Odadan yaşlı kadınla vedalaşarak ayrıldık ve ilk durdurduğumuz taksiye atlayarak minibüsçülerin durağına gittik. “Belki” kalkacak araçlardan bir kaç tane olduğunu görüp yolcu alan bir tanesine oturuyoruz.
Kutaisi'den önce Zugdidi'ye gidilecek. Gürcü minibüsçülerin
namını duymuştum internetteki bloglarda. Ama yaşamak bambaşka bir deneyim.
Köhne bir aracın içerisinde maksimum hız neyse ona ulaşmaya çalışan bu adamlar
düz yol yada viraj gibi ayrımları pek umursar görünmüyorlar. Zugdidi'ye kazasız
belasız ulaşıyoruz. Burası pek bir numarası olmayan, topu topu tek bir
katedrali ve kasaba dışında da Dadiani Sarayı adında büyükçe bir yapıya sahip
bir yerleşim.
Minibüsün durduğu yerde pek zaman kaybetmedik. Etraftaki marketlere şöyle bir bakındım sadece. Buralarda dükkancılar "turist geldi, para geldi, haydi yolalım" mantığında değiller.
Tekrar yola çıkıyoruz. Deminki halime şükretmeliymişim
meğer. Bozuk ve virajlı yollarda midemde sancılar başladı. Svaneti acaba sadece
bir fikir olarak mı kalsaydı kafamda? Osman'a bakıyorum o elindeki zamazingo ile
oyun oynuyor.
Svaneti, Gürcistan'ın kültürel ve doğal olarak en korunumlu alanlarından. Svanlar Kafkas halklarından ve her biri gibi kendilerine ait yazılı olmayan bir dilleri var. Gürcülerle, Kraliçe Tamar döneminde dini ve kültürel açıdan yakınlık oluşturmuşlar. Uzak bir coğrafyada olduklarından Moğollar gibi pek çok unsur Gürcistan'ı ele geçirdiğinde buralara gelmemişler bile. Gelenler ise Svanların İtalyanların kulelerinin benzeri yapılarını aşamamışlar bir türlü. Devletlerin hakimiyeti bu topraklarda kağıt üzerinde olmuş. Osmanlı bile tek bir asker göndermeden yerel bir vali ile buraları yıllarca yönetmiş. Ruslar Kafkasya seferi sırasında fiziki olarak ele geçirmiş buraları. Halka çok yüksek vergiler koymuşlar ve Svan halkı hemen reaksiyon göstermiş. Rus ordusunun tepkisi ise acımasızca olmuş. İsyan bastırılır bastırılmaz ilk işleri Svan ülkesini ikiye bölmek olmuş.
Gürcistanın bağımsızlığı sonrasında bu topraklar bir nevi
harami yatağı olmuş. 2010 ‘lu yıllarda merkezi hükümet tüm hırsız, soyguncu
tayfasını kendilerine destek verenlerle beraber öldürerek ortadan kaldırınca bu
topraklar güvenli hale dönüşmüş. Tifliste bir kadının bana dediği bu durumu
destekliyor. “Beş yıl önce gitseydin dağlarda hırsızlar öldürürdü, şimdi ise
Svanların masasında beklerken açlıktan ölürsün”. Svanlar için coğrafyanın en
ağırkanlı milleti denmekte. Göreceğiz…
Kule evleri görmeye başladık tek tük. Ve nihayetinde minibüs bizi çamur deryası bir yerde bıraktı. Minibüsçüye "burası Mestia mı?" diye sorduğumda beğenemedin mi yada ne bekliyordun ki gibi sert bir imayla bir “da” çekti bana. Bazı insanlar amma dayak delisi oluyor böyle.
Evin annesi Svanlarda adeta bir hanım ağa geleneklere göre…
Bizim hanım ağa da bizler için döktürmüş. Benim rejim gene güme gitti.
Yemeklerde domuz eti kullanmadıklarını da söyleyince İstanbul surlarına
saldıran yeniçeriler misali daldım yemeklere. Gürcülerin, Svanların yerel,
yöresel nesi varsa yapmış kadıncağız ben de yiyiverdim. Eli de bir
lezzetliymiş. Aradan onca zaman geçti halen Osmanla olup olmadık zamanlarda
anarız o kadıncağızı ve yemeklerini.
İştahla yiyorum ki kadının yüzünde güller açıyor. Masada
daha çok kişiyi doyuracak yemek var. Biz de doğrusu iki kafadar sağlam
giriştik. Az biraz bir şeyler kaldı haliyle. Yaşlı kadın Gürcüce dışında bir
dil bilmiyor. Neyse ki dil bu sofrada yemekleri yutmak dışında bir işe
yaramıyor. O sırada kapı açılıp yaşlı ve dinç bir adam gelip sanki dillerini
biliyormuşuz gibi bizimle konuşmaya başlıyor. Gürcü geleneklerinde evin
babasının içki bardağı elinde bir konuşma yapıp sofrayı bir nevi kutsadığını
okumuştum. Amcam da hararetli bir şeyler diyerek elindeki bardağı dikiyor
kafasına.
İçilen şey çaça isimli genelde evlerde yapılan bir içki imiş. Bizimkiler de evlerinin bahçesindeki elmalardan yapmışlar içtiklerini. Bizimle de beraber içilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ben alkol almam, bunu söylüyorum babası gülerek bir şeyler diyor. Meğer “Türkler içemez mi?” diyormuş. Önümdeki bardağı alıp çakıyorum hemen. Öyle ağır bir şey ki bu. Gırtlağım ve midem arasında bir şeylerin kavrulduğunu ve içtiğim sıvının ne varsa yakarak geçtiğini hissediyorum. Sanırım artık bir yemek borum yok. Ama bozmuyorum. Osmanla adam üçüncü bir kadehi daha parlatıyorlar hemen ardından. Neyse ki müzeci kadın babasının koluna girip yeter artık gibi bir şeyler diyor. Haydi bunu da atlattık.
0 Yorumlar
Yorumlarınız