Gün 8
Herkese günaydın. Ülke ucuz ama ülkenin para birimi de bir o kadar değersiz. Bu nedenle türlü ıvır zıvırı düşünmeden almış durumdayız. Evde olmanın avantajıyla gayet rahat bir şekilde kahvaltı yaptık.
Çıktık dışarı. Hava
düne göre nispeten iyi, en azından rüzgar yok. Hemen çevreyi keşfetmeye devam
ediyoruz.
Minsk ‘in binaları masif yapılar. Mesela dün yolun karşısındaki büyük binanın etrafını dolaşalım dedik. Abartmıyorum tek bir binanın etrafı yaklaşık 800 m kadar tutuyordu. Yapılar şu şekilde. Bunlar kale gibi bloklar aslında. Bloklar dış dünya ile kışla yada kale gibi korunumlu avlular oluşturacak şekilde inşa edilmiş. Koridorlarda sağlı sollu sıralanan daireler avluya yada yola bakıyor ama eğer hepsi bizim kaldığımız gibiyse çok büyük bir salon ve yatak odası olarak kullanılan bir odadan ibaret.
Buna karşın bloklara giriş için bir ya da iki büyücek kapı
kullanılıyor. Avluların ortasında çocuk parkı var ve avlu içinde arabalar da
park edebiliyor. Park sorunu yok.
Dün giremediğimiz
müzeyi bugün hiç zorlamıyor uzaktan fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Caddede,
ters yönde ilerliyoruz. Rus dünyasının tipik binaları caddeyi çevrelemekte.
Bunların hepsi savaş sonrasının yapıları.
Beyaz Ruslar yada kimilerinin deyimiyle Beloruslar da Rusların akrabaları. Sanırım Ruslarla aralarındaki fark bizlerle Azeriler arasındaki farktan daha da az olmalı. Yazılara göre belirli bir iki harf birbirinin yerine kullanılıyor. Tarihi açıdan ise Polonya etkisinde çok kalmış bir topluluk. Bununla beraber dillerinin temelini koruyabilmişler.
Minsk ancak 1793 tarihinde tam anlamıyla Rus topraklarına
katılabilmiş. Bu süreç içerisinde defalarca Polonyalılar ve Ruslarca ele geçirilmiş.
Arada bizim Demirbaş Şarl da uğrayıp ele geçirmiş bir süreliğine.
Beyaz Rus kavramının ise Türkler ve Tatarlar tarafından
kirletilmedikleri için sahip oldukları bir sıfat olduğunu belirtenler var
yazılanlara göre. Türkiye'den gelen Tatar kökenli bir birey olarak bu halkın bu
eksikliğini giderebilirim gibi gelmedi değil.
Caddenin sonunda yerde kubbe gibi cam bir nesne
göreceksiniz. Burası bağımsızlık meydanı ve bu kısmen gördüğünüz cam kubbe ise
yer altındaki alışveriş merkezlerinin çatısı. Buraya girdik. Girmek ile ne
kadar iyi yaptık bu sorunun cevabı kocaman bir soru işareti. Magnetler ve diğer
hediyelik, hatıra eşyalarının yanı sıra, deri eşyalar gibi giyim kuşam uçuk
derecede pahalı. Turist olarak şehirde sadece biz olduğumuzu düşünmüyor değilim.
Buradaki hesaplı ve harikulade olan tek şey dondurmalar.
Üşenmeyin, çekinmeyin alın. Afiyet olsun.
Alışveriş merkezi yerin altına doğru dört- beş katlı bir yayılım göstermekte. Muhtemelen soğuk savaş döneminin sığınaklarına da giden yolları vardır.
Buradan çıkıp yolun
kenarındaki, üç kuleli, kırmızı, Katolik kilisesine girdik. Adı da Kızıl Kilise
imiş. Tabii, bu halkın verdiği isim. Resmi adı Azizler Simon ve Helena
Kilisesi. İçi oldukça hoş. Önünde gene
ejderha öldüren bir melek heykeli olunca Osman bunu eski söylenceler ve güncel
komplo teorileri ile harmanlayarak beyin hücrelerime karşı sağlam bir saldırıya
geçti. Bu sırada ara sokaklarda bizim elçiliği gördüğümüz gibi göze hoş gelen
yapılara da denk geldik.
Ara sokaklar bizi Svabody diye bir yere getirdi. Aslında burası Güzel Sanatlar Müzesi'nin arkasında kalan ve bir şekilde 2. Dünya Savaşı'nı göreceli olarak az hasarlı atlatan tarihi bölgesi. Kiliseler ve ağırlıklı olarak manastırların olduğu alan burası.
Kiliseler, katedraller, manastırlar burada birbirinin içine
geçmiş. İnsanlar vızır vızır girip çıkıyor. Bir ikisine bizde girdik ama pek
bir şey anlamayınca geri vites yapıverdik.
Buradan sonrası Üçleme
Tepesi (Trinity Hill). Aslında Minsk ‘in en eski yerleşimi buradaymış ve bir
zamanlar var olan kutsal üçleme kilisesi buraya adını vermiş. Burada sağlı,
sollu güzel binalar bulunmakta. Yolun dışı, ormanımsı bir park içinde yer alan
opera binasına giderken iç tarafı “Gözyaşı Adası” denilen mekana gidiyor.
Gözyaşı Adası nehrin akışının durağanlaştığı yerde bulunan bir adacığa yerleştirilmiş bir anıt. Adacığın üzeri ördeklerle dolu ama harikulade ve bir o kadar da hüzünlü bir anıta da ev sahipliği yapıyor. Orijinal adı “hüzün ve cesaret anıtı” yada halkın deyimiyle “gözyaşı anıtı” Afganistan'a savaşa giden 30,000 Beyaz Rus askerden dönemeyen 711 askerin geride gözü yaşlı bekleyen anneleri için yapılmış.
Ana heykel grubundaki
kadınların yüzlerindeki ve hareketlerindeki hüznü rahatlıkla
anlayabiliyorsunuz. Bu heykellerin karşısında ise tek başına, gene bronzdan yapılmış bir melek heykeli yer
almakta.
İlginçtir, bu hüzün dolu adacığın olduğu göletin çevresinde
belki de Minsk ‘in en güzel apartmanları yer almakta.
Bize gelince, şehrin bit pazarı olduğu söylenen yeri bulmak
için o park senin bu park benim dolaşıp
durduk ve bulduğumuz yer – ki burasının söylenen bit pazarı olduğundan hala
şüpheliyim – kapalıydı.
0 Yorumlar
Yorumlarınız