Takip Et

8/recent/ticker-posts

Romanya Gün 7 - Cluj Napoca

Gene yollardayız. Ama epey bir yorgunum çünkü uyuyamadım. Gece acayip bir olay oldu. Açıklayamıyorum. Ama gene de anlatayım.

Gece yattık. Evin içi hiç kapatılmayan doğal gaz sobası sayesinde hamam sıcaklığına ulaşmışsa da ayaklarım buz gibi. Derin bir huzursuzluk hissi var içimde. Oğlum da yanımda uzanıyor. O da sıkıntılı olduğunu, uyuyamadığını söylüyor. Yatmasını salık veriyorum ama kendim bile uyuyacak gibi değilim. Aniden bağırıyor korku içinde. “Orada biri var !” diye. Gösterdiği yer antre; ilk bakışta bir şey görmüşlüğüm yok ama çoktan fırlamış durumdayım. Kimse var mı, varsa kaç kişi bilmeksizin antreye ulaşmışım bile. Mantıklı düşününce bunun ahmaklık olduğunu fark ediyorum ama söz konusu aile olduğunda mantık ve serinkanlılık benden uzak kavramlar.

Tüm odaları dolanıyorum, kimseler yok. Ne açık bir kapı ne de açık bir pencere… Hiç bir şey yok. Huzursuzlanıyorum. Oğlana “rüyanda görmüşsündür” diyorum ama uyumadığını söylüyor ki bunun doğru olduğunu çığlık atmadan bir an önce konuştuğumuzun farkındayım. Korkmaması için buranın meşhur şeylerinden bahsetmemiştim daha önce. Kendi korkularımın oğlumda olmaması için çabalamama karşın burada böyle bir şey kendiliğinden çıktı.

Not: 2023 sonlarında, Romence bir kaynakta, bu evin evveliyatında yer alan evde Vlad'ın sevgilisiyle buluştuğu ve bir gün kafasına eserek kadını öldürdüğünü okuyorum.


Sabaha kadar antreye bakınıp bekledim. Oğlum ve eşim sağlam uyudular bu olaydan sonra.

Neyse, siz dostlarla yaptığım bu dertleşmeden sonra Kluj yada bizim dedelerin deyimiyle Kaloşvar şehrini anlatmaya başlayalım.

Şehir Belgrad'a başkent Bükreş'ten daha yakın, Budapeşte'ye az biraz uzak. Zaten şehirde önemli miktarda Macar nüfus var ve burası da tarihi Macaristan sınırları içerisinde. Romenler AB üyesi Macaristan'ın bu konuda oldukça baskıcı olduğundan, her şeye karıştıklarından dert yanmakta. Tıpkı Sırpların Voyvodina'da düşündükleri gibi. Romenlerle konuştukça Macarların 80 milyon gibi bir nüfusa sahip olsalardı neler yapabileceklerini düşünüyorum.

Burası da Sakson kentlerinden birisi. Ama bence en önemli özelliği Matyas Korvinyus (Mathias Corvinius) ‘un doğum yeri olması. Macarlar ulusal kahramanlarından Korvinyus ‘un doğduğu kentin Macar kenti olduğunu söyleyerek bu toprakları talep ederken Romen tarafı gayet mesnetsiz bir şekilde Korvinyus ‘un aslen Romen kökenli olduğunu söylemekte. Bizim için ise Korvinyus “ya devlet başa ya devlet kuşa” sözünün söylenme nedeni olarak nitelendirilebilir.


Hünyadi Yanoş sonrası hatta onun ölümünden öncesinde bile Matyas iddialı söylemlere sahiptir Türklere karşı. İstanbul kuşatıldığında Fatih Sultan Mehmet ‘e çok sert bir ültimatom verir. Ya Türkler kuşatmayı kaldırıp Anadolu'ya dönecektir yada Matyas Türklerin kellelerine basarak kendisi bizzat boğazı aşıp Anadolu'ya girecektir. Fatih kaale almaz elbette, zaten gelen de olmaz.

