Şayet tur Atina ve Mora ‘ya
inmeyecekse ya da Yunan Adaları'nı kapsamayacaksa kuzey Yunanistan'da
gezeceksiniz demektir.
Bu anlatımda mümkün olduğunca politikaya girmeyeceğim, ama yadsınamaz konuları da anlatmadan da yapamayacağım. Elimden geldiğince tarafsız yaklaşacağım.
Öncelikle turunuzun merkez noktalarını belirlemeniz gerekmekte. Sadece Batı Trakya ‘yı gezerim diyorsanız Gümülcine, daha ötelere uzanacağım derseniz Selanik merkezli bir tur akılcıl olur. Öncelikle Yunan konsolosluğunda meşhur Yorgo ‘dan vize kopartmak farz. Yorgo ‘nun inanılmaz bir hafızası vardır, inatlaşılmaması gerekir. Hoş eskiden çok kızsam da Reha Muhtar ‘a tek girişli shengen vizesi vermesi mantıklı bir adam olduğunun kanıtıdır.
Yunanistan'a gidiş için pek çok
yol mevcut. Selanik'e dek tren var. Oldukça da hesaplı. Akşam 20:00 de Sirkeci ‘den
kalkan tren ertesi sabah 07:30 gibi Selanik ‘e varmakta. Fiyat da 35-45 avro yaklaşık.
Ayrıca pek çok otobüs firmasının da tarifeli seferleri var. Metro Selanik ‘e dek
giderken varan, Ulusoy ve Kamil Koç Atina ‘ya dek gitmekte. Seferler bazen ose
tarafından da gerçekleştirilmekte. Gümülcine'ye dek gidiş 27 ytl. Genelde saat
10:00 da otogardan kalkmakta. 4 ila 6 arasında Gümülcine'ye varmakta. Bunun yanı
sıra Batı Trakyalıların da Tepeüstü ‘nden ve Bursa ‘dan kalkan otobüsleri var. Bunların
kalkış saatleri ise 8 gibi. Kimi zamanda taksiler ile ulaşım sağlanabiliyor. Kişi
başı 50-60 avroya Mercedes, BMW taksilerle sınır geçiyorsunuz. Bunların
yolcuları otobüs tutan yaşlılar yada acele işi olanlar. Tek dezavantajları
İstanbul'a gelişte Anadolu Yakası'na geçmiyor olmaları.
Yol güzergahı boyunca şehirleri anlatmaya çalışacağım.
Otogardan çıkınca Tekirdağ'daki
ilk yemek molasına dek otoban üzerinden durmaksızın gidilmekte. Eğer otobüs
Tekirdağ merkezde yemek molası verirse ki bu 30-45 dk. sürer , doğru yukarılara
çıkılmalıdır. Rüstem Paşa Camii ve vakfiyesini oluşturan yapılar, valilik ve
tipik Tekirdağ evleri görülebilir. Merkezde pek çok esmer vatandaş lakost yada
parfüm satmak için debelenecektir sabırlı olun. Dövseniz gitmezler.
Eğer Keşan'dan yolcu alınmazsa
direkt İpsala sınır kapısına gidilir. Gerek Yunanlar gerekse Türkler Keşan'ı
hesaplı bulduklarından sıklıkla gelmekteler. İpsala sınır kapısı yeni, modern
görünümlü. Tuvaletler temiz. Ama free shop içki ve sigara ağırlıklı. Yunanistan'da
sigara pahalı olduğundan bizim free shoptan alıp götürüyorlar. Kişi başı üç
karton sınırı olduğundan yanınıza gelip sigara aldırtmaya çalışan kişiler
olabilir, size kalmış bir şey.
