Takip Et

8/recent/ticker-posts

Balkanlar Yeniden : Gün 6 - Uzun bir gece yolculuğunun ardından Herseg Novi ve Kotor

Gece durduğumuz mola yerinde herkes Arnavutça alt yazıyla Kurtlar Vadisi'ni pür dikkat seyrediyordu. Sonrasında durmaksızın Kosova'dan geçtik ve çılgın virajlarla dolu bir dağ yolundan yukarı kıvrılarak Karadağ sınırına ulaştık.

Burada da doğru düzgün bir şey yapmadan baştan savarcasına bir şekilde hiçbir şey sormaksızın pasaportu damgalayarak bizi yolcu ettiler. Yolculuğun yaklaşık 14 saatlik bu rotası gözümü korkutuyor.

Saatler geçiyor ve günü Karadağ ‘ın başkenti Podgoriça ‘da karşılıyoruz. Tek düze, oldukça yavan bir kent gibi geliyor burası bana. Doğruca otobüs terminaline giden otobüs neredeyse tamamen boşalıyor.

Bir saat sonrasında ise Budva'dayız. Şehrin yeni kısmı devasa ve dibindeki ormanı yuta yuta büyüyor. Burası yarının hedefi. Ama en azından terminalin yerini keşfetmiş oluyoruz.

Tivat'ta tekrar feribota biniyoruz. Tarih dört sene sonra tekrar tekerrür ediyor. Kısacık bir yolculuk sayesinde karşı kıyıya ulaşıyoruz. Radyoda Zeljko'dan, Mata Hari'den, Dino Merlin'den şarkılar… Ait olduğum, sevdiğim topraklardayım. Ayak üstü konuşupta sanki yıllardır dostmuşcasına ayrıldığımız insanların toprakları Balkanlar. Aniden tekme tokat birbirimize girecek gibiyken bir anda derin bir muhabbetin parçası olduğumuz insanlar burada.

İlk durak dört sene önce geçerken beni ağlamaklı yapan o son kalenin olduğu kasaba Herseg Novi. Bu kez inat ediyorum. İner inmez gişedeki sevimsiz, soğuk kadınla bilet tartışmasına giriyorum. Kavga etsem daha az yıpranırdım. Anladığım yarım saatte bir otobüslerin olduğu. Çantaları emanete bırakıp yokuş aşağı ilerliyoruz. Parça başı 2 euro epey koydu doğrusu.


Küçük meydandan daha büyükçe başka bir meydana varıyoruz. Burada, hemen solda üzerinde bir burç olan ve “sahat kula” diye anılan tarafa gitmek yerine güzel binaların sağlı sollu sıralandığı sağ taraftan ilerliyoruz. Bakımlı, güzel, pırıl pırıl bir yer. İğreti gelecek kadar gıcır bir yerleşim. Sahildeki Venedik yapısı Fortemare adlı kale yıkıntı haline gelmiş neredeyse. Hatta bir kısmı denize devrilmiş.

Sahil boyunca ilerliyoruz. Sabahın erken saati, saat on olmadı daha ama boğucu sıcak bastırmaya başladı. Kıyıda, iri beyaz çakılların üzerinde insanlar yayılmış daha şimdiden güneşin tadını çıkartmaktalar. Bizse, beş kişi sağdan soldan aldığımız nevale ile nihayet kahvaltımızı bir banka oturup gelip geçeni seyrederken yapıyoruz. Şöyle anlatayım, zamanında yörenin en büyük korsan pazarı olan Herseg Novi ‘nin günümüz halkı bu geleneği gelen turistleri kazıklayarak yaşatmaya çalışıyor ve epeyce de başarılı oluyor hani. Ecnebilerin deyimiyle epeyce “overrated”

Sahilde bu kez tersten yürüyoruz. Pek bir şey yok burada. Başmelek Mikail Kilisesi'nin kapısından şöyle bir bakarak Kanlı Kule'ye gidiyoruz. Giriş 2 euro. Batıdaki son Türk kalesindeyiz. Birkaç gün sonra başlayacak festivalin hazırlıkları tüm hızıyla sürerken afacanlar kenara konmuş topların ağzına attıkları çatapatları patlatarak turistleri korkutmakla meşguller. Tepedeki İspanyol Kalesi denen ve gene atalarımızdan yadigar başka bir kale daha.