İlginç olan Avrupalıların genel olarak hiç haz etmedikleri kuzgun ‘un Korvinyus ‘un –ve sonrasında da ardıllarının – simgesi olmasıdır. Söz o günlerden mirastır. Ya devlet başa geçecektir ya da her şey bittiğinde leşimize kuzgun çökecektir.

Korvinyus fırsat buldukça Türklerle çatışmaz ama papayı korumak için Budin'den kalkıp Otranto'ya kadar gidip oraya çıkartma yapıp kaleyi ele geçiren Türk birliğini son askerine dek yok eder.

Konaklayacağımız yere ulaşıp eşyaları bırakıp şehir merkezine döndük. Merkez elbetteki Unirii Meydanı adında. Buranın ortasında da at üzerinde, gayet heybetli bir şekilde duran Matyas Korvinyus heykeli yer almakta.

Heykelin ardında ise şehrin katedrali bulunuyor. St. Michael Katedrali burası. Adından da anlaşılacağı gibi şehrin koruyucu azizi Michael. İçi tipik, loş, ürpertici yapı. Güzel cam işlemeleri var.

Yolu aşıp az biraz giderseniz bu kez Müze Meydanı'na geleceksiniz. Ortasında Avusturya Macaristan İmparatoru'nun hediyesi bir dikilitaş var. Etrafındaki kafelerde bir şeyler içebilirsiniz. Kluj turistik bir yer olmadığından şehir zaten ucuz olan Romanya için bile ucuz hale geliyor. Burada pek takılmadan dolandık. Şehrin genelinde bir kaç güzel fasadlı yapıyı saymazsak bir numara yok.

Tekrar meydana döndük ve bu kez ters yönde, ara sokaklara girdik. Burada yaşlı kadınların ürünlerini sattıkları küçük tezgahlara denk gelince magnet buluruz ümidiyle aralarına karıştık. Kadınların hepsi çat pat da olsa İngilizce konuşabiliyor ve bal, salça, salam gibi yerel, doğal ürünler satıyorlar. Magnet sorduğumuzda turistik bir şehir olmadığı için bulamadığımızı söylediler. Hatta kadınlardan birine bir, iki hafta önce Alman bir turist de magnet sormuş. Nereli olduğumuzu sorduklarında Macar olmadığımızı da öğrenince mutlu oldular. Kluj kelimesinin Slav dillerinde anahtar anlamına gelen “kuluc” geldiği sanılıyor ama Kluj Macaristan ve Romanya arasındaki azınlık ve toprak meselesinde anahtardan çok kilidin kendisi gibi görünüyor.

Yaşlı kadınların Türk olduğumuzu öğrendikten sonra önerdiği “kafe”ye isteksizce gittik. Tam köşede, küçük ama güzel bir dükkan. Girdik içeri. İçeride bir, kaç masa var ancak ama sımsıcak bir ortam. Adam bizimle laflamaya başlıyor. Daha sipariş bile vermedik. İstanbul diyoruz, hemen eliyle “dur” çekiyor ve rafın arkasına geçip “tomurcuk” çayı kutusunu gösteriyor. Kesme şeker Türk malı. Adamın anlatımına bakarsanız dünyanın en kaliteli çayı, şekeri Türk malı. Adamın suratına bakıyorum, Türk müşteriyi sağmak gibi bir derdi yok. Saf saf anlatıyor. İstanbul'a geldiğinde vapurda içtiği çay o kadar hoşuna gitmiş ki bu çayı araştırmaya başlamış. Çay demlemeyi öğrenmiş. Ardından bu işe girişmiş, başarmış da. Küp şekerleri bitiyormuş ama…

Burada çayımızı içip tatlımızı da yedik. Normalde adam konuşturdu da vakit kaybettik diyeceğimiz yerde tanıdık bir arkadaşın dükkanına uğramış gibi ayrıldık. En azından bir daha Kluj ‘a gelirsek bir paket çay ve kesme şekeri getireceğimize dair bir karar aldık kendi kendimize.

Şehre gelince, evet pek turistik değil. Şehre girişte Turda diye bir yer var. Eski bir tuz madeni varmış. Gitmeye değer bir yermiş. Ama biz yarın Sibiu’da olacağız hem de epey erkence.

Yorum Gönder

0 Yorumlar