Sınır görevi gören Meriç'i aştıktan sonra Yunanistan'dasınız. Yunanistan'daki sınır kapısının adı Kiri. Daha kuzeyde Bulgar sınırı yakınlarında pek kullanılmayan bir kapı daha var. Kiri Kapısı'nda standart olarak pasaport kontrolünde tüm bagajlar indirilip bir sete konur. Fermuarları açtırılır, kontrol bundan ibarettir. Bazan görevliler saçma sapan sorular sorabilir, üstelemeye gerek yoktur. Sadece tek handikap kontrolün yaptığı yerin aşırı rüzgar alması ve her mevsim sizi hasta edebilecek yapıda olmasıdır.
Buradaki free shop oldukça güzeldir. Elektronik araç açısından oldukça zayıfta olsa kimi fotoğraf makinalarında inanılmaz fiyatlar olabilmektedir. Ayakkabı ve tekstil için yeni ve geniş bölümler eklendi. Oldukça güzel ürünler olabilmekte. Yunanistan'a girişte değilse de çıkışta mutlaka uğranılıyor. Kafeteryada çeşitli börek ve ayrani var. Ayrani basbayağı ayran ama adamlar meyveli türlerini de üretmiş. Börekler genelde taze, doğruya doğru.
Dedeağaç
Yol üzerinde ilk uğrayacağınız
şehir eğer inecek yol varsa Dedeağaç olur. Yunanlılar Alexandropolis derler. Basbayağı
İskenderiye demeyin bu 19. yy daki Yunan kralı Alexander ‘a atfen verilmiş. Şehirleşme
için tren yolu kumpanyası tarafından kurulduğu söylentisi yaygın. Şehir
merkezinde olmasa da köylerde Türkler var.
Güzel bir sahil kasabası. Simgesi şu an kullanılmayan bir fener. Sakin bir kasabaya benziyor. Sahili gezmek için ideal. Yemek kültürünün oldukça iyi olduğu söylenmekte. Zaten Yunanların deniz ürünleri üzerinde oldukça geniş bir kültürü var. (İstanbul Rumları kadar değil tabii) Hafta sonu kaçamak yapmak isteyen ya da değişiklik arayanlar için çok tercih edilen bir yer. Şehirde ayrıca Atina'ya tarifeli uçuşları olan bir havalimanı mevcut.
Bir sonraki durak Şapçı yada Yunanca adıyla Sapes. Kasaba mıdır şehir midir çözebilmiş değilim. Ekstra her hangi bir şeyini göremediğim alelade bir yer. Kendi aracımla gelsem güneşli bir sabah Dedeağaç'ta kahvaltı mutlaka yaparım da Şapçı'da ayağımı gazdan bile çekmem. Türk nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerden biriyse de karma köyler yolda giderken dikkat çekmekte. Yol kenarlarında gözünüze küçük haçlı kutucuklar çarpacaktır. Bunlar o noktada trafik kazasında ölenler için yapılmış nesneler. İçlerinde mum vb yakılabilmekte. Bir nevi anı tazeleyici, ibret vesikası. Yunanistan'da gençlerin genelinde hızlı bir yaşam arzusu hakim. Çok sayıda genç kazalarda ya ölüyor yada sakat kalıyor. Zaten göreceksiniz ufacık çocuklar bile skutırların üzerinde. Köy yollarının karanlık ve virajlı olması davetiye çıkarıyor ölüme.
Gümülcine
Bir sonraki durak bölgenin
başkenti Gümülcine. Yunanlılar Komotini demekteyse de yaşlı Rumlar bile
köylerin Türkçe adlarını halen kullanmakta. Gümülcine isminin kökenini de tıpkı
komotininin kökeni gibi bulabilmiş değilim. Türk nüfus ağırlıklı bir yerleşim
burası. Türkler yaka ve ova olarak iki parça adlandırmakta. Ova köyleri pamuk, yaka
ise tütün, kiraz vb ile geçim sağlamakta. Köylerdeki Türkler feraceli vb de
olsa bu geleneksel bir kıyafet. Yobazlıkla bir ilgisi yok. (Bazı zihniyet
buralara da el atmaya başlamış)
Bölgenin fethi 1400 ‘lere varmadan tamamlandığı için yöredeki camilerin hepsi kuruluş dönemi Osmanlı mimarisini taşımakta. İstanbul'daki gibi Ayasofya ‘ya karşı yapılan Ayasofyacıklardan burada yok.
