Şehir 711 ‘de İslam ordularının eline geçiyor ve Kurtuba ismini alıyor. Bizde de bu şekilde kullanılıyor ismi. 1236 ‘da ise tekrar hristiyanlara kaptırılmış.
Şehrin içine girdiğinizde yani bir bakıma neredeyse Roma Köprüsü'nün çıkışının biraz ötesinden itibaren Mezquita başlıyor. Mezquita Kurtuba'nın ulu camisi iken Reconquista sonucunda katedrale dönüştürülmüş. Devasa bir yapı. Mezquita mescit kelimesine denk geliyor. Zaten İspanyolca'da halen günlük yaşamda canlı olarak kullanılan 3000 kadar kelimenin varlığından bahsedilmekte. Örneğin
Burada eskiden bir Roma tapınağı varmış. Kiliseye çevrilmiş.
Sonrasında Müslümanlar burayı cami yapmışlar. Kordoba kentinin 600 camisinin en
büyüğü ve en güzeli imiş. İstanbul'dan Bizans İmparatoru hediye olarak bir gemi
dolusu usta ve mozaik malzemesini göndermiş buraya. Dünyanın en çok sütunu olan
tapınağı olarak kabul ediliyor. İnşa edildiğinde bin kadar sütun varmış içinde.
İspanyollar ele geçirdikten sonra devasa yapının içine bir katedral inşa
etmişler. İspanyol Kralı cami içinde inşa edilen katedrali ve bunun için camiye
verilen hasarı görünce deliye dönmüş.
2000 ‘li yıllarda yapı içinde Müslümanların da ibadet edebilmesini isteyen gruplara karşı İspanya ve Vatikan olumsuz cevap vermiş. İçinde namaz kılmaya çalışmak suç. Deneyip dayak yiyenler bile olmuş.
Vakit darlığı nedeniyle sokaklara zaman harcamayı tercih ettik.
Daracık sokaklar ve onları sarmalayan üzerleri genelde mavi olmak üzere renkli
saksılarla kaplı duvarlar. Pencere ve kapı pervazları mavi boyalı. Geleneksel
olarak küçük avluların her yıl en güzeli seçilip duyurulurmuş. Başarı demek
turist, turist demek ise para anlamına geldiğinden bu gelenek halen yaşamakta.
Bizim için ise göz okşayan, ruhu arındıran güzellikleri görebilmek.
Sokaklarda dolaşırken işkence aletlerinin sergilendiği bir müzeyi pas geçip hemen yakınlarındaki bir lokantada şehrin spesiyali “boğa kuyruğu” (rabo de toro) sordum. Varmış. Acıkana kadar sokakları arşınladık. Temiz, bakımlı bir şehir. Daha çok zamanı hak ediyor.
Lokantaya döndük. Eşim boğa kuyruğu istedi. Açıkçası ben uyduruk
bir şey beklerken devasa bir tabak geldi. Olay şu, kuyruk, gövdeyle birleştiği
yer ile beraber muhtemelen tandırımsı bir yerde yüksek ısıda uzun süre
bekletilmiş. Etin üzerine dokunulduğunda tane tane ayrılmasından bu fikre
kapılabilirsiniz.
Bense gazpaço (gaspacho) çorbasını içtim. Rehberin dediği gibi
çoban salatanın suyunu andıran bu soğuk çorbanın görüldüğü yada anlatıldığı
kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Tadı tutturamazsanız lezzet pınarı
etkisinden kusturucu bir mayiye dönmesi gayet olası. Bir de benzeri etli bir
çorba daha var. S ile başlayan bu çorbada genelde domuz eti kullanıldığından
denemedik bile.
Buradan ayrılıp bölgenin başkenti ve en büyük kenti olan Sevilla'ya ulaştık. İslam tarihindeki adı İşbiliyye. Romalılar döneminde Hispalis olan kent 712 – 1248 yıllarında İslam toprağı iken tüm yarımadada da olduğu gibi sonrasında İspanyolların eline düşmüş. Sevilla bir zamanların en büyük limanı iken Amerikanın keşfi ile yerini Kadiz ‘e kaptırmış. Böylelikle şehrin kontrolsüz bir şekilde büyümesi mümkün olmamış.
Burada ilk uğradığımız yer “Plaza de Espagnol”. Burayı gitmeden
okumuştum ama böyle bir yere denk geleceğimi zerrece düşünmemiştim.
