Zorlu bir gün olacak. Bugün iki yada üç noktaya uğrayacağız.
Kahvaltıdan sonra “Ya Allah” diyerek yola çıkıyoruz.
Cumhuri Bahçeleri'nin ötesinde bir devlet dairesinde bir
minibüse bindik. Şehir dışında bir durakta indirdiler. Oradan da az biraz
bekleyerek başka bir minibüse bindik, arkaya kurulduk.
Gene bir şiki şiki baba minibüsündeyiz. Radyoda bir kanal
durmadan "maykıl jakson" (evet telaffuz bu şekilde) çalıyor. Şoförün üstünde ise
Rihanna en baygın bakışlı fotoğraflarından birisi ile duruyor. Muhtemelen “şoförsün
dediler seni vermediler” gibi bir şey yazıyor. GPS ‘den Jozani Forest yazısını
takip ediyorum. Kelebek çiftliğini görüyorum ama pas geçiyoruz. Jozani
girişinde iniyoruz.
Zanzibar'da vahşi bir yırtıcı yok. Aslına bakarsanız bu ormanda yaşayan Kızıl sırtlı Columbus maymunları dışında vahşi bir hayvan bile yok. Biz de bu arkadaşları gözleyeceğiz. Zamanında bu maymunlar adanın her yerindeymiş. Halkta her yerde olan bu taze etten biraz fazla istifade ederek neredeyse yeryüzünden silmişler. Kalan maymunlar bu ormanda koruma altına alınmış.
Zanzibar halkı saf. Böyle bir yerde bilet gişesi giriş
kapısında ya da bir kaç adım içeride olurdu. Burada belki yüz metre içeride bir
yerlerde. Sağda solda okul öğrencileri öğretmenleri gözetiminde maymunları
çığlık çığlığa izliyorlar. Yaşlı maymunlar gri iken gençlerin sırtında çok hoş
bir kahverengi ton var. Ellerinde bir şeyler olan çocuklara doğru öyle hızlı
hareket ediyorlar ve bağırırken dişlerini öyle tehditkar bir şekilde öne
çıkarıyorlar ki huzursuz olmamak elde değil. Bir çocuk grubunun peşinden ormana
giriyoruz. Hayvan öyle çok net de görünmüyor.
Yola çıkıyoruz bir görevli geliyor. Bilet soruyor.
-
“Selam, Henüz almadık. Stone Town'dan grubun kalanı gelecek. Onları bekleyip beraber gezeceğiz. Zaman geçirmek için turluyoruz. Buradaki restorantta beklemek daha iyi olabilir ama orası nerede bilmiyoruz”-
“Tamam” parmağının ucuyla bilet ofisini işaret
edip “ileriden biletinizi alırsınız. Restoran içinde ilk sağdan ormana girin on
dakika yürürseniz restoranta ulaşırsınız.”
-
“OK”
Adam başı 10 usd vermek böyle boş beleş bir iş için nedense
gereksiz geldi gözüme. Restorana gidelim dedik. İlk başta ağaçlık bir alanı
geçtik. Her yerde hışırtılar, sesler. Maymunların hızı ve rahatsız eden
görüntüleri gözümün önünde. Boş bir alana ulaştık. Nefes aldık. Epi topu iki
yüz metre girmemişizdir ormana. Nefesimiz kesildi. Durup bakındık. Maymunların
ağaçların arasından hızla bir görünüp bir kayboluşlarını izledik. Kaç fotoğraf
çektim bilmiyorum.
Şimdi hedef Paje. Minibüs beklerken yol kenarında satış
yapan tiplerle laflamaya başladık. 1 usd gibi bir paraya 1,5 kilo kırmızı muz
aldım. Namını çok duymuştum bulmuşken tadayım dedim. Normal muzdan bir farkı
yoktu.
Nihayet bir minibüs geldi. Ayakta gidecek şekilde bindik.
Yıldız kısa süre sonra oturmak için bir yer buldu ama ben epeyce ayakta kaldım.
Bizi bir köşede indirdiler. Şuradan gideceksiniz dediler.
Dönüşte de şurada bekleyeceksiniz diyerek bizi salıverdiler. On numara J
Yok paraya iki şezlong ve şemsiye kapıyoruz. Cüzdanlar,
fotoğraf makinaları her şey burada çantalar içinde. Bir gözüm orada ama
kimsenin takıldığı yok. Ivır zıvır satacak insanlar bile şöyle bir seslenip
yollarına devam ediyorlar. Mesela bir Masai savaşçısı geliyor.
-
-
“Hakuna matata” deyip yoluna gidiyor. Ne surat
asma, ne asılma ne başka bir can sıkan jest
Güneşleniyoruz. Paje sarmadı. Hiç sevmedim. Ansızın dev
dalgalar sahili dövmeye başladı. Hemen suya daldım. Dalganın biri beni sahile
savurdu ve kendime gelene dek tekrar açığa çekti. Can havliyle ayağa kalktım.
Su göbeğime geliyordu. Şakaya gelmez deyip kıyıya çıktım. Aslında kıyı diye bir
şey kalmamış dalgalar bizim şezlonglara dek gelmiş.
Kurulanıp giyinene dek kıyı namına hiçbir şey kalmadı.
Halbuki bizi iyice kurumak için bir tesisin beton duvarlarına oturmuştuk.
Baktık dalgalar duvarlara çarpıyor, başka bir alternatif yok; tesisin içinden
geçtik az bir minibüs bekleyişi ile Stone Town ‘a döndük.
Turizm acentesi varmış. Darüsselam'daki safari parktan bahsettik.
Harikulade esprili, neşeli bir adamdı. Tekrar Zanzibara gidersek bu adamdan tur
alacağız.
Artık gerçek Masai kalmadığını söylüyor. Masailer arasında
çok sayıda insan Hristiyanlığa geçiyormuş. Kol saati olanların çoğu Masai bile
değilmiş. Bize hizmet eden ufak çocuk gerçek bir Masai ‘ymiş.
Bir, iki kere gördüğümüz bir adam vardı. İlk gördüğümde
adamı eşime gösterip “İdris Abi de gelmiş” demiştim. Gerçekten de yüzüne
baktığınızda Trabzon eşrafından olma ihtimali oldukça yüksek görünüyordu. Bizim
Metin Abi ile selamlaştılar.
-
“Bu da Türk, sizin gibi” dedi.
-
“Çok Türk var” dedim. “Bir ton lokanta açmışlar.
Oralarda mı çalışıyor?”
-
“Yok bunun dedeleri gelmiş denizden, kalmışlar
adada. Asr – i Osmaniden. – aynen bu tabiri kullandı- Türkçe de bilmez ama
Türk. Var bunlardan bir kaç tane daha adada.”
Sustum. Portekiz donanmasının ada kuzeyinde iki korsan
gemisine denk gelip birini batırdıklarını bir diğerinin ise ağır yaralı halde
ellerinden kaçtığını okumuştum. Kim bilir belki o gemiden belki başka bir
gemiden karaya çıkan Türklerin bakiyesi bu adam.
Acı olan ben bile beş günde bu adamı fark ettim ve Türk
olduğunu öğrenebildim. Karşı kıyıdaki konsolosluktaki şebek acaba bu konularda
her hangi bir şey araştırdı mı? Yoksa dün akşam elimden kaçan tarikatçı,
cemaatçi tiplemelerin işleri ile uğraşmaktan başka bir şey yapamıyor mu?
Adamı bir daha göremedim.
0 Yorumlar
Yorumlarınız