Önce Gümülcine içinden bahsederek başlayacağım. Şehrin
katedrali diyebileceğim Bizans stili 1976 yapımı güzelce bir kilise var. Önündeki
alanda Trakya ‘nın Türklerden alınmasına önemli katkıları olan metropolitin bir
heykeli var. 6 Ocakta yortu olduğu için kilise bayraklar vb ile süslenmişti. Kilisenin
yakınlarında Alman onursal konsolosluğu diye bir yer bulunmakta. Nedir diye
sormayın biliyor değilim, ilk kez gördüm. Vardır Almanın uzun vadeli bir planı.
Ya Yunan'ı parçalayacaklar yada Türkler nasılsa burayı alır Türkiye ‘yi
parçalayalım diye yapmış olabilirler. Biraz ötede küçük güzel bir park yer
almakta. Parkın önünde halkın kılıç dediği ama ne olduğunu, neden dikildiğini
kimsenin bilmediği bir kılıç heykeli var. Kılıcın tipi gladyoyu andırmakta. Genelde
şehir ile ilgili yer anlatımlarında burası tarif edilerek yapılıyor. Benim
tercihim katedral mantığı. Kılıca göre tarif edersek yinede sol omzunuza göre ,
parkın yanında yunan haçı stilinde yapılmış beyaz bir kilise var. Yine sol
omzunuz doğrultusunda ilerlerseniz tanımış markaların satışının yapıldığı
mağazalar sıralanmakta. Avro bazında bizim fiyatlara eşit yada az bir fark var.
Ama birim gelire orantılarsanız ortalama Yunanlı ortalama Türk'e göre daha ucuza
adidas giyebilmekte.
Bu yolda giderken hemen sağda bir Ermeni kilisesi var. Osmanlı döneminde inşa edilmiş bu yapı azda olsa ermeni mimarisinin etkilerini yansıtmakta. Ardından ara sokaklara girdiğinizde gene güzel bir Bizans tarzı kilise ile karşılaşıyorsunuz. Yapıdan ayrı bir çan kulesi daha var. Oldukça yüksek olan kulenin manzarasının da oldukça iyi olduğuna inandığım için tırmanmayı düşündüm ama yetkili birini bulamadığım için cesaret edemedim. Burada yorum yapmadan duramayacağım. 1250 ila 1850 yılları arasında bu mimari ile yapılmış bir kilise İstanbulda bile yok. Hatta patrikhanenin içerisindeki Aya Yorgi kilisesi bile bu tarzda değil. Fakat yunan milliyetçiliğinin yükselişi, diplomatik başarılarla topraklarının genişlemesi sürecinde Türk hakimiyetindeki alanlarda bile bu tarz mimari söz konusu olmuş. Bundan alınacak dersler var. Uyanık olmazsan başına gelene katlanmak zorunda kalıyorsun.
Ara sokaklardan platiaya gidene
dek bir sokakta eski Türk evlerini görebilme şansınız oluyor. Zaten bu evlerden biri folklör ve etnografya müzesi
gibi bir yer halihazırda. Ayrıca aynı yol üzerinde Heybeliadadaki eski rum
evlerini andıran yapılarda çıkmıyor değil.Ara sokaklar sizi her mahallenin
küçük meydanlarına çıkartmakta. Platia şehrin meydanı ve anladığım kadarıyla
gece hayatına başlamak için buluşulan nokta.Aslında kılıcında tam karşısında
kalıyor.
