Erkenden kalktık. Taksiye atlayıp dolmuş duraklarının olduğu yere geldik. Bizi şaşırtmayacak şekilde bir karmaşa hakim buraya. Fakat şaşırtan şey, medeni batılının menfaati söz konusu olduğunda genlerinde saklı barbarı sakınmadan bu tip coğrafyalılarda ortaya çıkarıyor oluşu. Zaten sıra yok. Ama adamlar sıra olmayınca Arapları aratmayan bir yabanilikle araçlara dalıyorlar.
Hangi otobüs nereye gidiyor yada nereden kalkıyor? Bu
sorular cevapsız gibi. Tam bir keşmekeş. Soru soruyoruz yanıt yok. Gençler bize
başka bir gezegenden gelmişiz gibi bakıyor. Neyse ki yaşlıca bir Avrupalı kadın
bize bir minibüsten sesleniyor ve Kayruvan operasyonu başlıyor.
Otobüs bizi Seydi Sahabe Zaviyesinde (zaviya sidi sahab) indiriyor. İndiriyor çünkü bu adama milyon kere şehrin girişinde bir yerde bizi indir demiştim. Fakat bu arkadaş sanki bir kez bile bir şey dememişim gibi gaza basıp Kayruvan Medinası'nın epey uzağındaki bu zaviyede ben bağırınca indirdi gülerek.
Burası peygamberimizin sahabelerinden Ebu Zama el Belevi ‘nin de kabrinin olduğu mübarek bir mekan. Bu sahabe “berber” olarakta anılırmış halk arasında. Çünkü peygamberimizin üç sakal telini her daim yanında taşırmış. Bizimkiler buraya bir fundık (hacılar için bir nevi otel) ve bir de medrese eklemişler. Fakat sahabenin lakabından dolayı “Berberin Camii” diye de anılıyor.
Gelmişken girelim dedik. Erken bir saatte sağlam bir güneşin
altında içeri girmek için epeyce bir kalabalık beklemekte. Normalde müslüman
olmayanların girmesi yasakmış. Yıldız sıramız gelince kafasını kapattı, biz de
baba oğul besmele ile içeri girince bize uzaylı gibi bakan yerli Araplar dumura
uğradı. Bir de bahşiş koparmaya gelen
Arabın elini “selamın aleyküm ya habibi” ile tutunca bize bulaşmayı bıraktılar
ama uzaktan bakmaya devam ettiler.
Kayruvan İslam ‘ın en önemli merkezlerinden birisi.
Buralılara göre Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra en önemli dördüncü merkez
olarak kabul ediliyor. Şehrin kalbi Ulu Camii ve buradan oraya ulaşabilmek için
epeyce taban tepeceğiz.
Bir meydana ulaşıp bir şeyler içiyoruz. Unutmadan, bu
meydana ulaşabilmek için kat etmeniz gereken caddedeki en güzel bina Osmanlı
Paşasının günümüzde müze olan köşkü. Durup soluklandığımız yer kahve gibi bir
yer. Herkesin kendi halinde olduğu bir yer burası.
Yola devam… Aldığımız şeker ile birkaç gün yürürüz herhalde.
Ana caddeden ayrılıp sağa sola giriyor ve en iyi yaptığımız şeyi burada da
yapıp kayboluyoruz. Medinanın sur kapılarına ulaştık, duvar dibinde
ilerliyoruz. Görüntü olarak Rabat ‘ın banliyösü Sale ‘yi andıran bir yerdeyiz
ama o mekanın insanı gibi tekinsiz ve karanlık tek bir yüze dahi denk gelmeden
Ulu Cami ‘ye ulaşıyoruz.
İçeriye Roma sütunlarının arasında yer alan bir kapıdan
geçerek ulaşıyorsunuz. Bilet sormak için gelen görevli gençlere selam
veriyoruz. Nereli olduğumuzu sorduklarında da Türk olduğumuzu belirtiyoruz.
Gençler ekstradan para koparabilmek için türlü şeyler yapsa da çoğunu
savuşturuyoruz. Ama biri gayet ısrarcı. Konuşuyoruz, Fransa'da işletme yönetimi
okumuş. Memleketine dönmüş ama iş yokmuş ve son zamanlarda ülkeye turistte
gelmez olmuş. Gelenlerde tur ile geldiklerinden imkanlar iyice kısıtlıymış.
Israrcı arkadaş bizi dışarıda bir yere götürdü. Dediğine
göre burada manzara daha güzelmiş. Gerçekten de bizi götürdüğü dükkanın
terasından ulu camiyi net olarak görebilmek mümkündü, birkaç fotoğraf çektim
ama dükkanda ilgimi çekebilecek hiçbir şey yoktu. Zaten genelde para ödemem
gereken şeylere pek bir ilgim yoktur. Ama eşimin ısrarıyla çocuğa bir 5 dinar
verip bayramını da kutladım. Sevinçten hoplaya zıplaya gitti.
Kurban bayramı olduğunun göstergesi olarak kesik parçalar her yerde. Yani işkembesini, şusunu busunu almadığın yerini koy torbaya değil mi? Yok, Arap almış atmış kenarı. Mesela kurbanın en meşakkatli işlerinden birisi kurbanın kafasını temizlemek, derisini yüzmektir değil mi? Arap buna da çözüm bulmuş. Kafayı ateşe tutup tüyleri yakıyor ve elleriyle ovalayarak temizliyor. Şehrin bu mahallelerinin nasıl koktuğunu hayal edebilirsiniz.
Yol üzerinde gördüğümüz kalabalık ve nispeten derli toplu
bir lokantada oturduk. Arapça ve Fransızcadan müteşekkil menüden bir şey anlamadığımız
için garsona milletin tabaklarındaki, yediği şeyi işaret edip ülkenin fanta
çakması içeceği Boga ‘dan sipariş ettik.
Yemek patates, közlenmiş patlıcanın üzerine kırılan az pişmiş yumurta ve cehennemden çıkma acısıyla yeşil biberden ibaret neredeyse bedavaya yakın bir fiyatı olan bir şeydi. Tadı benim için pek bir şey ifade etmediği için sadece öteki günlerde başıma bela olmamasını temenni ederek yiyebildiğim kadarını yedim. Yıldızla Mete her zaman ki gibi silip süpürdüler.
Geldiğimiz yolu bu kez eski bir Mercedes içinde ışık hızını
zorlayarak döndük ve hedefi Monastir kentine yönelttik.
Otobüs durağından bir km kadar yürüyerek turistik bölgeye
ulaşıyoruz. Monastır bir Fenike kolonisi olarak kurulmuş. En önemli özelliği
Tunus ‘u bugünkü medeniyet seviyesin eriştiren Habib Burgiba ‘nın doğum yeri
olması. –Ayrıca anıt mezarı da burada-
Medinaya dalıyoruz tekrar. Buranın medinasına yabancı eli
değmiş kesinlikle. Ta otobüs durağından sahile kadar uzanan “Hürriyet Caddesi”
medina ortasında tıpkı İtalyan korzoları gibi yuvarlak bir meydana dönüşüyor ve
bu çemberin çevresi Avrupai binalarla sarılı oluyor. Bu binalar da zaten
genelde restoranlar var. Şehrin kuskus ‘u meşhur ve bunu burada LP Tunus Al Hambra restoranında
önerdiği için burada denedik.
Uzunca bir bekleme süresinin ardından kus kus geldi. Tunus ortalamasına göre gayet yüksek bir fiyata ortalama bir tat ve görünüme sahip göründü bana. Gene de denemiş olduk.
Medinanın ara sokaklarına girip çıktık. Göz iyice alıştı
artık Tunus ‘un turistik şehirlerine ve onların medinalarına. Kısa sürede bizi
Susaya götürecek dolmuşların oraya gittik ve dönüşe geçtik.
Yarın itibariyle Tunus'a gelen turların pek uğramadığı
Sfaksis ve daha da güneyine gitmek için Susa’dan ayrılıyor olacağız. Sfaksis
‘in güneyi özellikle Cerbe Adası tam bir bilinmezlik. Ama onların izinden gidip
anıları kovalayarak mezarlarına dua etmeye gelen torunları için tüm olası
belaları bertaraf edeceklerinden eminim.
0 Yorumlar
Yorumlarınız