Son gün… Ne olur ne olmaz diye sabahtan bir taksici ile
anlaşıyorum. Otelin verdiği 10 usd yerine 4 dolara bizi otelden havalimanına
götürecek.
Bugün hedefimizi Kizimkazi. Adanın aşağı yukarı en güney ucu
gibi bir yer. Gene ana durak için bir minibüse biniyoruz. Son defa dala dala
şov yapalım diyerek başka bir minibüsü beklemek yerine dala dalaya atlıyoruz.
Muavin çocuk “piç” kavramının ete kemiğe bürünmüş hali. Verdiğim parayı
beğenmiyor. “Tamam” diyorum, “kaç para?”
-
“On dolar” diyor, “adam başı”
Jozani'de sağa sapıyoruz. Burada nedendir bilinmez arkadan gelen bir minibüsle yarışa başlıyoruz. Bu araçların yapabileceği maksimum hıza ulaşmış olmalıyız. Tırsıyorum. Bildiğim duaları gene bol bol okuma fırsatı yaşıyorum ama dışarıya renk vermiyorum. Eşim zaten böyle durumları gayet normal karşılar. Paniklediğine de denk gelmedim. Arada muavin bana bakıyor ama ölsem ona tırstığımı göstermem.
Gene uyduruk bir yerde iniyoruz. Güney sahilleri gelişmişlik
açısından ada ortalamasının çok altında ama burası bu konuda diplerde. Gene de
güvenli, gene de huzurlu. Burası da yunuslarla yüzebileceğiniz turların olduğu
bir yer. Dalış imkanı da var. İlerilerde ufka doğru dalgaları kıran resifler
köpek balıklarına da ev sahipliği yapsa da saldırgan değillermiş.
Tekneler kumların içinde yatıyor. Geldiğimde ne kafasızlık
diye geçirmiştim.
Binlerce, çeşitli boyda yengeç sahilde koşturup oynuyor.
Aralarında nasıl bir iletişim var bilinmez, ayağa kalkıyorum hepsi kumlara
gömülüyor. Neler yaptım anlayamadım.
Denizden bahsetmedim. Sıradan bir Zanzibar plajı. Bembeyaz
kumlar. Denizi hava yastığı gibi balçığımsı, yumuşacık kumlar. Etraf hep hindistancevizi ağaçları. Hep aynı şarkı. J
Dönüş minibüsünde giderken yolda idman yapan askerleri
gördük. Eşim onların fotoğraflarını çekiyordu. Rütbelilerden birisi aracı
durdurttu. Bizi sağlam kalayladı ama resimleri sildirtmedi. Tanzanya ordusunda
kadın, erkek karışık.
Stone Town ve Darujani ‘ye geldik. Son kez. Adam olmanın
gereği verilen sözü tutmak da saklı. Çarşıya giriyoruz. Herkes mallarını satmak
için çabalıyor. Biz ise ilk gün söz verdiğimiz ufaklığı arıyor ve sonunda
buluyoruz. Çocuk kabarıyor. Bir ton hediyelik alıyor, çocukla vedalaşıyoruz.
Epey bir para döktük ama zerrece umrumda değil. Ama tüm o gevezelikte devasa
muzlardan ve mangostenden almamış olmamız affedilir gibi değil.
Son gün, son akşam. Klas bir şey yapalım. Ömrü hayatımızda
bir daha yapabilme imkanımız sıfıra yakın bir yere gelmişken meşhur bir yere
girelim dedik.
Meşhur yerlerden biri sahilin dibindeki derece güney. Burası
en stresli yer oldu. Açık bir yermiş. Sivrisinekler uçuşuyor. Yanımızda da
sivrisinek kovucu yok. Bir kez almadık o da bu akşam.
Gün 7 – İstanbula
dönüş.
Şoför geldi. Otelimiz güzeldi ama nedense ısınamadım.
İşletmesini, personel davranışlarını hiç beğenmedim. Ama merkeziliğine de kimse
laf edemez.
Biz gittiğimizde havalimanı kapalıydı. Dışarıda bir müddet
bekledik. Yerli halk daha uyanamamış. Burada ne satsalar gider ama bunu yapacak
kimse yok. İçeri girince de buz gibi bir odada bekledik. Afrika'da donduk. Hem
de neredeyse Ekvator çizgisinde…
Çek in sırasında ilk sıradaydık. Görevli arkadaşa ön sıralar
dedik ama THY ‘nin yazılımı Türk vatandaşlarını ikinci sınıf insan olarak
gördüğü için biz gene arkalara gönderildik sevimli Fransız aile ise en öne…
Kalktık. Uçak hızla aşağı iniyor. Düştüğünü hissettim. Xanax
etkisi ve uyku sersemliği ile “düşüyor muyuz?” diye sakince sordum eşime.
-
“Yok” dedi. “Kilimanjaro’ya iniyoruz daha.”
Eve dönüyoruz. İstanbul'a. Hala İstanbul'un evim olmasını
sağlayan Mustafa Kemal ve şehitler için dua okuyorum içimden. Bir kaç damla yaş
akıp gidiyor. Eşime bile belli etmeden sessizce…
Kenya ‘dan Mısır ‘a dek yine bir fırtınaya denk geldik. Ta
ki İstanbul'un yeni havalimanında iniş yapacakken yandan bir rüzgar alana dek.
“Vay” dedirtti inince de şükrettirdi.
0 Yorumlar
Yorumlarınız