Platiadan yukarı doğru yürürseniz Pontus kilisesi ve manastırının yanında eski surlardan kalanları görebiliyorsunuz. Surlar burada da oldukça kalın. İç taraf otopark olarak kullanılmakta. Eğer düz devam ederseniz güzel kagir, Osmanlı döneminden kalmış olması muhtemel bir yapı sizi karşılayacak. Özellikle bu civarda güzel binalar oldukça çok.
Öte yandan çarşı tipik bir Anadolu kasabasının çarşısı
gibi. Hiç yabancılık çekmiyorsunuz.Tahminen merkezdeki caminin vakfiyesi. Zaten
saat kulesi,günümüzde var olmayan hamam caminin vakfiyesindeymiş. Yönetim,saat
kulesini sular idaresine bağlamış .Cami çok çok güzel değilse de manevi açıdan
duygular uyandırmakta. Elbetteki bakıma çok ihtiyacı var.
Gümülcine büyüyen bir
şehir.Özellikle üniversiteninde açılmasıyla inşaat sektörü şağlanmış.Emlak
fiyatlarının çok yüksek olduğundan yakınılmakta. Ayrıca gecelerin daha da
hızlanmasına aracılık etmiş.
Kasaba içerisindeki Türkler küçük
esnaf durumunda. Zaten Selaniğe değin ciddi bir sanayiden söz etme imkanımız
yok. Kasabadaki Türkler içinde Yunanca konuşabilme olayı köydekilere oranla kat
be kat fazla. Yaka köylerinde nüfus tütün ve kirazdan, ova köyleri ise
pamukçuluktan ağırlıklı olarak gelir kazanmakta. Her ne kadar yıl be yıl
gelirin düşmesinden , primlerin azalmasından yakınsalarda ciddi bir değişikliğe
yönelik bir hareket yapılmamakta. Bunda yaşlıların yeniliklere karşı
önyargıları ve kaygılarının yanı sıra genç kuşakların geleceğe yönelik herhangi
bir planının olmamasınında payı büyük. Özellikle tütün inanılmaz derece
angaryası olan bir iş.
Köylerde evler duvarlarla çevrili
avlularda yer alan bir iki katlı hanelerden müteşekkil. Pek çok avlu birbirine
bitişik ve küçük kapılarla bağlantı kurulan bir yapıda. İkiden fazla kat yok, zaten
birkaç yıl öncesine değin kat çıkmak, çatı aktarmak,köpek kulübesi, tandır vb
yapmak izin gerektirmekte ve zorlu bürokratik prosedürlere sahipti. (Babamın
böyle bir ortamda sakin kalabileceğini hiç sanmıyorum, düşünün adam adadaki
gibi bahçesine havuz yapacak ve hükümette o Japon balıklarının, nilüferlerin
üzerine beton dökecek). Öte yandan rum köyleri ise sokak dizaynı açısından daha
düzenli. Kimi evler amerikan filmlerindeki gibi önlerinde sundurmaları, çim
alanlarıyla göz okşamakta.
Gezim açısından Gümülcine merkezi taş çatlasın 3-4 saat
sürebilir. Daha önceden de defalarca belirttiğim gibi gecelerin çok hızlı
olduğu. Camiler, saat kulesi,birkaç Türk evi dışında bir şey kalmamış gibi
görünsede 19.yy Osmanlı yapıları hala ayakta. Örneğin, askeriyedeki iki büyük
bina Osmanlıdan. Pek bilindiğini sanmıyorum. Yöredeki ilk cami olan, Evrenos
Gaziye ait cami adına yakışır şekilde zamanla savaşıyor. 2003’te Selçuklulara
ait bir mezartaşı tahrip edildi. Bu tarih adına çok acı. Ama daha da acı olan
Türkiyeden tek bir tarihçi bile ilgi göstermedi. Kim bilir tarih nasıl tezahür
etti.
