Siena gezimizin ardından tüm yolların çıktığı Roma ‘ya doğru
yola koyulduk. Arabada dahi olunsa yol kimi zaman çekilmiyor. Bazen uçsuz
bucaksız kurşuni bir renkle kaplanmış göğün altında onu delmek için zorlayan
tepelere kurulu kasabalar bazense tek tük evleriyle çeşitli yerleşimleri aşarak
Toskana ‘dan çıktık.
Roma daha şehir girişi ile büyük bir şehre girildiğini
hissettiriyor. Şehre uzanan otobanlarda yol tıkanmaya başlıyor. Tüm yollar Roma
‘ya çıktığı gibi tüm herkesinde yolu Roma taraflarına çıkıyor gibi görünüyor.
Otel şehrin banliyölerinde. Güzel, hoş bir otel ama şehre
uzak. Önce otobüs ardından metro ile merkeze ulaşma imkanı var. Kuşların
öttüğü, ağaçlık, sakin bir yer burası. Roma'yı bir bilezik gibi sarmalayan
otobanın biraz dışındayız.
Sabah zayıf bir kahvaltının ardından yola koyulduk. Eğer üç
yıldızlı bir otelde kalıyorsanız kahvaltıdan fazla bir şey beklememeniz gerekiyor. Allah'tan hava
güzel. Ne üşütecek kadar serin nede yakacak kadar sıcak. Tam gezme havası.
Şehre otobüsle giriş yaptık. Önce Vatikan ‘ı gezeceğiz.
Bizimde rotamızın B planı olduğu için pekte itiraz etmiyoruz ama fırsat bulur
bulmaz turdan kaçıp kendi başımıza gezinmek planımız. Şehrin dışı bile pastel
tonlarda sarılar, kahverengleri ile boyalı üç dört katlı art neuveau binalar
ile kaplı. Eskiden şehrin tren garı olan
ama günümüzde tiyatro olarak kullanılan bina da güzel. Termini ile taban tabana
zıt. Biri güzel ama kullanışsız diğeri hantal ama ecnebilerin robust dediği
türden.
Yollarda ana caddelerde bizim metrobüse benzer bir uygulama
var. Yolun ortasındaki iki şerit otobüs ve yolcusu olan taksilere ayrılmış,
eğer taksinin yolcusu yoksa diğer şeritlerden gitmekte. Zaten İtalya'da öyle
elinizi kaldırıp taksi durdurmak gibi bir lüksünüzde yok. Ya bir taksi durağına
gideceksiniz yada telefonla taksi çağıracaksınız. Hatta taksilerin şehir içi ve
otoban için bile ayrı tarifeleri mevcut.
Otobüsler güzel ama yolculuk şartları İstanbuldan pekte farklı değil.
Ana baba günü gibi dolu otobüslerin tek farkı içindeki yolcuların daha bir
bakımlı olması sadece.
Yolların kenarları pek çok caddede portakal yada turunç
ağaçları ile kaplı.Hangisi anlayamadım ama ağaçlarda durduğu, yenmediğine göre
turunç olabilir. Turuncu meyveler
yemyeşil ağaçlarda çok güzel bir manzara oluşturuyor. Binaların balkonları da, kendileri de kendini
seyrettiren türden bakımlı yapılar. Uzay üssü gibi çıkan antenler vb söz konusu
değil.
Uzunca bir süre Roma ‘yı sarmalayan şehir surlarını solumuza alarak
seyrettik. Duvarlar oldukça bakımlı ama tek sıra olarak dikili durmakta. Kimi
yerlerde dış yüzeyin aşağıdan yukarıya eğimli olması ve payandaların dış tarafı
destekliyor olması ilginç bir durum. Ya bu görünenler iç surlar yada burada da
görünüşte güzel ama gerçeklikten uzak bir restorasyon söz konusu. Bu yolun dış tarafı da
Roma'nın eğlence sektörünün seyyar çalışanlarının hizmet verdiği kısmı imiş J
Yolumuzdan ilerlerken
sağ tarafta , tepesinde bir kartal olan büyücek bir kapı gördük. Borghese
bahçelerine giriş bu kapıdan. Vakit yok ki gezmeye.
Buradan sonra az daha giderek Tiber Nehri'ne ulaşılıyor. Günümüzde
İtalyanlar bu nehre Tevere diye dursunlar ben hala pagan dönem romalıları gibi
Tiber demeyi tercih ediyorum. Tiber tekne turu yapılabilecek bir nehir değil.
Sakince akan (ama Tuna ‘dan hızlı) ama etrafında yürüyüş yolları olan ve yüksek
bir set ile sınırlandırılmış bir nehir. Tekne ile gezilse de birşey görme
imkanı olmaz.
Neyse, Floransa ve Siena ‘da yaşadığımız şanssızlıklar burada
da peşimiz bırakmadı. Vatikan ‘ı defalarca turlayarak hedefimize ulaşmaya çalıştık.
İki üç kere nehri geçmek zorunda kaldık ve nihayetinde otobüsü park edecek bir
yer bulup otoparktan metro alt geçidi gibi bir yerden Vatikan önlerine çıktık.
Bu arada San Angelo kalesi, eski köprü
gibi pek çok tarihi yapıyı , donanma komutanlığı gibi pek çok büyük ve heybetli
binayı vb de gördüysek de San Pietro bazilikasının kubbesi hepsinin üzerinde
kendini gösteriyordu.
Vatikan. Şehir içinde şehir, ülke içinde ülke. Tarihinin
başından beri İstanbul'a, İslama, Türklüğe ve Türkiye'ye karşı savaşan, zenginliğini
ve kudretini savaştığı bu güce karşı yaptığı propaganda ile insanlardan elde
eden büyük kuruluş işte burası. Zamanında Kurdoğlu Muslihiddin Reis ‘in basmayı
düşünüp de sadece yanındaki yoldaşlarının canlarını göze alıp da vazgeçtiği kent. Artık içindeyim.
Her bir ayrıntı ince ince düşünülmüş. "Melekler ve Şeytanlar" değişik
amaçlarında saklı olduğunu söylese de daha ilginç işaretler Aya Sofya'da da var.
Neyse madem Vatikan'dayız Vatikan'dan bahsedelim. Sonuçta ayrı bir ülkedeyiz.
Ayrı bayrağı, ayrı yasaları, kendi posta idaresi ve bankası olan, euro kullansa da
bastığı eurolarda papanın resminin olduğu bir yerdeyiz. Buranın kalbi San
Pietro Meydanı. Bazilikadan bir çift kolmuşçasına uzanan iki sütunlu yay
şeklinde tam ortasında bir dikilitaş olan meydanı sarmakta. Bu kilisenin
müminlerini bir ana gibi sardığını göstermekte. Burada mimari hilelerde
düşünülmüş. Mesela kolonlar aşağıdan yukarıya doğru büyümekte. Böylelikle aşağıdan
bakıldığında kolonların kalınlığı her yerde aynı görülmekte. Perspektif bir hile
ile alt edilmiş. Aynısı kiliseye doğru uzanan yolda da kendini göstermekte. Yol
boyunca, köprüye dek uzanan sütunlar belirli bir açıyla tam düz olmayacak bir
şekilde sıralanmış. Bu da kiliseden bakıldığında kolonların ip gibi bir sırada
durmasına olanak vermekte. Bu hile yapılmasa kolonlar git gide küçülecek ve
birbirine yaklaşmış gibi görünecek. Meydanın inşası Bernini tarafından 1656 –
1667 yılları arasında yapılmış.
Aslında Vatikan tepesi Roma yangınından sonra Neron tarafından
eğlence ve katliamların yapıldığı sirkin kurulduğu yer. İtalyanların Pietro
olarak andığı Petrus burada çarmığa gerildi ve yakınlarda bir yere gömüldü.
Constantinus devletin dinini Hristiyanlık olarak ilan edince bazilikal planlı
bir kilise inşa ettirdi. Rönesans ve sonrasında kiliseye eklemeler hemen hemen
her zaman yapıldı.
Kiliseye dönelim. Büyükçe kutu biçiminde krem rengi bir bina
düşünün. Binanın ön yüzünde kalın sütunlar yerleştirilmiş olsun ama. Üstüne de pek çok küçük heykel yerleştirilmiş, beyaz iki
köşesinde iki saat ekli kaçak kat görünümlü bir başkasını yerleştirin.
