Dün sabahtan sonra benim kıl adamı göremedim. Tabii ki ne ayaktır diye sordum. Arkadaş Fransa'da okumuş, biraz üst bir insandır. Personelden de seven yok anladığım kadarıyla.
Dediğim gibi günümüzde, otoparkın ortasında, etrafında
otların büyüdüğü sahipsiz bir taş var burada. Tunuslular tüm Kuzey Afrikalılar
gibi güce dönük bir itaat yöntemi benimsemişler. İspanyollar ve Barbaros
Kardeşler itişirken bizim korsan biraderleri biraz önemsemeden İspanyol kralına
destek vermişler. Arap anlayışına göre yürümemiş işler tabii. Sayı ve para
gerçek anlamda Türklük şuurunun karşısında yani yürek ve bilek gücünün akıl
potasında eridiği yerlerde hep kaybetmiş. Barbaros Kardeşler imkansızlıklar,
defalarca arkadan vurulma gibi tüm olumsuzluklara karşın yiğitleriyle beraber
buralarda İslam ve Türklük için vuruşmuşlar.
Gün gelmiş, yöneten Arap İspanyolların ne tek başlarına ne de başka devletlerle beraber bile gelseler Türk'ü buradan çıkaramayacağını anlayıp durumu kabullenmişler. Türk korsanları ise ganimetleri buralara yığmışlar. Öyle ki iki unsur buralarda bollaşmış. Ahşap ve güvenlik.
Gelen Türkler de bu topraklarda yerli halkla kaynaşmış ve ne
yazık ki onların içinde de eriyip kaybolmuş. Sfaksis çarşısında bir saatçi
dükkanına denk geldim. "El İzmiri…"Dükkan sahibinin adı camekanın üzerinde bu
şekilde yazıyordu. Girdim selam verip.
İzmirden gelmiş ataları. Bunu biliyormuş adam. Türkçe kelime dahi yok adamda. Ama İzmir hala mevcut ismen. Gene küfrettim adamın dükkanından çıkarken. Hem de en sunturlusundan. Canım ülkem ite kopuğa çuval çuval para dökerken (Arnavut Hakan Şükür ve hempalarına) buralarda namı yürüsün diye parmağını kımıldatmamakta. (Türkiye'ye dönünce bildiğim kuruluşlar ile etkili tanıdıklar vasıtasıyla durumu paylaştım. TİKA, 1560 yılında şehit olan askerlerin kabirlerinin olduğu bir alanı şehitlik olarak düzenleyerek korumaya almış.)
Neyse anıtın birkaç yüz metre doğusunda kalan Gazi Mustafa Kalesi'ne gittik. Kaleyi Aragonlar yapmış bir Arap ribatının temelleri üzerinde. Turgut Reis tabiri yerinde ise burayı süpürmüş.
Piyale Paşa'nın 12000 askeri kaleyi iki aydan uzun süre kuşatmış.
Sonrası zafer…
Kale elden geçmiş. Gezerken su kuyularını, devasa kilerleri görüyorsunuz. Pek çok idari oda var ve Tunus ve Cerbe tarihi buralarda anlatılıyor. Bizden de bahsediliyor. Turgut Reis ‘in türlü çizimi de burada. Kale burçlarında dolanıyoruz. Düşünüyorum. Yıllarca Türk askerleri burada nöbet tutup ufukları beklediler. Mezarları bile belli değil artık. Dua edenleri bile kalmamış; ne buranın yerli halkı ne de Türkiyemde bile onları bilen anan yok neredeyse… Neden bir kurultay, çalıştay yapılmaz buralarda. Neden gerek Tunuslulara- ve elbette diğer kuzey Afrika devletlerinin halklarına- gerekse bizim halkımıza bazı gerçekler hatırlatılmaz. Bir şey yapmaksızın geçen her bir gün atarımızın ruhlarına inen yeni bir ağırlık gibi geliyor bana.
Bu güneşin altında kavrulan topraklara Barbaros Kardeşler
1503 ‘te yerleşmişler. 1520 ‘ye dek İspanyollar, Cenevizliler defalarca geri
almaya çalışmışlar. Sadece Barbaros Kardeşler değil diğer korsanlardan Kurtoğlu
da adanın savunmasını yapmış. İspanyollardan sonra adayı Turgut Reis tekrar
alıp üs olarak kullanmaya başlar.
Yıllardan 1550. Büyük bir Haçlı donanması Türk üslerinden
Mehdiyye ‘yi kuşatır. Şehri ele geçirdiklerinde ilk iş, neredeyse tamamı Türk
olan savunucuları yok etmek olur. Bu
arada Turgut Reis ise donanması ile İtalyan sahillerini basmakta, buradan
gelecek desteği engellemektedir. Ama İspanyadan destek gelir bu kez ve Haçlı
donanması Cerbe'ye yönelir. Bu esnada Turgut Reiste donanmasının küçük bir kısmı
ile adadadır.
Öteki tarafta ise ezeli düşman Andre Doria vardır. Ya direkt bir atak yapacaktır ama bu maliyetli olabilir, çünkü daha gemileri görür görmez Türk tarafı gayet savurgan bir şekilde top atışına başlamıştır. ( Gerçekte donanma barut sıkıntısındaydı) Donanma karma olduğu için hiçbir ülkenin gemisini önden gönderemez. Kendi, şahsi donanmasını da riske edemez çünkü bu donanma dönem dönem çeşitli krallıklara kiralandığı için büyük bir gelir kapısıdır. O esnada aklına dahiyane bir fikir gelir. Türkleri kuşatıp aç bırakacak ve nihai bir saldırı ile yok edecektir. Özellikle Dragut ‘un (Turgut Reis) kellesini almadan önce canlı ele geçirmeyi planlamıştır. Her şeyi bir tiyatro gibi Avrupa'nın asillerine izletmek için dört bir yana haber salar. Oyunun adı bellidir. “Dragut ‘un sonu”
Türk tarafı aslında susuzluk çekmez ve aç da değildir. Küçük bir derecik içme suyu sağlarken özellikle Yahudi ahali Türkleri beslemektedir. Çünkü İspanyol döneminde yaşadıklarını hiç biri unutmuş değildir.
