Tren kompartımanında karşılıklı olarak iki yatak var. Mete ve ben yukarıdayız. Yıldız ise hemen altımda. Mete ‘nin altında ise şişmanca bir adam kalmakta. Etliye sütlüye karışmayan sessiz bir adamcağız. Ne umduğum gibi Ukrayna güzeli ne de korktuğum gibi ülkenin yıllardır aranıp da bulunamayan seri katili.
Eşim üşenmeden elimize tutuşturulan çarşafları ve yastık
kılıflarını açıp kullanmaya başlıyor bile. Mete ve ben sanırım bunlarla
uğraşmaksızın yerde bile yatabilirdik. Tipik bir Türk davranışı ile pantolonlar
üzerimizde uyumaya çalışıyoruz. Sadece bizim ufaklığa rahat bir şeyler
giydirdik. Sallanan trende eşim çok az uyudu. Ben ise ne olur ne olmaz diye
olduğum yerden kompartımana ve kapıya bakınmakla yetindim.
Sonunda gara giriyoruz. Şaşırmıyoruz, gayet güzel bir gar
binasına giriyoruz. Alt kata iniyoruz ve dışarı çıkıyoruz. Panik anı. Debdebeli
bir şehir olduğu belli. Taksi diye yapışanları pas geçiyorum. Nerede olduğumuz
hakkında bir bilgim yok. Sol tarafta, büyük kalabalıkların içinde kaybolduğu
binaya yöneliyoruz. Burası şehre giden metro hattının giriş kapısı.
Platformlarda Allah 'tan yeterince yardımcı olabilecek
derecede işaretlendirme yapılmış. Hreşbaçnik Durağı'na kadar iki durak kadar
gidiyoruz. Ama bu kadar kalabalık bir metroya bir Pazar sabahı Tahran 'da binmiştim
daha önce. Ailecek buz kıran gemisi gibi çantalarımızla giriyor ve bu şekilde
de çıkıyoruz.
Yaşasın gün ışığı. Çıkıyoruz. Hreşbaçnik Caddesi'nden
Besarabski Alışveriş Merkezi 'ne oradan da kalacağımız mekana gideceğiz. Yol
kenarında dizili devasa ve varsıl görünümlü binalardan, bana daha önceden
anlatılandan çok farklı bir Kiev ile karşılaşacağımı anlıyorum. Çok farklı.
Çıkıyoruz. Besarabski ‘nin köşesindeki bir pizzacının
kapısındaki kahvaltı benzeri resimlere kanarak içeri giriyoruz. “Hello” diye
bizi karşılayan görevli meğer tüm İngilizce bilgisini kullanmış. Tarzanca ile
derdimizi anlatıyoruz. Bir saat kadar burada vaktimiz geçiyor. Görüp
görebileceğim sanırım en ağır servis bu idi. Gene de karnımız doydu ve çok
temiz bir tuvaletin tüm nimetlerinden istifade ederek yola çıkabilecek kıvama
geldik.
Hedef Lavra. Kiev ‘in dini merkezi.
Başka bir efsane ise Türklerle daha doğrusu Hazar Türkleri
ile bağlantılıdır. Su kıyısındaki ev anlamına gelen ki ve ev kelimelerinden
türemiştir buna göre de.
Aradan zamanlar geçer ve 879 ‘da Novgorod yönünden gelen
Vikingler Macarlar'dan (proto Macar denilebilecek Magyar kavmi burada söz konusu
olan) şehri alırlar. 882 ‘de şehir tam anlamıyla onların kontrolü altına girer.
Böylelikle Kiev Ruslarının tarihi başlar. (Rus, kızıl saçlı İskandinav demekmiş
tarihin o döneminde). Dede Korkut 'ta ve Osmanlı tarihlerinde Rus olarak
adlandırılanlar bu kavim oluyor, günümüzün Rus'una ise o dönem Moskof diyorduk.
Fakat Bizans Araplarla uğraşmaktadır. Donanma Ege Adalarında Arap donanmasını karşılamakla meşguldür. İstanbul limanında topu topu on iki dromon vardır. Vikingler bu durumu haber alır almaz gemilerine binerler. Tarihin en büyük Viking donanmalarında biri suya inmiştir.