Yörede Maronya diye bir yer var. Sanırım
yarım gün alabilecek bir alanYakada, Rodop dağlarının yamacında Susurköy
civarlarında Bizans döneminden kalan birde köprü mevcut. İskeçeye doğru eski
bir Bizans yerleşiminden bahsediliyor. Tabii tüm bu yerler ancak hususi
arabayla ulaşılacak yerler. Ben bisiklet ile gideceğim.
Ayrıca Balkanlar yazında kışında
insanı çağırmakta.Tepelerin ardı Bulgaristan. Her gittiğimde tepelerine
çıkmak istediğim; kışın kurt çıkar,yazın jandarma vb çıkar diye engellendiğim
zirveler. Elbette çıkacağım Tatar inadını ne durdurmuş ki.
Geçtiğimiz yazlardan birinde
tepedeki köylerden birine gitmiştik. Hakkında muhtelif rivayetleri olan bir
mağara var. Mağaranın bir ucunun sınırın öteki yakasına , Bulgaristana ulaştığı
ve kaçakçıların kullandığı denilirken, içine giren ve oldukça ilerleyen
birisinin çıktığında dilinin tutulup saçlarının beyazladığı anlatılmakta. İçinden
buz gibi bir su akan mağaranın içine girdim. Aşırı bir rutubet ve küf kokusu
var. Ekipman ile biraz ilerleyebilirim sanıyorum.
Mağaranın olduğu yerin gidişi de
dönüşü de Camel Trophy adeta.Yakınlarında birkaç haneden oluşan izbe bir köy
bulunmakta. Mağara yakınlarında da birkaç metruk ev yer almakta.
Gümülcineye yakın birde Fenari
denen bir kasaba var. Kasabada güzel bir kumsal var. Oldukça uzun bir sahil, çevresi
de ortamı da hoş. Uzun bir süre boyu geçmeksizin devam etmekte.Yüzme
öğrenilecek bir yer. Etrafında bir iki de gölet var.Yazın uğranılası bir yer.
İskeçe
Sonraki durak
Yunanlıların Xanthi dediği İskeçe şehri. Rivayetler aslında iki yerleşimin
olduğu günümüzdeki İskeçe şehrinin eski yerleşim olup zamanla eskice
kelimesinin söylenişinin bozulmasına dayandırılmakta. Gümülcine ‘den buraya
giderken otobandan gitmek yerine yaka köylerinin arasından gitmenizi öneririm. Belki
yolunuzu biraz uzatırsınız ama gerek doğayı gerekse tarihi ve sosyal yapıyı
izlemenizi sağlayacaktır.
Burada da merkezdeki meydanda
Osmanlıdan kalan bir saat kulesi var. Saat kulesinin yakınlarında da büyükçe
bir kilise inşa edilmiş. Otobüs garından çıkınca 15-20 dk. yürüdükten sonra
eski şehir kısmına ulaşabilirsiniz. Şirin bir yer, Osmanlının sayfiye
kentlerinden. Civarda saray eşrafına hizmet eden halayıkların kurmuş olduğu
söylenen bir zenci köyünün varlığından bahsedilmekte.
Şehir oldukça rüzgarlı ve soğuk. Kışın
insanı donduran bir şehir.
Kavala
Dedeağaç-Gümülcine-İskeçe
üçlüsünden sonra yolunuza Kavala çıkar. Kavala belediyesinin güzel bir internet
sitesi var ama bize karşı oldukça önyargılı ve agresif. 1361-1913 arasını Türk
işgali olarak tanımlamaktalar. Bunca yıl içerisinde tek bir isyanın çıkmamasını
neye bağladıklarını çözebilmiş değilim. Baskın olan Türk nüfusunun şu an nerede
olduğu yada Türk yapılarının akıbetinden de bahseden yok.
İskeçe ile Kavala arasında Türklerin Karasu dediği Nestos nehri var. Rafting yapıldığından vb bahsedilmekte nehirde. Nehir bizler için önemli. Yine bir rivayete göre karasu Türk-Yunan sınırını oluşturacakken Lozanda Türk kafilesi katakulliye getirilip sınırın Meriç olarak çizildiği söylenmekte. Tabii ki safsata. Ama gezerken kulağınıza çalınabilir.
