bir yerde bırakıp
yoluna devam etti adam konuşmaksızın. Halbuki 4 grivnalık ücret için bir yüzlük
vermiştim adama surat bile yapmadan sessizce paraları toparlayıp bana verdi. Riga'daki
sarışın dönerci kızlardan sonra işini insanca yapan minibüs şoförü tiplemesi
beni şaşırmadı değil.
Sokağa attık kendimizi. Karnımızı doyurmalıyız önce. LP ‘nin
listesine güvenipte bir yer aramaktansa köşede daha önceden gözümüze
kestirdiğimiz Mc Donalds’a uzanıyoruz.
Bizim gazetelerden birisi bir kaç sene önce şehir nüfusunun %90 ‘ının kadın olduğuna dair bir yayın yapmıştı. Bu uyduruk haber bilimsel gerçekliklerle uyuşmadığı için güncellendi ve bir başka büyük gazetemiz güncel ve gerçek rakamı verdi. %85 !!! Sadece kadınları algılayan sapık bir göz tarafından yapılmış istatistik olmalı. Kesinlikle uydurma.
Ağırlıklı olarak sarışın ve mavi gözlüler ama… Bununla
beraber çokta uzun boylu değiller. Topuklu ayakkabı adeta vücudun doğal bir
parçasıymış gibi kullanıldığı için sanırım bu kızlar bizim ayılarca uzun boylu
olarak algılanmış. Göğüsler çok açık, etekler inanılmaz derecede kısa. Oturunca
açıldı, kapandı derdi pek yok insanlarda. Zaten kimsenin kimseye dönüp baktığı
da yok.
Çıktık restorandan. Tekrar Mickliewitz Heykeli ‘nin olduğu
meydanda etrafa bakınıyoruz. Milyon kere yazdım. Mickliewitz’in İstanbul 'da da
izleri hatta bir de müzesi var diye. Ama bir tek şiirini bile okumadım. Ama
hayat hikayesi oldukça sarsıcı, idealizm kelimesinin canlı hali adeta. Polonyalılar,
Litvanyalılar ve burada da Lvivliler adamı sahipleniyorlar. Adam gibi adam
özetle…
“İstanbulda koleradan öleceğimi bilseydim yine buraya
gelirdim. Çünkü bu benim görevimdi. Ben Fransa 'da bir ilim akademisinin umumi
katibi olmaktansa bir Türk taburunun katibi olmayı tercih ederim”
Gerçek bir Türk dostu imiş gerçekten.
“Polonyanın komşu düşmanlar tarafından ezilmesine hiç bir
devletin ses çıkarmadığı günlerde tek dostumuz Türkler olmuştur. Biz, Türkleri
düşmanımızın önünde eğilmediği ve Polonya 'nın işgalini kabul etmediği için üstün
bir millet olarak severiz.”
İlk hedefimiz yüksek kulesi ile kendini belli eden Latin
Kilisesi. İçinde fotoğraf çekimi yasak. Papaz bizi durduruyor ama kameramın
kapağı çoktan kapatılmış objektifini gösterdiğimde gülümseyip geri çekiliyor.
İçi güzel ama bu coğrafyanın Katolik kiliselerinde artık
neredeyse ezberlemiş olduğumuz o kasvet burada da kendini göstermekte. Çok
kalmıyor çıkmaya yelteniyoruz. Çıkarken kapıdaki papaz bu kez bizi selamlayarak
yolcu ediyor, bende selamını karşılıksız bırakmıyorum.
Etrafta, eski kıyafetler içerisinde çeşitli şekillerde
rengarenk şekerler satan genç kızlar(bu garibanlar topuklu ayakkabı
giymediklerinden iyice kısalar)dolanmakta.
Belediye binasına girmeye çalışıyoruz ama kapıdaki görevli
çıkışların bittiğini söylüyor gayet saygılı bir şekilde. Yıllarca yazılarımda
imalı bir deyimle kullandığım şirinler köyünü bulmuşum gibi hissediyorum. Kapısının
hemen önünde, şehri dolanan turistren’in (bu kelimeyi harika uydurdum, kendim
bile kendimi bunun için kutlamaktan alıkoyamıyorum) fiyat ve rota bilgisini
yarın için alıyorum. Yarın dehşetengiz bir gün olacak.
Bunun için yürüyoruz Ruska Caddesi üzerinde. Solda Dormotion
Kilisesi var. Dormotion, doğu kiliselerine göre Meryem Ana 'nın ölümünün ardından
cennete alımı sürecine yada durumuna verilen ad olmaktadır. Kilise
gezmeyecektik hesapta ama gene kendimizi frenleyemdik ve daldık içeri.
Karşısındaki parkın içerisinde ise kraliyet tophanesi de
denilen şehri saran surlara ait son burçta görülebilir. Parka girmeden eğer
Dormotion Kilisesi 'nin olduğu yönde ilerlerseniz ıvır zıvır satan küçük çaplı
bit pazarının hemen yanında kalan Dominiken Kilisesi 'ne de ulaşmış olursunuz.
Neyse epeyce bir yürüdük doğrusu. 14 yy da dikilen kalenin
günümüze tek bir duvarı kalmış. 13 yy sonlarında kurulan kentin ilk tohumlarının
atıldığı yer bu tepe. Tatarlar defalarca yoklamış. Kaleyi alamamışlarsa da
şehirden alacaklarını alıp yollarına devam etmişler. Düzenli Osmanlı ordusu bir
kez gelmiş şehre o da kaleyi alamamış. Günümüzde, bunca direnişi yapan kale
genç aşıklara, kendine göstermeye gelen güzel kızlara bir Ukrayna bayrağının
altında ev sahipliği yapıyor.
Güle oynaya günü batıran ve bitiren şehri geride bırakıp
hostele dönüyoruz. Bir ara akşam atıştırırız diye bir şeyler almak için gecenin
karanlığında dışarı çıkıyorum. Erkekler seslenildiğinde duymazdan geliyor,
kadınlar ise kaçışıyor. Türk gruplar dikkatimi çekiyor ama av peşindeki kurtlar gibi gözlüyorlar etrafı. Rusça, Ukraynaca ve Türkçe. Sanırım İngilizce
konuşacak birini arayan tek benim gecenin bu saatinde.
Yarın canınızı tarihle, detayla ve dedikodu ile sıkacağım,
şimdilik bana da iyi geceler.
0 Yorumlar
Yorumlarınız