Ey beni bıkıp tükenmek bilmez bir merak ve inatla dinleyen
dost, inan ki bu gezi notlarında bir abartı, bir saptırma kesinlikle yok. Ne
gördüysem, sorularıma her ne cevap aldıysam ya da duyduysam onları seninle
paylaşacağım. Dünya görüşümü, ideallerimi, kişisel çatışmalarımı olaylara ve
açıklamalara pek dahil etmeksizin, sadece, iyi kaliteli bir video kamera gibi
gördüklerimi yansıtacağım. Kimi yerlerde isimleri açıklamayacağım. Onların
güvenliği yada benim özelim diye bazı yerlerde atlamalar olacak. O nedenle bazı
yerlerdeki kopmaları, sıçramaları pek takma kafana. Özel olanlar benimle
beraber mezara kadar gidecek; ama, ey dost senden bile sakladıklarım içinde
acaba diye düşündürecek ahlaksızlıklar yok bunu bilesin. Ama sadece benim
hazine sandığımın parçası olarak kalacak sırlar, sözler…
Artık çantanı sırtına tak benim gibi. Uzat elini bana ve benimle beraber sınırları aşmaya, gezmeye ve bir o kadar da şaşırmaya hazırlan.
Yola Çıkış
Şirketteki son saatlerimi olabildiğince rahat geçiriyorum.
Yaşasın youtube! Gençken dinlediğim şarkıları bulabilmeme ve tekrar o günlere
dönebilmemi sağlıyor diyemesem de en azından hatırlamamı, anıları eşelememi
sağlıyor.
Önce Barış Manço ‘nun yıllar önce Gülhane Park’ında
söylediği “Ayrılık” var listemde. O gece oradaydım. Ve bu şarkı konserin de son
parçası idi. İnanıyorum ki ben ve arkadaşlarım gibi o konserdeki pek çok kişi,
birisi çıkıp da “Haydi Viyana'ya ” yada “Haydi Azerbaycan'a ” dese idi şarkının ve
ortamın etkisi ile yola çıkardı. Ve muhtemelen epeyce bir zaman sonra ne
yaptıklarını sorgulardı. Her neyse, belki İran'da belki Tebriz'de, neden oradaki
bunca Türk tepki vermiyor gibi sorularımın cevaplarını bulabilirim.
Otoparka geçiyorum. İşlerini yaptığımız firmanın sevimli kızları ile çene çalıyorum. Kızların beni teşvik edici konuşmaları bende acaba beni sepetleyip göndermeye mi çalışıyorlar şeklinde bir düşünce bile oluşturuyor. Halbuki yakın arkadaşlarım hemen hemen gittiğim her yere verdikleri standart tepki ile karşılamışlardı İran seferini de. “Ne işin var orada?”, “Gidecek başka yer mi kalmadı?”, “Zamanı gelince evinde yatağında ölürdün, kendini öldürtmene ne gerek var” gibi ilginç tepkiler. En bombası ise “Pasaportunda İran damgası olursa Amerika'ya gidemezsin” palavrası. Böyle bir şey yok. Ama ey dost, zaten kürek mahkumlarının, katillerin, fahişelerin ve onların çocuklarının kurduğu bir ülkeye gitmek zaten hayat planlarımın hiç bir yerinde de yok, bildiğin gibi. Hatta bir gün önce patronumun anlattıkları insanın canını sıkacak türden durumlardı ama ey dost, dedikleri gibi yazılı olandan ötesi olmaz ve yazı neyse o olur.
Biraz daha vakit geçirmek için içeri kaçıyorum. Bir iki
şarkı daha dinlerken aklım Mc Cartney'in bir şarkısındaki dizelere takılıyor.
“When i’m looking at your eyes, i can see the sky”
Gerçi basit bir söz öbeği… Ama Avrupalı bakış açısına tam
uyuyor. Sevdiğine kendini denk gören, kendini ondan yukarıda gören bir bakış.
Belki de bizim gibi istediğini ele geçiremeyen, göremeyen toplulukların “aşk
dilencisi ” şeklindeki yaklaşımına taban tabana zıt bir görüş. İstediğini alan
ve istediği şekilde kullanan Avrupalı, bizim gibi sevdiğinin kirpiği olmanın ne
olduğunu anlayamaz. Erişememekten, görememekten uydurduğu, hayallerle avunduğu
aşklar kolay anlaşılmaz. Gençken, aruz vezni ile yazılan şiirlerde kaybolduğum
dönemlerden hatırlarım gül goncasının yarin ağzı olduğunu, kirpiklerinin ok ok
olup kalplere saplandığını ve şunu bunu. Bunları neden mi anlatıyorum dostum?
Şiirin ana vatanına uçacağız birkaç saat içinde de ondan.
Bir başka dostum geçen günlerde şiirin, hayatın halen içinde
olduğunu söylemişti İran'da. Bir iki şiir ezberle diye de salık vermişti. Umursamamıştım hiç. Kendi şiirlerimi söylerim,
gerekirse hızlıca yazarım dediğimde ise “İran ‘a gidiyorsun. Türkçe şiir para
etmez. Anlasınlar diye çevireceğin dil de İngilizce. Ona çevirdiğinde de ne
uyak kalır ne ahenk” demişti.
Ey dost, öğüt vermek eğer danışmanlık adı altında olmadığı sürece ücretsizdir ve dolayısıyla da bol bol alınabilir. Kullanıp kullanmamak sana bağlı elbette. Arkadaşım, “onca şiirin uğruna kaleme alındığı İran kızlarına da göz at” dedi. Ama ekledi de. “Gözleri çok güzelmiş bunların. Beş saniyeden fazla bakma, aklını alırlarmış insanın; on saniyeden fazlasına cesaret edersen kalbinin sahibi olurlarmış. Ötesinde ise ruhunu da alırlarmış. Artık sen sen olmazmışsın” Görelim bakalım…
Artık çıkma vakti. İstanbul'un her hakiminin yerle bir etmek
istediği topraklara uçacağım birazdan. Basileusların, sultanların topunun
birden dizginlerini ele almak için yüzbinleri seferber ettiği topraklarda
olacağım az sonra.
Her nasılsa şirkette kalmış birileri ile de vedalaşıp
Kadıköy ‘e doğru uzanıyorum. Tatlı bir serinlik var. Çağlar otobüs duraklarının
orada bekliyor. Artık Havasaş olan Havaş 8 TL ‘ye ulaşımı sağlamakta. Onun
yerine belediyenin çift biletli (3,5 TL) otobüsüne atıyoruz kendimizi. Aracın
en arkasında kapı dibinde ancak bir yer bulabiliyoruz kendimize.
Ön yer aldığı salon görülmeye değer doğrusu. Aşırı makyajlı ama oldukça iyi giyimli genç kızlar; çeşitli tiplerde ama oldukça kılıksız erkekler… Özetle ne ararsanız var diyebilirim rahatlıkla.
0 Yorumlar
Yorumlarınız