İstanbullular da aptal değildir. Durumu haber alırlar. Şehir
başlangıçta paniğin esiri olur ama çabuk toparlanır. Amirallerden biri on iki
geminin yeterli olduğunu söyler, yeter ki Vikingler boğaza girmiş olsunlar. Dar
alanda büyük bir sürpriz yapacaktır Bizans onlara. Ama bu sürpriz açık denizde
olmazmış.
Bu savaş Vikinglerin kaybettiği tek deniz savaşı olarak
tarihe geçmiş.
Dönelim Kiev ‘in tarihine. Bizans aptal değildir. Bu
taktiğin her zaman işe yaramayacağını bilir. Akıl gerekir. 989 ‘da prens
Volodimir nihayet Bizans tarafından ikna edilerek Ortodoks Hristiyan olarak
vaftiz edilir. Kievliler kitleler halinde vaftiz edilerek hristiyan olurlar.
Volodimir 5000 askerini imparatorun özel koruma birliği olarak İstanbul'a
gönderir. Varengler yada Varanguardlar olarak anılan askerler işte bu şekilde
Kiev'den gönderilmiştir.
Volodimir ‘in oğlu Akıllı Yaroslav şehre bir Aya Sofya inşa
ettirir. İstanbul'un planları tutmuştur artık. Kuzey ticaret yolları açılmış,
Viking akın ve talanları bitmiş aksine müttefik olmuşlardır.
18. yüzyılda Kiev Ruslar tarafından alınan dek ilginç bir
yaşamı olur şehrin. Bağımsızdır ama bu bağımsızlık kuklacının kontrolündeki
kuklanın bağımsızlığından fazla değildir. Polonyalılar, Tatarlar, Rus Kazakları
arada yoklarlar. Ama politik statüko hiç birinin şehri sahiplenmesine izin
veremeyecek kadar hassastır.
Bolşevik Devrimi şehirde kanlı geçer. 1941 ‘de Almanlar
şehri alır ve yakaladıkları yarım milyondan fazla Rus askerini de öldürürler yada esir ederler.
Sadece babin Yar denen yerde 100,000 den fazla askeri öldürürler.
1943 sonlarına doğru Kızıl Ordu şehri geri aldığında
sefaletle karşılaşırlar. Alt yapısı olmayan, halkının % 80 ‘inin evsiz olduğu
bir şehirdir artık Kiev…
Dev ama güzel binalar, yeni yapılan gökdelenler ile kaplı bu
kısım.
Burası da canlı bir yer gibi geliyor gözüme. Ama öncelik
Lavra olduğu için vakit kaybedecek değilim. Hem de çılgın bir sıcak varken.
Lavra'ya giden matruşkalar yolun karşısında, sol taraftan kalkıyor.
Duvarlarla çevrili bir yapılar topluluğundayız aslında. Kremlinlere
benzer bir giriş ile orta avluya ulaşılıyor. Buraya gelen kısa yolda, hemen
sağda uzun bir kule. Arkamı çevirdiğimde aslında girişi de kulemsi bir yapıdan
yaptığımızı fark ediyorum. Avluya bakan kısmı kahverengi ağırlıklı renklerle
yapılmış aziz çizimleri ile kaplı.
Buradan hemen yandaki kısma geçiyoruz. Girişte kadın bilet
soruyor, gösterince işine devam ediyor. Burada da kilise de kullanılan eserler,
haçlar ve İncil yazmaları var.
Lavra'da kilise yada inanç konseptinden uzaklarda kalan başka
bir müze daha var. Bu “Mikrominyatür Müzesi”. (Byk 10, çck 6 grivna) Bambaşka
bir alem burası. Kiev güzel bir kent ama olmasa bile salt bu müze için
kesinlikle gelmeye değer.
Çılgın bir adam düşünün.(Adı Siadritsky olsun ama) Adam bir
pirenin ayaklarına altından bir nal yapıp giydirmiş. Ya da iğne deliğine gitmiş
bir piramit yerleştirmiş. Ve yahut saç kılına bir şeyler yazmış üşenmeden. Ve
bunu da ancak mikroskoplarla görebiliyorsunuz.
Devam ediyoruz. Aziz Nicholas Kilisesi'nin arkasındaki teras
güzel bir nehir manzarası sunuyor. Burada oyalanıyoruz. Çok güzel bir manzara
var. Aşağı Lavra ‘nın yeşil çatılı, beyaz gövdeli, kuğumsu yapıları gerilerde
ağaçların arasından elinde kılıcıyla çıkan devasa koruyucu ana heykeli. Öyleki
heykelin kendisi titanyumdan yapılmış. Sadece kılıç ve kalkanın ağırlığı on iki
tonmuş. Halk “demir lady” olarakta adlandırmakta.
Rehberlerin anlattığına göre kiliselerin tepesindeki tüm
sarı kısımlar altınmış. İnandırıcı gelmiyor. Komünistlerin sökmüş olacağına
inanıyorum. Öyle ya rölikleri Moskova'ya taşıyan adamlar, altın aksamı da
çeşitli işlerde kullanmak için almış olabilirler.
Önümde, aşağıdaki alandaki bir çayırlıkta onlarca arı kovanı
var. İlerilerde ise nehrin karşı kıyısında, yüksek apartmanların silüetleri kendini
gösteriyor. Bence Kiev şehirleşme konusunu oldukça iyi başarmış.
Aşağı Lavra'ya iniyoruz. Hedef kaya mezarları. Eşim kaya
mezarlarının girişini görünce, hayal kırıklığı içinde “Bu mu? Ben Kapadokya
gibi bir şey bekliyordum” diyor. Eh, diyecek bir şey yok. Bizim ülkemiz dışında
bir şeylerin devasa boyutta yada derinlikte olması pek mümkün değil.
Eşimi dışarı da bırakıp baba oğul dalıyoruz. Uhrevi bir hava
var. Eline mumu alan kendini dehlizlere bırakıyor. Biz elbette lalettayn
dolanan iki turist olarak öndeki kadınları takip ediyoruz. Karanlıkta mum ışığı
duruyor ve kadın bir camekana eğilip “şappp” diye bir öpücük konduruyor.
Anlaşılan aziz mumyalarından birisi burası. Kadın yana yakıla bir şeyler
mırıldanmaya başlayınca onu geride bırakıp başka bir mumlu grubun sonuna
yaklaşıyoruz.
Tek başına , ağır ağır yürüyen bir mum yeni hedefimiz.
Yakalamak için hızlanıyoruz. O da aniden duruyor. Eğilince çarpışıyoruz. Kafası
kapalı, mini etekli Kievli müminlerden biri. Bu da yana yakıla cam tabuta
öpücükler kondurup, sağ eliyle hızlı hızlı haçlar çizip bir şeyler mırıldanıyor.
Çıkışı yönelirken oğlum, “korku tüneli gibiydi” diyor.
Onaylıyorum. Körü körüne inancın ve umudun bir araya geldiği bu tip yerlerde
insanların kolaylıkla etki atlana alınıp her yöne sevkedilebileceğini söylememe
gerek yok sanırım.
Ukrayna hostellerinde ayakkabı ile içeri giremiyorsunuz. Bu
iyi bir şey. Tuvalet vb oldukça temiz gerçekten. Trende uyuyamamıştım. Birkaç
saat kestirmek iyi olacak.
Stalinist yapıda binaların çevrelediği Hreşbaçnik Caddesi
gözlerimin önünde uzanıyor. Geri çekilen Kızıl Ordu birlikleri caddeyi
mayınlamış Alman ilerleyişini yavaşlatmak için. Şimdilerde ise boş boş gezinen
Türk gruplarını yavaşlatmak için Ukraynalı kızlar yerleştirilmiş bol miktarda.
Fütursuzca laf atan bizimkiler ve sadece gülümseyerek karşılayan kızlar.
Kiev ‘in kabasını aldık sanıyorum. Yarın kültürel işgal
vakti. İçimden bir ses “bizim torunlar geldi” diyor belli belirsiz. Geldik.
0 Yorumlar
Yorumlarınız