Türk tarafı risk almaya karar verir. Dere üzerinden gemiler
içeriye çekilecektir. Hatta bir iki dere arasına kanal kazılarak başka derelere
de geçiş yapılabilir bu durumda. Gemileri göremeyince Haçlılar karaya
çıkacaktır. Planı geliştirmek bir dahinin işidir ve bu dahi Turgut Reis'tir.
Gemiler kanallarla birleştirilen dereler aracılığıyla
içeriye taşınıp kuzeyden gemileri karadan taşıyarak denize ulaştırılması
şekline dönüştürülür. Uzaktan gemiler varmış gibi görünsün diye kimi teknelere
direk ve yelken takılır. Kimse içeriye girip gerçeği görmesin diye arada ani
top atışları ve vur kaç akınlarıyla
düşmanı koydan uzak tutarlar.
Gerçekte ise dereler çoktan birleştirilmiş ve denize ulaşmak
için son aşamaya gelinmiştir. Öte tarafta ise Avrupa aristokrasisi Doria ‘nın
yanına gelmeye başlamış sabırsızlıkla son saldırıyı beklemektedir. Doria daha
gelecekler olduğunu bildiğinden beklemeye devam eder.
Ama gemi herkesçe görünmüş ve söylentiler hızla salgın bir hastalık gibi insanların arasında yayılmaya başlamıştır. Bir devriye gönderir ama adamlar dönmeyince esir alındıklarını düşündüğünden takviye asker gönderir. Boşunadır tüm bu çaba; Türkler iki gün önce denize inmiş Akdenizde dolanmaya başlamışlardır bile.
Ve biz, o Türklerin torunları olarak kaleyi ziyaret ettik ve
kalenin idarecisinin dediğine göre kaleyi gezmeye gelen ilk Türkler de
bizmişiz.
Tam köşede aradığımız buluyoruz. Bembeyaz boyalı, adeta
kardan inşa edilmiş gibi görünen, küçük küçük kubbeleri ve kalın, tek minareli
bu caminin adı “Türk Camii”. İçine giriyoruz, avluda kimse yok. Camiye giriş
yapacağımız kapı ise kilitli. Onca yolu gelipte camiye girmemek olmaz. Kenarda
küçük bir kapı var; vurup içeri giriyorum.
Gençten bir adam küçücük çocuklara Kur ‘an dersi veriyor ama
arkadaki ufaklıklar bu izbe odada dersi kaynatmakla meşgul. Dersi veren muallim
diyelim, dersinin bölünmesinden hiç hoşnut olmadı ve selam verip nazikçe
derdimi anlatmaya çalışmama rağmen bizi direkt defetmeye çalıştı. Oğlumun
yanında insanlara sert davranmayı pek istemesem de adamın tavrı karşısında ben
de sinirlendim. Ayaküstü biraz atıştıktan sonra dışarıya çıkmamız için
uyarıyor, beklediğimi söylüyorum.
İçerideyiz, baba ve oğul olarak Mete ile beraber geziyoruz.
Küçük bir cami bizim ölçülerimize göre. İçi de tıpkı dışı gibi bembeyaz boyanmış
tertemiz bir yapı. Küçük kubbeleri çok sayıda payanda sırtlıyor. Görünüm olarak
Karaköy'deki Yer altı Camii'ni andırıyor.
Çıkarken muallimi kapıda bize bakarken görüyoruz. Meğer adam
bizi gözlüyormuş. Namaz kıldığımızı görünce Müslüman olduğumuzu anlamış olmalı
ki bize sarılıp ders verdiği küçük odacığa davet ediyor. Küçük çocuklara bizi
gösterip bir şeyler anlatıyor. Çocuklar için zaten yabancı olduğumuz için
ilginç geliyoruz. Adamın konuşmasında İstanbul, Türk, etrak ve Müslüman
kelimelerini seçebiliyorum. Bu gariban çocuklar bir daha Türk görecekler mi,
bizden birileri kıçını kaldırıp ata topraklarına bir daha ne zaman gidecek?
Yanılmayı o kadar çok istiyorum ki…
Eşimle dışarıda buluşuyoruz. Caddeden çarşı kısmına
geliyoruz. Turistik bir yer olsa da pahalı bir yer diyemem Cerbe için. Yiyecek,
içecek güzel ve ucuz. Çarşılar gez gez bitecek gibi değil. Labirent gibi
yerler.
Burada güzel ve gene beyaz bir sinagog var. Burada her
gelenin “Yahudi misin?”diye sormalarının nedenini de öğreniyorum. Buradaki
Yahudi kolonisi ta İsa'dan önce 600 ‘lü yıllara kadar uzanıyormuş. Palavradır
yada değildir, görevlinin bana dediği bu. İspanya'dan kovulan yada kaçan
Yahudilerin bir kısmı bu koloniye sığınmış. Ama artık adanın Yahudileri İsrail'e
gidiyormuş sayıları çok azalmış. Ama onların çocukları, torunları hep buralara
gelip gezerlermiş.
Gene uçak için bir yoklama yapıyoruz ama yer yok. Otobüs
biletini hallediyoruz. Yarın sabah 8 ‘de buradan başkente bir otobüs var. Ne
kadar sürer Allah bilir.
Otele dönüyoruz. Son bir kez daha Cerbe sahillerinde
takılıyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız