Gün 3
Sabah büyük bir yorgunlukla uyandım. Bu nasıl olsa atlatılır ama her iki ayağımdaki yaralar yürümemi zorlaştıracak. Daha attığım ilk adımlarda çektiğim acılar günün geri kalanının nasıl olacağını şimdiden belli ediyor. Osman ‘ın dediğine göre dün 45 km kadar yürümüşüz.
İlk hedef İzmailovski. Burası Moskova'nın az dışında kalan
kendi kremlini ve büyükçe bir pazarı olan bir yer.
İki aktarma ile en yakın durağa ulaşıp yeryüzüne çıktık. Nereye gideceğimize dair bir işaret yok. İlk otobüs durağındaki insanlara vücut diliyle sordum onlarda işaret diliyle cevapladılar da yolu bulabildik.
Sonunda gördük. Uzaktan
canlı renklerle sanki dün boyanmış gibi duran ahşap bir kale ve önünde de kalabalık bir pazar. İçine girdik.
Aklınıza gelebilecek türlü hediyelik eşyayı çeşitli fiyatlara alabileceğiniz
bir mekanmış burası. Ben bitpazarı gibi bir şey sanıp gelmiştim buraya. Bunun
yerine matrioşkalar, deri ya da kürk kalpaklar, tahta oyuncaklar ne ararsanız
var. Tabii pazarlık farz. Mesela Kafkasyalı özellikle Dağıstanlı arkadaşlar
Müslümanlıktan girerek kazıklamaya kalkışacaklar. Kırgızlarla iyi anlaştık. Hem
bizi anlıyorlar hem de Türkçe konuşuyorlar. Ha, küçük bir farkla iki bin ruble
“ikki min” olarak telaffuz ediliyor.
Ben bile bir şeyler aldım. Ne aldım derseniz, temiz yüzlü, orta yaşlı bir abladan değişik tipte bir matrioşka aldım, bir de iki tane paskalya yumurtası. Elbette, gönül faberge yumurtası almak ister ama benim alabildiğim tahtadan ancak. Osman hediye kavramında gene kendini aştı, alabildiğini aldı.
Kalpak aldığımız Dağıstanlı arkadaş bugün yeni mescit
açılacağından ve Tayyip Erdoğan ‘ın da burada olduğundan bahsetti. Haberimiz
yoktu, eyvallah dedik, dönüşe geçtik.
Askeri müzeye gitmek
için metroyu kullandık. Metroyu çözdük gibi. Ama metro çıkışında inanılmaz
sayıda polis ile karşılaştık. Polislerden öğrendiğime göre Moskova'da yeni bir
caminin açılışının hem Tayyip Erdoğan hem de Putin tarafından yapılacağından bu
tedbirler alınmış.
Yolda fuara gelmiş dört Türk ‘e rastladık. Bu abiler plastik fuarına katılmış bahaneyle şehri gezerken bu yeni camiye gidelim deyip yollarda kaybolmuşlar. Yolumuzun üzerindeler diyerek bize takılmalarını istedik, itiraz etmediler. Epey bir yürüdük. Biz camiye vardığımızda açılış çoktan bitmiş, büyük bir kalabalık maç çıkışıymış gibi bir kalabalık halinde dağılmaktaydı.
Camiyi beğenmedim.
Kazan Tatarları'nın camilerini andıran bir yapısı var. Putin çoktan gitmiş. Biz
vardığımızda ise Tayyip Erdoğan ‘ın makam arabası caminin avlusundan
ayrılmaktaydı. Yüzlerine baktığınızda ya da kafalarındaki takkelerden
kolaylıkla Müslüman, Türk yada ikisi birden oldukları kolaylıkla
anlaşılabilecek tipler yol kenarlarını doldurmuş arabanın geçişi sırasında
tezahürat yapıyorlardı. Hatta trafik lambalarına bile tırmananlar mevcuttu.
Araba geçip gitti ama geride alan kalabalık tezahürata bir müddet daha devam
etti.
Bizim fark ettiğimize göre camiye gidelim derken askeri müzeden epeyce uzağa düşmüşüz. Bu da epeyce bir yolu yürümemiz gerektiğinin bir işareti.
Binayı bulduk. Önünde
asker miğferlerinden garip bir modern heykel var. İçeri girdik. Pek çok salon
varsa da müzenin asıl konsepti 2. Dünya Savaşı üzerine inşa edilmiş.
Hele bir salon var ki… Ortasında büyükçe bir camekan olan
devasa, dikdörtgen bir oda. Camekanın içinde kızıl ordunun ganimet olarak
getirdiği nazi bayrağı ve civarında binlerce nazi subayına ait haçlar. İnsanın
içi burkuluyor. Bir savaş makinesi olarak gelip savaşı kaybediyorsunuz ve
gücünüzün tüm işaretleri düşmanızın elinde kalıyor. Bir Alman bu odada ne
hissediyor bilinmez.
Odada ayrıca Reichstag ‘a Ruslar'ın astığı bayrakta yer almakta. Bayrağı üç asker asıyor. Bunlardan birinin kazak olduğunu söylemişlerdi üniversitedeyken.
Salonun görevlisi kadın
geldi. Tabii ki zerrece Rusça dışında bir dil bilmiyor ve tüm Ruslar gibi de
yardımcı olmak bir şeyler anlatabilmek için çırpınıyor.
Başka bir oda da ise Ruslar'ın vurduğu Amerikan casus uçağı
U2 ‘nin parçaları sergilenmekte.
Müzenin bahçesinde ise türlü savaş aracı sergilenmekte. Balistik
füzeler. Afganistan'da geçen Rambo filminde Rus albayın kullandığı helikopter
gibi çok sayıda araç sergilenmekte.
Dışarı çıktık ve müzenin önündeki durakta beklemeye başladık. Pek bir araç gelmedi gelen araçlarında nereye gittiğini anlayamadık. Yürüyelim dedik, yürümüşken Arbat’a da gidelim dedik. Zaten benim ayaklar gitmiş, kaybedecek bir şey kalmamış; “tamam” dedim.
Arbat günümüzün en
cıvıl cıvıl caddesi Moskova'da. Biz Tatarlar için ise bambaşka bir anlamı var.
Arbat büyük sürgünde unutulan son Tatar köyüdür. Stalin bu unutkanlığın
çözümünün kesin olmasını ister. Tüm köy bir gemiye bindirilir, gemi Karadeniz'e
açılır. Geminin tüm kamaraları kilitlendikten sonra gemi ağır ağır batacak
şekilde su alması için kapakları açılır. Stalin Kırım'daki Tatar sorununu
çözmüştür. Tabii o gün için, gene Kırım’a döndük. Kırım'da olmasak bile Kırım'da
olanların refahı, kültür, eğitimi için karınca kararınca da bir şeyler yapmaya
çalışıyoruz.
Neyse, Moskova'yı araştırırken Arbat ismine denk geldiğimde anlayamamıştım. Kimi, Arapça kırsal anlamına gelen bir sözcük derken kimi Tatarca araba anlamına gelen “arba” kelimesine yoruyor anlamını.
Cadde Moskova'nın literatürlere göre en eski caddesi. Kremlin'e doğru uzanan bir yol. Etrafı kafeteryalar, restoranlar, türlü
mağazaya ev sahipliği yapmakta. Buradan girdik bir paralelinde uzanan Yeni
Arbat üzerinden döndük. Yemek aramak için sağda solda turlarken Hermitaj
Bahçeleri'ne ulaştık ama işe dişe dokunan bir şey bulamayınca geri döndük.
0 Yorumlar
Yorumlarınız