Annemle beraber sokak aralarını dolaştık. Belli başlı
meydan, bina ve eserleri gösterip kentin dışına çıktık. Zaten Kotor dediğin
ufacık bir yer. Ufacık bir yer ama boyunu aşan, katlayan oranda yolcu çekiyor
bünyesine. Devasa bir cruise gemisi getirdiği yüzlerce İtalyanı şehrin
sokaklarına salmış. Vakit geçiriyor ve terminale doğru gidip Metin Abilerin
gelmesini bekliyoruz.
Ne yapılacak sorusu önemli. Eğer normal bir turistseniz
Budva'nın pek bir atraksiyonu yok. Ama gece hayatından hoşlanan kişilerdenseniz
en doğru yere geldiniz. Slav ırklarının en zengin erkekleri ve etraflarında en
güzel hatunları görme şansınız var. Mekanlarda yüksek volumlü müzik normal.
Terminale yakın bir yerlere dek ilerliyorum. Burada
minibüslerin kalktığı bir nokta var. Panoda kalkış saatleri ve fiyatları
yazmakta. İsterseniz aynı noktadan ülkenin meşhur plajı Jaz ‘a da minibüslerle
gidebiliyorsunuz.
Ulaşım ücreti sadece 1,5 euro. Sveti Stefan ‘ın civarı
balıkçıların yaşadığı bir yerleşimmiş bir elli, altmış yıl öncesine kadar.
Büyük şehirlere gitmişler umutlarının peşinde. Bir köprüyle ana karaya bağlı
ada ise devlet işlemesi olmuş, dünya çağındaki starları misafir etmiş. Ama
Yugoslavya'nın parçalanmasıyla beraber insanlar kendi geçim ve yaşam savaşını
vermeye başlayınca unutulmuş.
Araçtan indim. Bir basilevs olarak zengin ortamlarda yer
almam gayet doğal bir şey. Çam ve zeytin ağaçlarından oluşan bir ormanın içinden
ilerleyerek kıyıya ulaştım. Biraz ciks bir havası var. Balina gibi, uzanmış
oldukça uzun boylu, renkli gözlü kıza soruyorum bir ücret ödeyip ödemeyeceğimi.
Meğer sahildeki şezlonglar 20, bir arka sırası ise 15 euro imiş. “Yüzmek
ücretsizdir umarım” diyorum. Gülüyor, “ücretsiz” diyor.
İlerideki perde bozması çadırda üzerimi değiştiriyorum.
Gözden uzak bir yerde havlumu yere atıp uzanıyorum. Bir kaç dakika sonra
yanımdaki şezlonga bir çift geliyor. Onlardan para almaya gelen görevli beni de
sepetliyor. Yaptığımız kısa konuşma sırasında adamın espriden anlamadığını ve
beni
Sahilden bahsedeyim. Karadağ'da kumsal yok denmekte. Burada da sanki inşaat artıkları bir makinadan geçirilip granülsel bir yapıya sokulup yayılmış gibi. Denizin içi de bu düşüncemi doğrular nitelikte. Hızlıca derinleşiyor burası da. Ama ilerledikçe üstüne bastığım ince taşların ayaklarımın altından benimle beraber aşağılara kaydığını hissediyorum. Açılıyorum biraz. Gözlerim ise eşyalarımın üzerinde. Adaya giden yolda ise görevliler gidip gelmekte. Parti gibi bir şey olacak sanırım. Zaten bugün Budva'da sezon açılış partisi var.
Burada birkaç saat daha geçiriyor ve bu zaman zarfında birkaç kez daha yüzüyorum. Köprünün öteki tarafında muhtemelen Rus olan hatunların sere serpe güneşlendiği, takıldığı bir kısım daha var ama elbette ki varsıl olmayan ölümlülere kapalı.
Yol üzerindeki büyük ve şaşaalı alışveriş merkezindeki marketten
alışveriş yaparak terminale geçiyoruz ve buradan kalkan otobüs ile hayatım
boyunca adını duymadığım yerlere uğrayarak Saraybosna ‘ya doğru ilerliyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız