Sabahın köründe otelden ayrılıyoruz. Bize bir taksi ayarladıkları için kolayca Houmt Souk'taki otobüs terminaline varıyoruz. Fazla insan yok. Arap dünyasında tam vaktinde diyebileceğimiz on dakikalık bir gecikme ile yola düzülüyoruz.
Yol bitmiyor. Ama bu kez geliş yönündeki insan
manzaralarından pek yok. Ama yol boyu tıkınıp yemek yemedikleri zaman kusan bir
kitle ile beraberiz. Bundan benden başka kimse rahatsız değil anladığım
kadarıyla.
Rastlantı eseri şak diye otele denk geliyoruz. Futurüstik,
temiz bir otel burası. Habib Burgiba Caddesi şehrin ana caddesi ve Paris ‘in
Şanzelesi'ni andırmakta. Biraz soluklanmak için önce bir uçtaki medinanın
girişine kadar gidiyoruz. Buralarda bir şeyler atıştırıyoruz. Görünüm kadar ödenen
ücrette Avrupai denilebilir.
Ardından yol üzerinde bu kez ters yönde ilerliyor ve tren istasyonun olduğu kısma ulaşıyoruz. Yarın tüm buralar gezilecek.
Gün 9 – Başkent Tunus
ve Sidi Bou Said
Sabah erkenden çıkıyoruz. Otelin kahvaltısı da oldukça sağlam.
Ortalama otellere kıyasla üç beş fazla vermiştim ama şimdi hiç pişman değilim.
(2017 itibariyle konaklayamayacağım fiyatlara ulaşmış burası da).
LP ‘ye laf etsem de kullanmadan yapamıyorum. Sabahın ilk hedefi Bardo Müzesi.
Mozaikleri nasıl anlatmalıyım bilemiyorum. Aşırı detaylı ve
renkli betimlemeler var ve boyutları akıl dışı. İstanbul' daki Büyük Saray
Mozaikleri Müzesi gözümde çok basit parçaların yer aldığı bir yer olarak
görünmeye başlarken, Antep' teki mozaik müzesinin Bardo ile boy ölçüşmeye
kalkması ise tek kelimeyle küstahlık, had bilmezlik.
Mesela bir mozaik var. Tunus denizlerindeki balıkları
göstermekte. Ben balıkları saymaya üşendim, ama bunu yapan usta kimse her bir balığı, rengarenk sayısız taştan
oluşturmayı başarmış. Bunun gibi onlarca eser yerlerde, duvarlarda. Allah
korusun buraya gelecek bir felaket tüm insanlığın kaybı demek.
Lahitler dehşetli. Mezar ştelleri anlatılmaz. Hatta burada
yaşamış bir medeniyete ait mermer örneklere denk geldim. Adamlar yüzlerce yıl
öncesinden San Marco meydanındaki çan kulesini çizmişler gibi geldi.
Dışarı çıktık. Onca yolu dönmek ve treni beklemektense zamanı satın alalım diyoruz artık. Ben, Bardo Müzesini böyle bir yer olarak tahmin etmemiştim. Hem zevkten sarhoş oldum hem de planladığım süreyi aştım. Ama burayı görmek bir insanın yaşamındaki güzellikler hanesine koskocaman bir artı eklettirir.
Medinaya doğru giden yolun solundaki ilk etkileyici bina
Ulusal Tiyatro Binası. 1902 ‘de Fransızlar yapmış. Tüm gençler burada. Buradaki
tiplere bakarsanız Tunuslular güzellik konusunda başa güreşebilecek
kapasiteler.
Bağımsızlık Meydanı'na bir adım kala cadde İbni Haldun ‘un heykeli ile sonlanıyor. İbni Haldun Tunus doğumlu ve İslam dünyasının önde gelen alim ve filozoflarından. Hemen hizasında ise Fransız Katedrali yer almakta. 1883 ‘te yapılmış. Kimi artık kullanılmıyor derken kimi belirli günler ibadethane diğer zamanlar sergilerde kullanılıyor dedi. Net bir cevap alamadım. Bazı şeyler sorulsa da cevaplanmıyor.
Bu ilk kısımlar direkt turistlere hitap eden dükkanlarla dolu. Medinalar özellikle derinlikleri pek tekin bulunmadığından Avrupalı turistlerce belirli bir noktaya kadar girilen yerler. Dolayısıyla giriş kapısına yakın yerler daha avantajlı turistik ve dolayısıyla ticari açıdan.
Biz şimdiye dek herhangi bir sorun yaşamadığımız için – ve
yaşarsak da nasıl olsa hallederiz inancıyla – derinliklere doğru ilerledik.
