Sabah erkenden çıkıyoruz. Belli etmediğim korkum havanın yağması yada
aşırı derecede soğuk olması. Elbette belli etmemem gerekiyor ama geçtiğimiz
yıllarda Belgrad 'da yaşadığımız ve Allah'a şükürler olsun ucuz atlattığımız
macerayı da unutamıyorum. Ama burada İngilizce bilen insan sayısı çok daha az,
insanları da yardımseverlik konusunda Sırplarla kıyaslanamayacak derecede kaba.
Çıktık. Normal bir Lvivli ne yer. Elbetteki Fodor yada
Frommer gibi rehberlerdeki mekanlara gidecek halleri yok. Biz de Rynok tarafına
gidiyoruz pek oyalanmadan. Zaten yol üzerinde kalan yerleri dünden
temizlemiştik.
Epeyce bir turist var bugün. Hava, rüzgarın etkisiyle
rahatsız edecek kadar soğuk. İleride halka satan bir çocuğa denk geliyoruz.
Bir kaç halka alıyoruz kahvaltı niyetine. Verdiğim para zorlukla bozacağı kadar
büyük bir para olmalı ki biraz canı sıkılıyor ama para üstünü veriyor.
Rynok etrafında turluyoruz ağır adımlarla. Günün planını da yapıyoruz
ayak üstü. İlk önce Lychakivske Mezarlığı 'na gideceğiz. Eşim garipser şekilde
bakıyor ama yüzümdeki ifadeyi görmüş olmalı ki “vardır bir bildiği” diyerek
eşlik ediyor.
İki km ye yakın bir yolu katediyoruz merkezden. Neyseki
levhalar bu şehirde yardımcı oluyorlar turistlere. İlginç binalar var. Çoğu pek
çok Doğu Avrupa kentinde olduğu gibi bakımsız. Gene de aradan girdiğimiz bir
sokakta –yada cadde mi demeliyim- güzel ve bakımlı binalar görüyoruz. Tıp yada
eczacılık fakültesi gibi bir binalar var.
Mezarlığa ulaşıyoruz. Giriş büyük 15, çocuk 8 grivna ama
kesinlikle değer. Öncelikle şunu söylemeliyim, hakkıyla gezebilmek için en az
dört saat ayırmanız lazım. Biz bile üç saate yakın bir zaman ayırdık tüm
hızımıza rağmen.
Mezarlık, Batı Avrupa'daki özellikle Paris 'teki benzerleri gibi güzel
mezar taşları ile bezenmiş ama… İşte burada tarih bilgisi devreye giriyor. Pek
çok taşta kırmızı beyaz kurdeleler göreceksiniz. Şehre nüfuz etmiş olan Polonya
etkisinden ve nedenlerinden bahsetmiştim. İşte bu etkiyi yaratan Polonyalılar
bu kurdelelerle sarılı taşların sahipleri. Ayrıca içinde ışık yakılan kandiller
var. Mezarların çoğu bakımlı. Çok yaşlı dahi olsa insanlar gelip dostlarının
mezarlarının bakımlarını yapıyorlar. Kripta tarzı, kulübe tarzı, sade
mezar taşından ibaret olanı, türlü mezar sizi bekliyor.
Adını hemen hemen her şehirde görebileceğiniz milliyetçi şair Ivan
Franco ‘nun mezarını da görebiliyorsunuz, adı sanı artık duyulmayan
garibanların da. Anlatılması, yazılması kolay olan bir yer değil. Gelmek, görmek
gerekli. Heykeller oldukça etkileyici. Taşlardan oluşan bir ormanın
içerisindeyim. Zerre bir şey anlayamıyorum taşların çoğundan. Ivan Ivanoviç
oldukça çok rastlanılan bir isim.
Sincaplar ağaçların arasında koşturup duruyor. Bir anne,
kızı ve doğmamış bir başka kızına ait bir mezar taşı en sarsıcı yer oluyor
bana. Sadece düşünüyorum. Muhtemelen trafik kazası. Umutlarınız var, doğacak
bir çocuğunuz var, onun için planlarınız ve elbetteki kaygılarınız var.
İşinizin başında iken telefonunuz çalıyor ve eşinizin, var olan kızınızın ve
var olacak kızınızın öldüğü haberini alıyorsunuz. O babanın o anki durumunu
hissediyorum, bıçak gibi yarıp geçiyor. Yaşam nasıl da pamuk ipliğine bağlı.
Mezarlıktan çıkıyoruz. İlk gelen tramvaya atlayarak
Dormotion Kilisesi 'nin karşısında iniyoruz.
Lviv ‘in çikolatacıları meşhur. Biz standartımızı bozmuyor
kahve ile başlıyoruz olayımıza ama oğlana sıcak çikolata alıyoruz. Tabii ki
sıklıkla çocukcağızın yemeye çalıştığı çikolatayı parmaklayarak payımız da
alıyoruz. Büyük olmak her zaman böyle avantajlar sağlıyor insana.
