Kluj organize bir şehir. Rahatlıkla
otobüs duraklarına gidiyoruz. Terminali dolaşınca İstanbul'dan gelmiş bir otobüse
denk geldim. Her gün İstanbul'dan bir, iki otobüs geliyormuş. Bizi Sibiu ‘ya
taşıyacak otobüse yerleştik hemen.
Sibiu yada geçmişte kalan adı ile
Hermannstadt, adından da artık kolaylıkla anlayabileceğiniz üzere Sakson
kentlerinden birisi. İlk kez 1191 ‘de adı belgelerde anılmaya başlanmış. 1376
‘da şehir on dokuz ayrı loncaya verilmiş. Büyük bir kent.
Romanya'nın ilk hastanesi, eczanesi, müzesi burada açılmış, ilk Romence kitap şehrin matbaasında basılıp yayınlanmış.
Hünyadi ‘nin ordusu 10,000 kişi
kadardır, ilk günü kaybetmiştir. Hünyadinin komutanlarından birisi (Simon
Kamonyai ) generalinin zırhını kuşanır ve Türk birliklerine saldırır
adamlarıyla. Türkler Hünyadi diye bu adamın atağına karşılar ve başarılı bir
şekilde püskürtürler. Bu komutanın da kafası alınır.
Yanoş Mezid Bey ‘in kellesini keser ve
kendi zırhını giyen adamının kafası ile takas ettirir.
Eğer tarihten bahsediyorsanız Türklerden
bahsetmeme ihtimaliniz yoktur. Eğer Türklerden bahsetmeye başlarsanız bir, iki
yenilgi ile herhangi bir yerden vazgeçmediklerini de öğrenmiş olmalısınız. 1660
‘da yer gene Sibiu ‘dur. Türk orduları bu kez zaferi kazanırlar. Bir hafta
sonra iki ordu Kluj'da (Bizim kaynaklarda Kaloşvar olarak geçiyor) yüzleşirler.
Gene bizim zaferimizle biter bu savaşta.
İşte biz aile olarak, akıncıların, isimsiz ve mezarsız şehitlerimizin gezdiği topraklardayız. Fırsat buldukça uzaklara bakıp Fatiha okuyorum.
Kısa sürede ana meydandayız. İlk
hedefimiz belediye binasının kulesi olan Turnul Sfetului. Romanya'da bu tip
yerlerin ücretleri de oldukça düşük. Dolayısıyla gereksiz yere elemek zorunda
kalmıyorsunuz. İç kesimlerde Sibiu ‘nun geçirdiği dönemlere ait çizimler,
fotoğraflar ve gazeteler gibi dokümanlar var. Buradan açıkça Sibiu ‘nun yedi
kent içinde “en Alman” kimliğine sahip olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Kuleden camlarından ise kısıtlı da olsa etrafı görebiliyorsunuz. Meydan ve etrafındaki kafeteryalar gayet davetkar. Buradan çıkıp meydandaki Katolik kilisesine girip ne var ne yok şöyle bir bakıyoruz.
Yemek vakti. İyi bir aile babası
olarak aileme de iyi şartlar sağlamalıyım. En azından şartlar elverdiğince.
Ülkemde rahatlıkla yapamayacağım bir şeyi yapıp Romanya'da et çok ucuza olduğu
için eşime ve oğluma birer biftek söylüyorum. Türkiye'de olsa bu tip bir mekanda bu iki tabağa bir
böbreği takas ederdik sanırım. Neyse, kendime de menüde tanıdık gelen “tartar”
ı söylüyorum. Bir tatar olarak başka bir şey seçmem imkansız zaten. Tam ne
olduğunu hatırlamasam da yakın zamanlarda bir yerlerde kulağıma çalındığını
biliyorum. Sığır olduğundan da emin olunca beklemeye başlıyoruz.
Bir bizimkilerin tabaklarına, gayet güzel kızarmış etlere bakıyorum bir de benim tabağa. Benim tabaktaki etin gördüğü en yüksek ısı an itibariyle beni de ısıtan kış güneşi. Ama sonunda bitiriyorum. Tüm ömrüm boyunca yiyeceğim kadar çiğ eti lüplettim bir güzel.
Yemeğin verdiği enerji ile gezmeye
koyuluyoruz. Meydanın olduğu kısım yukarı kent olarak nitelendiriliyor. Aşağı
kente giden tünelin üzerindeki köprü yalancılar köprüsü olarak adlandırılmış.
Kalitesiz mal satan yada hile yapan tacirlerin malları buradan atılırmış. Yerel
efsane ise eğer yalancı bir aşık üzerinden geçerse çökeceği şeklinde.
Sibiu da Brukenthal isimli bir müze
daha doğrusu müzeler silsilesi var. Biz “Tarih Müzesi” kısmını dolaştık. Burada
epeyce bir dolandık ki buraya girmemek İstanbul'a gelip Aya Sofya'ya girmemek
gibi bir şey. 400 yıllık bir binanın içinde yer alıyor.
Ayrıca alt kattaki yaşlıca bir kadın elime onlarca fotoğraf tutuşturdu. Yüzyılın başında çekilen fotoğrafların kopyalarında Sibiu ve civarındaki Alman ailelerinin yaşantılarına ait izler görülüyordu. Gayet akılcıl bir uygulama olarak göründü gözüme. Bizim etnografya müzelerinde de böyle şeyler yapılabilir.
Çıktık. Cetatii Caddesi'ne yürüdük.
Burası Sibiu surlarının en sağlam kısımlarının görülebileceği kısım. Bir kaç
savunma kulesi kısa zaman önce elden geçmiş. Her bir kule ayrı bir loncaya
aitmiş ve günümüze ulaşan kuleler okçulara, çömlekçilere ve marangozlara ait
kulelermiş. Ayrıca duvarların hemen
önünde günümüzde üzerleri ot bürümüş, hendeklerden geri kalan yükseltilerde
mevcut.
Burada yer alan evler ise oldukça ilginç. Çatılarında yer alan pencereler dışarıdan bakıldığında kısılıp bakan gözlere benzemekte.
Akşam da aynı ana meydanda ve yeni
şehir kısmında dolandık ama soğuk bizi hırpalamaya başlayınca yürüyüşü kısa
kesip odaya döndük.
0 Yorumlar
Yorumlarınız