Aşağı indik. Annemler aşağıda. Bende tarif edemeyeceğim bir yorgunluk var. Taşların üzerine uzanıyorum. Hummalı bir restorasyon çalışması var. Kilisenin papazları da halkla beraber bu işlerde koşuşturuyor.


Araç ile Kotor ‘a dönmek için harekete geçiyoruz. Bizden fazla pek bir yolcu yok. Arkamda adamın biri Almanca olarak tüm Balkan milletlerine saydırmakla meşgul. Adamın dediklerini anlamak için çırpındığım için diğerleri gibi uykunun pençesine düşmüyorum. Zaten bir saat kadar sonra Kotor ‘un küçük terminaline girmiş oluyoruz.

Terminal eski kent kısmından yürüyerek bir beş dakika hadi hadi on dakika kadar uzaklıkta. Yol üzerinde bir market var. Markette meyve ve sebze fiyatlarına göre oldukça kalitesiz. Kötünün iyisi bir yer. Anlaşılmaz bir şekilde Kotor 'da hem iyi meyve bulamadık hem de bulduklarımız ateş pahası idi.

Kotor ‘un kapısından içeri girdik. Güzel bir yer burası. Oldum olası hep sevmişimdir. Dümdüz ilerledik ve kendimizi kalacağımız Old Town Hostel ‘in önünde buluverdik. Eski bir handan bozup hostele çevrilmiş. Odalar ferah, kalın duvarlarının ardında her mevsim insanı koruyacakmış gibi bir intibah uyandırmakta. Gördüğüm en organize hostel burası oldu şimdiye dek.

Üstümüzü değiştirdik. Bir koşu markete gidip geldim. Büyük hayallerle aldığım domatesli ton balığı derin bir yıkım oldu bende. Kaşar peynir ise korkunç kokusu ile çöp kutusuna gitti.


Annemi odada bırakıp Metin Abi'lerle denize gittik. Eskiden Kotor'da denize girilebilecek bir yer olmadığını sanıyordum. Varmış. Eski kentten çıkın sağa dönün. Köprüyü geçin ve soldaki ikinci aralıktan denize dek ilerleyin. Kotor ‘un plajlar bölgesindesiniz.

Yukarıda yakıcı güneş. Önümüzde ise buz gibi neredeyse diklemecesine derinleşen bir su. Karadağ sahilleri acımasızca derinleşmekte. Kıyıdaki panolarda belirli aralıklarla suyun derinliği gibi bilgiler verilmekte. Mesela yirmi metreden az uzaklıktaki şamandıraların orası yaklaşık 40 m. 100 m açık ise 138 m lik bir derinliğe sahip. İyi yüzme biliyorsanız ne ala. Yoksa kıyıdaki Karadağlı dilberler ve ileride yer alan Sveti Jovan Kalesi gibi manzaralarla vakit geçireceksiniz demektir.

Dönünce Metin Abi ile beraber kaleye çıktık. Kasım ayına dek çıkışlar akşam saat altıya dek 3 euro gibi bir ücrete tabii. Değer mi derseniz oldukça yorucu bir yolculuk. Gerçekten insanı çok yıpratıyor. Deniz tarafında çok iyi bir manzara yok çünkü karşı kıyıdaki dağ ufku örtmekte. O nedenle kuzey yönüne dek uzanan kıyıyı izleme şansınız var.


Öte yandan kalenin tepesine çıktığınızda doğuya doğru uzanan diğer sur hatlarından günümüze kalanları da görebiliyorsunuz. Alan olarak gördüğüm en büyük kale alanı burası. Ortaçağ sürecinde bu kalenin alınabilmesi kesinlikle mümkün değil. Bundan adım kadar eminim. Kararan gün ile beraber aşağıya inişe başladık.

Akşam için bu kez annemi alıp surların çevresini gezdirdim. Kalenin gece aydınlatması oldukça başarılı. Bununla beraber sanırım esen sert ve soğuk rüzgarın etkisiyle meydanda kimsecikler yok. Biraz bekledikten sonra Metin Abilerle buluşuyoruz. Adamcağızın sipariş verdiği çay gayet sevimsiz garson tarafından masaya vurulmak suretiyle servis ediliyor. Unutmadan söylemeliyim ki Karadağlılar çalışmayı pek sevmiyorlar.

Yorum Gönder

0 Yorumlar