Meydandaki turistrene yöneliyoruz. Zaten dünden gözümüze kestirmiştik.
Büyük 50, çocuk ise 25 grivna. Dün çocuk ücretsiz dedikleri için eşim
isyanlarda. Ben uzatmıyorum. Hem vakit geçireceğiz, hem de zaten gezeceğimiz
yerleri yorulmaksızın oturduğumuz yerden görebileceğiz.
Araç harekete geçiyor. Taş döşeli yollarda hoplaya zıplaya
ilerliyoruz. Öyle bir hale geliyor ki insan göz kapakları kapanacak gibi
oluyor. Oğlanı arada dürtüp uyanık kalmasını sağlamaya çalışıyorum ama o da
beni uyukladığım gerekçesiyle suçluyor. Gene de dışarı da çıkan güneş
camekanların gerisinde bizleri iyiden iyiye mayıştırdı. Şehrin epeyce bir
kısmını gezmişiz zaten. Bununla beraber art neuveau açısından oldukça zengin
bir kent. Bunun dışında da çok sayıda parkı var.
İniyoruz. Bu kez hedef meydandaki belediye binasının kulesi. Mete ile
beraber önden atılıyoruz. (Büyük 10, çocuk 5 grivna) Yıldız geriden bizi takip
etmekte. Tahta merdivenleri döne döne çıkarken terden sırıl sıklam oluyorum.
Oğlanda benden farklı değil. Çıkışa yaklaştıkça iyice darlaşıyor koridor.
Karşıdan gelenlerle biz çıkmaya çalışanlar adeta sevişircesine sürtünmelerle
geçebiliyoruz bir adım öteye.
Manzara bu cefaya, eziyete ve dökülen tere değer yapıda. Ana
baba günü olan terasta, yakınımda duran kızlara bugün neden bu kadar
kalabalığın toplandığını, meydandaki üniformalı insanların neci olduğunu
soruyorum ama adam akıllı bir cevap veremiyorlar. “Bir kutlama mı var?” dediğim
de ise “Lvivliler her zaman kutlayacak bir şey bulur” diye yanıtlıyor
sarışınlardan birisi.
Kuleden inip yemek olayını çözmek için Slobody Meydanına gidiyoruz.
Burada Wiener Kaffehaus diye bir yer var. Girdiğimde “sağlam geçirecekler” diye
düşündüğüm bu yerde adam başı 6 euroya menü aldık. Adamlara Müslüman olduğumuzu
ve domuz eti olan yemekleri belirtmelerini söyledik. Gerçekten adamlar bu
konuda çok yardımcı oldular. Hatta bazı şeylerin karşılığını çözemediğimizde de
google ‘a girdik yada emin olamadıklarında “en iyisi yemeyin ” uyarısı ile
karşılaştık.
Tıka basa doyduk. Dev kase tavuk suyu çorba. Şnitzel. Dev
bir tabak kuskus benzeri bir tahıl yemeği. Yanında içecek olarak erik
kompostosu. Midemi bozmam inşallah diye başladığım yemek midem patlamaz
inşallah şeklinde bitiverdi.
Çıktık.
Slobody Meydanı 'na
gidip Taras Şevçenko heykelinin önünde oturuyoruz. İnsanları seyretmek oldukça
eğlenceli. Bir gece kulübü müşteri çekebilmek yerel kıyafetli kızları bir
arabaya doldurmuş. Yerel kıyafetlerin oldukça kısa olduğunu söylememe gerek yok
sanırım. Hemen Mete'yi kapıp kızlarla fotoğrafını çekiyorum.
Bizimkileri burada bırakıp tiyatro binasının önündeki
eğlencelere bakıyorum. Hintli bir grup dans gösterisi yapıyor. Ötede ise
tiyatro gösterisini bekleyen harika giyimli insanlar mevcut. Arada kalan bir
hediyelik eşya pazarını hızlıca turluyorum. Yolun başındayız ve
taşıyamayacağım, alsam yolda kıracağım ve bunun için üzüleceğim çok sayıda
harika nesne satılmakta burada. Ama yapacak bir şey yok.
Hostele dönüp eşyaları alıyoruz. Ben koşar adım arkadaşıma kart
atacağımı söylüyorum bizimkilere. Postane yakınlarda olmalı. Öyle hatırlıyorum.
Zaten turistren ile de önünden geçmiştik. Bulamıyorum. Yaşlıca bir adamın
yolunu kesiyorum. Ukrayna'da orta yaş ve üstü insanlar yardım konusunda biz
Türklerden farklı değiller ama yabancı dil namına pek bir şey bilmiyorlar. Çat
pat Almanca bir muhabbet başlıyor adamla. Türk olduğumu söyleyince, “İstanbul,
Roksalan” diye başlıyor. Ah Hürrem burada da çıktın karşıma. Adamla epey
yürüyoruz. Benle aynı yöne gitmiyorsa gelmemesini söylüyorum, yolumun üzeri
diyor. Sonra posta binasını gösteriyor, benle tokalaşıyor ve geldiğimiz yöne
doğru ilerliyor. Dini, inancı, milliyeti, dünya görüşü ne olursa olsun
gerçekten çok düzgün insanlar var bu dünyada.
Hostele dönüyorum, bizimkileri alarak tren istasyonuna gideceğimiz
tramvayı beklemeye başlıyoruz. Sık olması gerekirken gelen giden yok. “Belki de
yanlış yerde bekliyoruz şu kıza sor” diyor eşim. Kıza gidiyorum, nazikçe
soruyorum ama kız kaçıyor. Eşim deliriyor, kadının üzerine gidip dalmasını
zorlukla önlüyorum. Sorduğum kız benle aynı boyda ama eşimin yanında kısa
kalıyor ve gerçekten yerden kazınırdı.
Neyse, insanlarla iletişim kurmaktan çekinmeyen başka bir
Lvivli'ye denk gelerek yolun karşı kıyısına geçmemiz gerektiğini öğreniyoruz.
Gerçi burada da bir müddet bekliyoruz ama yapacak bir şey yok. Gelen tramvaya
atlıyoruz. Lviv tramvaylarında her zaman olmasa da sıklıkla bilet kontrolü
yapıldığını söylemeliyim.
Kısa sürede vardığımız tren istasyonundan bahsetmeliyim. Bu
ülkede tren istasyonları gerçekten harikulade binalar. Yani söze gerek yok.
İçeride ilk girdiğimiz yerde internet var ama paralı. İçeride kesif bir
tütsülenmiş et kokusu var. Koku her yere sinmiş. Öteki kesim yani ücretsiz olan
kısımda koku daha da ağır. Bizimkileri bırakıp internetten aldığım biletleri
konfirme ettirmeye gidiyorum.
Pinpon topu gibi sağa sola gönderildikten sonra bir gişede yolculuğum
sona eriyor. Şansıma bürokrasinin karmaşık olduğu bir ülkeden geliyorum ve
zorlanmıyorum. Batı Avrupalı hanım evlatlarını görmek isterdim doğrusu. Gerçi
gişedeki kadın laftan anlayan bir tip değil ama burada da şans yüzüme gülüyor
ve geçen sene Antalyada çalışmış bir genç kız yardımıma yetişiyor. Türk olduğum
nasıl anlaşılıyor diye sorduğumda gülüyor, “siz Türkler hep koşuşturuyor ve
mırıldanıyorsunuz” diye yanıtlıyor. Yaşasın genetik kod.
Bürokrasiyi yenmenin utkusuyla ailemin yanına dönüyorum.
Polis mütemadiyen kimlik kontrolü yapıyor. Evsiz, kılıksız insanlar toplanıyor
ve dışarı atlıyor. Yaşlı bir kadın atılırken epeyce saydırdı. Bu da değişik bir
durum elbette. Komünist dönem sonrasına ayak uyduramayanlar yaşamlarını bu
şekilde asalakça da olsa sürdürmek zorunda.
Kalabalık bir aile geliyor. Küçük oğulları, Mete'nin
etrafında. Mete'ye diyorum” tableti ver, oynasın biraz” diye. Oğlum bizim
huyları bu konuda almış, paylaşmayı sever.
Çocuk İngilizce biliyor, Mete de biliyor. Çünkü ikisine de
“İngilizce biliyor musun” diye sorduğunuzda “yes” diyebiliyorlar. Sonrası mı?
Of, kim umursar, dünyanın her yerinde çocukların anlaşabilmesini sağlayan ortak
bir vücut ve işaret dili var. Gerçi durmadan bizim aracılığımıza ihtiyaç
duyuyorlar. Çocuğun annesi (ki çocuğun adı Lev) az biraz İngilizce biliyor.
Etrafındaki genç kızlar anlarmış gibi baksalar da bilmiyorlar. Vakit harika
geçiyor. İnsanların başlarında kendilerine saçma sapan emirler veren
politikacılar ve paylaşmak için birbirlerini gırtlaklamayacakları nesneler
olmadığında dünyanın en uyumlu canlıları olduğunu anlıyorum bir kez daha.
Zaman geçiyor. Yarım saatten fazla bir gecikme olsa da
Sofya'dan gelip Moskova'ya giden ve bizi Kiev'de Levleri ise Rusya sınırına
yakın bir yerde bırakacak olan tren gara giriş yapıyor.
0 Yorumlar
Yorumlarınız