Yol üzerinde, bir zamanlar Türk
kesiminden aşağıya kanlar akan bir Kıbrıs haritası yeralan bir levha vardı. Tayyip
Erdoğan geçecek diye kaldırmışlar.
Kavala ‘yı kıyısında palmiyeler
olan bir Marmaris olarak gözünüzde canlandırabilirsiniz. Kıyıda oldukça sarp
bir tepenin üzerinde yeralan Kavala kalesi bulunmakta. Kaleye giden daracık
yolun üzerinde Kavalalı Mehmet Ali paşa sarayı ve cumbalı Türk evleri yer
almakta. Kaleye girişin cüzi bir ücrete tabi olduğunu hatırlatayım. Kale, şehre
oldukça hakim olduğundan harika bir manzarası var. İnsan saatlerce orada kalıp
fotoğraf çekebilir. Kale ortasında şu an saçma sapan sergiler yapılan tahminime
göre eskiden cephanelik olan bir yer var. Bu gezide en mantıklı hareket araba
vb yi park edip (park yunanistanda en büyük sorun, özellikle selanikte bunu
daha net göreceksiniz) yürüyerek kaleye çıkmak. Yoksa arabayla kaleye çıkmak
tam bir işkence. Hem etrafı göremiyorsunuz hemde karşıdan gelen bir arabanın
şoförüyle münakaşa edebiliyorsunuz. (Yunanlılar oldukça gürültücü böyle
durumlarda,ama iş fiziki mücadeleye varmıyor.)
Kaleden şehre doğru baktığınızda ince, zarif bir su kemeri görüyorsunuz. Ama ufak bir yapı. Tepelerde Bizans dönemi manastırlar mevcut. Freskoları ile övünülsede pekte bakımlı oldukları söylenemez. Osmanlı özellikle 2.Bayezıd döneminde İstanbuldaki kiliseleri camiye çevirirken buradakilere dokunmamış. Halbuki İstanbuldaki rum nüfusu o dönemde buradaki rum nüfusundan defalarca fazla iken. Osmanlının akıl almaz, tutarsız işleri.
Kavala tarihine bakarsak şehri
Konstantin kurmuş. İlk iş olarak surları ördürmüş. Kale için Venedik yapısı
denilsede daha önceden Bizans yada Roma yapısı bir kale olması muhtemel. (Bu
benim şahsi fikrim,egede her sahilde kale yapan zihniyet Kavala gibi bir limanda neden yapmamış olsun ki) Neyse
bizimkiler şehri alınca surları yıktırmış ama kaleyi berkitmeyi ihmal etmemiş. Kalede
az asker bırakıldığını gören Venedikliler şehri ele geçirmiş. Osmanlının yanıtı
bu kez sert olmuş.15,000 süvari ve çok sayıda piyadeyle şehri yirmi günlük bir
kuşatmadan sonra tekrar ele geçirmiş. Sürenin bu kadar uzun olmasının nedeni
göreceksiniz kalenin konumu. Ben olsaydım yeniçeriler ile saldırırdım. Kaleye
atlılarla saldırmak çılgınlık ,büyük bir cesaret gerektirmekte. Ama şehrin
konumu dışında o dönemde bir zenginliğinin olmaması yeniçerilerin savaşmamasına
neden olmuş olabilir. (Yeniçeriler,savaşları ve savaşlardaki psikolojik
etkileri dışındaki tesirleri başka tartışmaların konuları). Şehir Kanuni
zamanında oldukça büyümüş ve son sur kalıntılarıda bu dönemde yıktırılmış. Selanik
‘in büyük bir ticaret merkezi olması nedeniyle zenginlik ve refah burayada
yansımış.Tabii ki Trakyadaki tüm Bizans şehirleri gibi 4.haçlı seferlerinde
yakılmış, yıkılmış ve halkı çoluk çocuk katledilmiş.
Şehirde güzel plajlar var. Varış
saatimiz itibariyle pek gezemedim ve sahillerini inceleyemedim. Uzaktan
gördüğüm kadarıyla oldukça güzel kumsallar varsa da denizinin oldukça yosunlu
ve derin olduğu söylenmekte.
Kurabiyeleriyle meşhur şehrin
hemen karşısında feribotla yarım saatte ulaşılabilen Taşoz adası var.
Selanik
Kavaladan sonraki durak Selanik. Aslında gidişe göre yolun
solunda iki büyükçe sayılabilicek şehir geçiyorsunuz. Sanırım bunlardan
biri Christopolis. Kavala belediyesinin sitesinde buradan da bahsetmekte. Zaten
Selanik ‘e değin yolda çeşitli Bizans harabelerinin varlığını gösterir
tabelalar var. Dediğim gibi bu mevkide artık hususi araçla seyahat mümkün gibi.
Selanik tek günde gezilebilicek
bir şehir değil kesinlikle. Tahminen sıkı bir gece yaşantısı olmalı. İdari
olarak Makedonya bölgesinin başkenti. Öte yandan Makedonya Cumhuriyeti paralarında
bile Selanikteki beyaz kuleyi göstermekte, şehrin Yunan işgalinde
olduğunda ısrar etmekte. Her ne kadar Yunanistan tüm komşularıyla sorunlu
olsada bu Arnavut ve Makedonların da kaşındığı yadsınamaz.
Selanik İskender ‘in generallerinden birinin kızının adına
atfen verilmiş bir isim. Köklü bir tarihi var. Sahilde büyük iskender ‘in at
üzerinde durduğu bir heykel, bir iki sokak ötesinde de babası Filip ‘in başka
bir heykeli görülebilir. Şehrin orta yerinde 3.yy dan kalmakta olan Roma
imparatoru Gallerius ‘a ait bir sarayın kalıntıları var. Saray ücretsiz olarak
gezilmekte. Saray kompleksi oldukça büyük bir alanı kapsamakta. Şehir Bizans
tarihinde de önemli bir yere sahip. 1204 işgalinden sonra bu şehirde de bir rum
prensliği kuruldu. Bu prenslik konstantin dragezes tarafından yıkıldı. Günümüzde
de Bizans kültürü ve tarihi üzerine yapılan araştırmalarda şehir söz sahibi. Zaten
kuleye yakın yerde bir Bizans müzesi var.
Şehir İzmir ‘in küçük bir modeli. Zaten eskiden izmirin
kızkardeşi olarakta adlandırılmaktaydı. Gözünüzde bir kordon ve ona paralel üç
cadde hayal edin. Temelde Selanik bu. En dıştaki caddenin sonunda Türk elçiliği
ve bahçesinde Atatürk ‘ün evi var. Zaten selanikte kalan tek Türk evi de bu
olmalı. Resimlerden göreceğiniz gibi hoş, şirin bir yapı. İçi Dolmabahçe ve
Topkapı sarayından getirilen eşyalarla dekore edilmiş. Ama tavan vb orijinal. Kartonpiyerler
vb atamızın zevkli bir ailenin çocuğu olduğunu gösteriyor. Anı defterine Tayyip
gelip yırtıyor diye bir şey yazmadım. İnsan durup düşünüyor o şartları. Görünen
o ki zengin bir aile imiş. Bununla beraber altı kardeşten sadece ikisi hayatta
kalabilmiş. Bu şartların zorluluğunun işareti. Herşeye rağmen bir dünya gücü
olan Osmanlının en büyük üçüncü şehrinde zengin bir aile bile %33 oranında
çocuğunu yaşatabilmiş. Şükredilecek bir durum.