(Saatlerin ikisi de aynı saati göstermemekte.) Ön yüzeyde kutunun ortasına da
zorlama şeklinde yüksekçe bir kubbe birazda zorlamaymışçasına yerleştirilmiş
olsun. İşte hayallerinizde bir San Pietro bazilikası inşa ettiniz. Biraz daha yardımcı
olayım, Yıldızdaki Hamidiye Camii'nin epeyce büyük bir modeli. Balyanlar epeyce
bir etkilenmiş bu yapıdan.
İçeri girmek için sıraya giriliyor. Sıra erken saatlerde olmamıza
rağmen oldukça uzun ama hızlı ilerlediği için pek umutsuzluğa kapılmaya gerek
yok. Sadece çakı, su şişesi gibi nesnelerle girmeniz yasaklı. Öyle ki kısa etek,
kadınların başının açık girmesi gibi yasaklarında uygulandığını görmedim.
Epeyce dekolteli, kısa etekli hatunlar da görüş açıma sıklıkla girdi. Belki kilisenin
başka başka yerlerinde yasaklar olabilir ama bazilikada bile kadınlar başı
açık, kısa etekli dolaşabiliyorlardı. Macaristan'da olsaydı epeyce kavga
çıkardı. Yaşasın turizm yaşasın paranın gücü.
Bazilikanın içine girdik. Daha girişte rivayete göre tavan
işlemeleri saf altından yapılmış bir narteks karşılıyor bizleri. İç narteks de
dış narteksten pekte farklı değil aslında. Yapının her bir noktası işlemeler,
rölyefler, heykeller ile bezeli. Aydınlatma sistemi de gayet güzel bir şekilde
oirjinal yapı içinde sırıtmaksızın yerleştirilmiş.
Apsise girildikten sonra sağ taraftan ilerledik. Sağda camekan ın
arkasında sergilenen Meryem Ana ‘nın İsa ‘yı kucağında tuttuğu zarif bir heykel
var. Pieta heykeli Michaelangelo ‘nun gençlik yapıtlarındandır. İlerisinde balmumu kaplanmış bir papa cesedi görülebilir.
Arada sırada zeminde işlemeli logar kapağını andıran kapaklar göreceksiniz.
Bunlar zeminin altında yer alan papa mezarlarının yani kriptanın
havalandırması. Kilisenin ortasındaki bir alanda da hristiyanlık alemi için
önemli olan kiliseler sıralanmış. 2 numarada Aya Sofya var. Zaten Aya Sofya
kilise olsun kampanyalarında İtalyanların bayraktar olduğunu biliyoruz.
Ana nefe doğru ilerlerken devasa altarı geçiyorsunuz.
Bernini tarafından Pantheon ‘un kapısındaki bronzların kullanılarak yapıldığı
bu eser Baldacchino olarak bilinmekte. Heybetli ama muhteşem güzellikle bir
eser. Burada Paulus mu Petrus mu hangisi olduğundan emin olamadığım bir
heykelin ayağını sıvazlarsanız hacı oluyorsunuz. Kilisenin içi ana baba günü
birde bunun için sıraya giren kalabalıkları görünce iyice şaşkınlığa
kapılıyorsunuz. Kilisenin en uç
noktasında sarı- turuncu bir renkte görünen cam aslında cam değil. Mermer o
denli inceltilmişki cam gibi ışığı geçirir hale getirmiş. Özellikle gün
doğumunda renginin çok güzel olduğu anlatılmakta. Ama kilisenin devasa kubbesi
bende pekte büyük bir beğeni uyandırmadı. Bizim kubbeler gibi yayvan deil
burada kubbeler.
Solda şapel gibi neflerden birinde ki İtalyanlar nefleride
şapel olarak kullanıyor duvarda ölümü, gerçeği, adaleti ve yardımseverliği simgeleyen
bir kapı var. Mükemmel bir yapı. Bu da Bernininin.1678 ‘de tamamlamış ve
ustanın kilisedeki son yapıtı. Üstündeki
heykel ler arasında papa Chigi de var. 7. Alexander Anıtı olarakta biliniyor. Her
bir mermeri ayrı bir ülkeden gelmiş. Makedonya ,Verona , İspanya ve pek çok
yer. İstanbul'dan gelen tek mermer ise hemen arkadaki duvarın altındaki
mermer.
Girişe göre sol tarafta Vatikan hazinelerine gidebileceğiniz
bir bölüm var. Burası ayrıca ücretli. Aydınlatması güzel olmuş.
Kiliseden çıkınca Vatikan Postanesi'ne gidip bir şeyler yapalım dedik.
Eşim kendine kart gönderecek bense eski filatelist günlerimin hatırına pul
alacağım ama nerede..... Kart atmak için çok sıra var ama pul alacak çok param
yok J Gerçekten
çok pahalıydı pullar.
Vatikan ‘ın enterasanlıkları arasında ordusunu oluşturan
İsviçreli muhafızlar var. Bu adamlar profesyonel askerler. Çoğunluğu İsviçre
ordusunda subay konumunda. Eli ayağı düzgün olmak ve katolik olmak, hiç evlenmemek gibi şartlar
var. Michaelangelo ‘nun dizaynı palyoça kıyafetlerine rağmen bu adamlar aslında
birinci sınıf katiller. Ama kıyafetleri neşeli mi neşeli .
Vaktimiz olursa döner kubbesine çıkarız, Sistine şapelini
gezeriz dedik. Ama başka bahara kaldı vuslat.
Meydanda biraz vakit öldürüp, çeşmelerinden birinde oturduktan sonra
tekrar toplanarak otobüsümüze atladık. Tiber Nehri'ni takip ederek tarihi roma'ya
geçeceğiz. İlkin yıkık Roma köprüsünü geçiyoruz. Orijinal adı Pons Aemilius. Ama
sakın kimseye bu isimle köprüyü sormayın. Bilen yok. Sonra şehrin tek adası ve üzerindeki hastane
ve kiliseyi geçiyoruz. Haritada uzakmışçasına duran yerler aslında pekte uzak
yerler değil. Circus Maximus ‘a doğru
ilerlerken solunuzda rotunda tarzı bir tapınak ve güzelce bir çeşme. Burası
Forum Boarium. Önce nehir tanrısı
Portunus ‘a adanan tapınak hristiyanlıktan sonra kutsanmış böylece yıkılmaktan
kurtulmuş. Çeşme ise Fontana dei Tritoni. 1715 ‘te yapılmış. Sağınızda ise Santa
Maria di Cosmedin Kilisesi bulunuyor. Bunun içinde Bocca della Verita
bulunmakta. Gerçeğin ağzı denen insan yüzü şeklinde bir kanalizasyon kapağı bu.
Ortaçağda bu kapaktaki ağzın yalan söyleyenlerin elini kaptığına inanılırmış.
(Bizdeki kızlar sütununun iffetsiz kızları yakalaması gibi bir efsane) Önünden
otobüsle üç kez geçtik. Ben göremedim ama eşim görmüş. Yol boyunca eğlence
kaynağı oldum gene.
Circus Maximus yani Büyük Sirk alanındayız. İtalyanlar Circo
Massimo diyorlar günümüzde. Devasa bir alan. Arkada tribünler arasında duran
galerileri yer almakta. Harabelerin önünde yer alan ve yarışmaların yapıldığı
alanın en ucunda Roma döneminden kalan kule durmakta. Nutkum tutuldu. Roma'da
beni en çok etkileyen ikinci yapı burası oldu.
Büyük Sirk ‘in bitiminden sola döndüğünüzde İstanbul'umuzun
kurucusu Büyük Constantinus ‘un yaptırdığı zafer takı görülüyor. Mermerden
güzel bir yapı. İmparatorun Roma'ya armağanlarından biri. Gerçekten de İstanbul
ve Roma birbirlerine çok benzemekte. İki şehrin de yedi tepe üzerine kurulu
olması gibi (çingene köyü Lizbon içinde yedi tepeli diyorlar ya, neyse
sinirlenmeyelim konuya dönelim) erguvanlarında varlığı ortaklıklardan.