Buradan çıkıp da ulaştığınız meydan belki de turun en vurucu noktası. Basamaklardan inip arada içinde, gezi teknelerinin dolandığı havuzun üzerindeki köprüyü de aşıp tam ortadaki havuzun oradan geriye baktığınızda aslında içinden geçtiğiniz yapının yarım o şeklinde zarif bir bina olduğunun farkına varıyorsunuz. Durun daha bitmedi, hemen giriş katlarında bizim mihraplara benzeyen nişlere İspanya'nın hemen hemen bütün önemli şehirleri için bir yer ayrılmış. O şehrin en önemli tarihi olayı gibi anlar burada çinilerle betimlenmiş. Endülüs derseniz şehirlerin Müslüman otoritelerce krallara teslimini gösterir anlar standart poz. Ciudad Real'de Don Kişot koymaları beni gülümsetti.
Buradan ana şehre girmek üzere geri döndük. Şehri saran büyücek bir park var. Burada gene Amerika'nın keşfinin anıları üzerinde durulan heykeller var. Bunlardan biri Kolomb liderliğinde Amerika seferini yapan üç gemiden biri üzerinde, bir yanında Ferdinand diğer yanında İzabel yazan yüksekçe bir kolonun üzerinde duruyor.
Buradan Sevil Berberi hikayesinin geçtiği yere ulaşıyoruz.
Emeviler zamanında burada bulunan hamama su taşıyan künkler hala
görülebilmekte.
Şehrin kalbine yani katedralin olduğu yere varıyoruz nihayet. Burası da bir zamanlar cami imiş. İçeri giriş 6 euro. La Giralda denilen eski minare yeni çan kulesine çıkmak isterseniz ise 9 euro ödemeniz gerekmekte. Burada merdivenler yok. Asansör de yok. Rampalar var. Bu minarenin tepesine çıkıpta (Arap camilerinde bizdeki gibi şerefiye kavramı yok, özellikle Kuzey Afrika tipi camilerde ezanlar en üstteki terasımsı kısımlardan okunuyor. Bir apartmanın en üst katı gibi de düşünebilirsiniz bunu) ezan okuması gereken müezzinler bunun için atlara binerlermiş.
Bu minare Araplar için de önemli olduğundan şehri terk ederken
minareden taş sökmek isteyenler olmuş. İspanya kralı taş sökenin kafasını
sökeceğini belirtince bu sorunda çözülmüş.
Buradan önce tramvay hattını kendimize baz alarak dolanmaya
başladık. Önce yolun sağındaki büyük postane binasını aştık. İlerilerdeki “real
alkazar” denilen ve kralın halen mülkü ve ikametgahı olan yerin bahçesini
turladık. Aynı yönde ilerleyerek akabinde bir meydana ulaşınca yönümüzü nehre
doğru çevirdik.
Burada karşımıza altın kule torre del oro çıktı. 1221 yılında
şehrin Emevi valisi olan Ebu’l Ula yaptırmış burayı. İlginç onikigen bir kule
bu. Depremler, devrimler, kuşatmalar… Aklınıza gelebilecek her türlü felaketi
yaşayıp defalarca yıkılmanın eşiğinden dönmüş günümüze ulaşana dek. Kule
günümüzde içine üç euroya girebildiğiniz bir müze.
Nehri solumuza alıp ilerliyoruz. Sağ tarafta arena var. Arena sezonu açılmadığı için girmek mümkün değil. Ama özellikle arenada şehrin renksel kimliği kendini belli ediyor. Sabah uğradığımız Kordoba'da pervazlar maviyken Sevilla'da bu renk sarı olarak karşımıza çıkıyor. Hele arena bu rengin boyasının bol bulunduğu yerlerden olmalı. Bol bol sürmüşler. Sevilla boğa güreşinin ilk yapıldığı yer olarak anılıyor. Kurallarda burada konulmuş.
Ara sokaklara giriyoruz. Cumartesi akşamına hazırlanan
Sevillalılar şimdiden ellerinde içki bardakları ile sokaklarda belirmeye hatta
eğlenmeye başlamışlar bile. Biz ise bulmuş olduğumuz Spar marketten
aldıklarımız ile geceye ve yarına hazırlanacağız.
0 Yorumlar
Yorumlarınız