Şehrin ulu camii olan Zeytuna Camii'ne giden yolda değişik bir tatlı görüp ondan
aldık. Fındık, fıstık, şam fıstığı bal ve değişik bir şerbet içerisinde
sertleştirilmiş şekilde satışa sunuluyor bu tatlıda. Fena değildi ama içeriği
nedeniyle standartların üzerinde pahalıydı.
Laf lafı açıyor. Türk olduğumuzu söylediğimizde davranışları daha bir derli toplu hale dönüyor. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan bu mahalleleri gezmiş, çok büyük bir kalabalık onu karşılamış. O da herkesle konuşmuş, halkta çok memnun olmuş bundan. Sonra beni bir eskiciye götürdü. Yer gök Osmanlı zamanından kalma resimlerle dolu. Adam Türk asıllıymış ama Türkçe bilmiyor haliyle. Parfümcü çocuk bana çevirmenlik yaptı da konuştuk bol bol. “Hiç Türk aile var mı?” soruma şu cevabı almak beni çok mutlu etti ve bir o kadar da üzdü. “Binlerce”
Çoğu aile Araplaşmış. Türkçe bilen yok. Sadece kelimeler.
Bir de soyadları var. Topçu, silahtar, bey, aga gibi onlarca Türkçe kelimeden
türemiş soyadına sahip aileler.
Fransızlar ilk iş Türklerin mallarına el koymuş. İlk darbeyi
Türk imajına vurmuşlar. Buna karşın Türkler İstanbula bağlılıklarını
yitirmemişler. Öyle ki Vahdettin’in daha önce görmediğim pek çok fotoğrafını
gördüm.
Yeni devlet kendi dertleriyle uğraşırken buralara el atamamış haliyle. Ama düşman boş durmamış.
Zeytuna Camii'ne varıyoruz sonunda. Medinanın kalbi burası ve
aslında adı da Zeytin Camii anlaşılacağı gibi. Müslümanlar Kartaca'yı aldığında,
ordunun komutanı askerlerine burada var olan bir zeytin ağacının altında
dersler verilmiş. O nedenle 734 yılında yapılan cami bu adı almış.
Büyük bir yapı. Ama bu büyüklük avlusundan kaynaklanmakta.
Kapalı alanı pek büyük değil. Dışarıdan Şamdaki Emevi Camii'ne benziyor. Tek
farkı minaresinin yöresel şekli. İstisnai bir durum olarak Müslüman
olmayanlarda avlusuna girebiliyorlar.
Sütunlar ve başlıklar başta Kartaca olmak üzere civardaki
antik kentlerden devşirilme. İçindeki sütunlarda keza öyle. İç aydınlatması
oldukça güzel olmuş.
Misal, Bey Türbesi var. Zarif bir bina. Kapısında laftan
anlamaz bir görevli mevcut.
Yorgunluktan ölüyoruz. Kartacaya gidemeyeceğimiz kesin.
Hedef Sidi bou Said denilen kuzeybatıda kalan bir sayfiye kasabası. Trenle bir
saatte gidiliyor. Tren deniz kıyısından ilerlerken La Guletta denilen yerdeki
Osmanlı Kalesi'ni de görüp uzaktan selamlıyoruz. Devasa bir kale ve zamanının en büyük köle
pazarlarından birisi bu kale içindeymiş.
Sidi bou Said istasyonunda iniyoruz. Güneş batmak üzere iken yeni bir yerin açılışına denk gelmiş olacağız ki gürültülü bir müzik ile karşılanıyoruz. Belki de iyi oluyor bu müzik; böylelikle hızlıca hareket ediyoruz gürültüsünden kaçmak için.
Tren istasyonuna dönüyoruz. Güneş çoktan battı ve kılıksız pek çok kişi ile beraber başkente dönmek için treni bekliyoruz. Sanki, ülkede bir otorite yokmuş gibi davranan insanlar var. Medinada yaşadığımız olaydan sonra tetikteyim. Ucuz atlattık ama Tunus için kötü bir şey yazmayacağım. Kötü bir, iki it varsa bunun binlerce kat fazlası iyi insan var. Tıpkı ülkem gibi…
Sonunda yol bitiyor. Sürükleyerek adım atıyorum. Oğlum
enerjik ve olanlardan pek etkilenmedi çok şükür.
Tunus turu bitiyor yarın. Dünyanın merkezine döneceğiz
nihayet. Ailem şanslıymış, yada inatçı. Belki ikisi birden. Kaybedilen topraklardaki
katliamlardan kaçıp payitahta sığınabilmişler. Ama buradaki onbinler bizim
kadar şanslı değilmiş. Burada Türk, geçmiş zamanlarda kalan efsanevi bir varlık
olarak zamanda asılı kalmış.
0 Yorumlar
Yorumlarınız