Evden sahile doğru yürürken karşınıza Selanik ‘in
surlarından kalanlar çıkacak. Pek bir şey kalmamış. Ama tek sırada olsa oldukça
kalın duvarlar. İnanılmaz bir şey. Şehir akıncılara kolaylıkla teslim olmuş. Solunuzda
yine Osmanlıdan kalan 19.yy yapılarından biri daha durmakta. Zaten
Yunanistandaki pek çok devlet dairesi vb dönemin binaları. Selanikte de
bunlardan çok var. (Geçenlerde Osmanlı dönemi Selanik gravür ve
kartpostallarının olduğu yadigar-ı Selanik isimli bir araştırma yayınlandı)
Diğer iki cadde ve bunları dik
kesen caddeler üzerinde pek çok güzel dükkan ve mağaza yer almakta. 5-6
katlı binaların üzerinde bir iki kat terasda mevcut. Zaten Yunanlılar terassız
en azından balkonsuz bir ev hayal edememekte. Evler tek tek ele
alındığında oldukça güzel olsalarda bir aradayken göz yormaktalar. İlk caddenin
üzerinde Aya Sofya ki buda oldukça meşhur bir kilisedir. Rivayetlere göre aya
Sofya başlangıçta kiliseyken bile sarnıcında paganist ayinler yapılmaktaymış, Rotunda,zafer
takı, 890 lı yıllarda inşa edilmiş ama içine giremediğim bir kilise var .Yine
zafer takı yakınlarında yeni yapılmış bir kilise daha var. Orjinal Bizans
kilisesi ile yeni dönem benzerlerini ayırt edebilmek için çan kulesinin olup
olmadığına bakın. Orjinallerde çan kulesi yoktur. (Kalenderhane, Gül Cami vb) Çan
kulesi simetriyi bozar, yapıldıkları tarihte önemli olan kubbe genişliği ve
yükseklikleri olduğundan simetri ön plana çıkarılmış. (Aya sofya ‘nın kubbesi
simetrik değil diyecek kişilere yanıt, Aya Sofya romadır,aya irini, küçük
Ayasofya romadır; pantokrator, kalenderhane bizanstır.) Rotunda ilginç bir yapı
. Aslında Gallerius ‘un sarayının bir parçası olan bir paganist tapınağı iken
4.yy da kiliseye,16 yy da camiye çevrilmiş. İlginç, alışılagelmemiş bir
minaresi var.
Sahil dediğim gibi kordona benzemekte. Kıyıda İskender
heykelinin yakınlarında şehrin simgesi olan Beyaz Kule var. Kule aslında şehir
surlarının güneybatı burcu. Osmanlı zamanında nezarethane olarak kullanıldıysa
da Yunanlılar burada işkence yapıldığından bahsetmekte. 2007 ortalarına dek
restorasyon çalışmaları sebebiyle kapalı. Sahilde çok güzel kafeler var.
Selanik ‘in üstlerinde panaroma denilen bir yer daha var. Ama en çok anlatılan
yer Halkidikya tarafları.
Selanik yakınlarında Drama, Seres
gibi Osmanlı tarihinde sıkça adı anılan şehirler bulunmakta. Buralara fırsat
bulursanız uğrarsınız.
Yunanistan güzel bir ülke. Selanikten
ötelerin daha da güzel olduğu söyleniyor. Kısmet başka bahara.
Azınlık olmak zor zenaat. Ama
Türkiyeden ötelerde Türk azınlık olmak çok zor. Değişik bir kasvet, değişik bir
burukluk sizi sarmakta. Görünmez eller sizi görünmez zincirlerle sarmakta. Mezartaşları
tahrip edilip camiler, minareler yıkılsada hala anılarda, belleklerde
saklı çok şey var. Evet, onlarda silinmekte, yeni kuşaklar Filistinin, arabistanın
bir zamanlar bizim olduğunu unutmuş gibi.
0 Yorumlar
Yorumlarınız