Yola devam edelim. Edelim ki Colosseum ‘a varalım. 72 yılında
yapımına başlanıp sekiz sene de bitirilmiş. 55,000 kişilik yapının üstü bugün
bile çözülemeyen bir halat sistemi ile kapatılıp açılabilme imkanına da
sahipmiş. Güzel, heybetli bir yapı ama fotoğraflardaki gibi değil. Yapının dış
yüzeyi delik deşik. Yapını üzerindeki tüm metal aksam sökülüp eritildiği, pek
çok heykel ve mermer parçası San Pietro Kilisesi'nin yapımında kullanılmak üzere
yakılıp kireç yapıldığı için bu hale gelmiş. Papa denilen şahsiyetlerin şehr-i
Roma'ya verdikleri zararın başlıca örneklerinden...
Bir tur daha atıyoruz. Bu kez eski Roma'daki yeni yapılardan biri olan
Vittorio Emanuel anıtı bembeyaz bir kütle olarak karşılıyor bizleri. En önde
Emanuel ‘in heykeli görülüyor. Arka fonda ise Roma tapınağını andıran bir yapı
ve her iki kenarında da atlı araba heykelleri yer almakta. Yan tarafından
çıkılan merdiveni eski bir Roma yapısına ait kalıntıların omuzları üzerinde
uzanmakta yukarılara. Yakınında Trajan ‘ın yaptırdığı marketler. Altı kat
sayabildim ben. Eğer gerçekten İstanbul bu Roma'dan da büyük ve heybetli ise
onca yapı nerede? Aya Sofya yıkılsaymış neredeyse bir şey kalmamış olacakmış
neredeyse. İki bin yıl önce yapılan dev bir alışveriş merkezi burası. Durmak
yok. Tekrar Emanuel anıtına gelmeden bu kez bir zamanlar papalıktaki Venedik
elçiliği olan ve sonrasında Mussolini ‘nin kullandığı Palazzo Venezia ‘nın
önünden geçiyoruz.
Buradan Karakalla Hamamları'na yöneliyoruz. Bir başka dev
yapıda bu. Karakalla ‘nın Ankara'da da dev boyutta bir hamam kompleksi var. Ama
bu yapı devasa. Otobüsle yanından geçerken sanki Ali Sami Yen stadının yanından
geçiyormuş gibi hissettim kendimi. Belki daha da büyüktür. Kullanım kapasitesi
1500 kişilikmiş. 400 yıl kadar kullanılmış.
Eski Roma bitti, buradan modern dünyaya dönüyoruz. Termini garının
sağındaki Dioklettian Hamamları'nın önünde yer alan Repubblica Meydanı'na
çıkıyoruz. Güzel bir meydan .Ortasındaki çeşme Avrupa'nın en erotik çeşmesi
seçilmiş. Ortanın fışkıran su kenarda sere serpe uzana hatun heykellerinin
kıçlarına damlamakta. Zarif bir ayrıntı. Hamam ise zamanında epeyce büyükmüş.
Yerine Santa Maria degli Angelli kilisesi yapılmış. Köhne görünümlü bir kilise.
Barberini Meydanı'na varmadan bir köşede indik . Artık Roma
‘ya ayak basmış durumdayız. Sonsuz şehir ile bütünleştik
sonuçta. Cavour Bulvarına çıkıp yürüdük. Art neuveau binaların arasında ,
birbirinden güzel mağazalara bakıp ilerliyoruz. Şimdiki hedefimiz Trevi
Meydanı'ndaki Aşk Çeşmesi. Aşk
çeşmesi diye burayı bilen söyleyen sanırım sadece biz Türkler. Tüm dünya Fontana
di Trevi (Trevi Çeşmesi) diyor başka
bir şey demiyor. Tahminlerimden çok çok küçük bir yer ama gayet zarif bir yapı.
Nefte deniz Tanrısı Neptün gene bir istiridye içinden çıkmış, iki
atlı Triton benzeri arkadaşta yanında ama hafif biraz önünde yer almış atları
sürmeye çalışıyorlar. Duvarda, Neptün ‘ün sağında ve solunda birer genç kız
heykeli ve tam üstlerinde Romalı askerleri gösteren rölyefler yer almakta.
Arkasındaki güzel duvarın üzerinde 1735 yazmakta. Fakat kitaplar çeşmenin
Nicola Salvi tarafından 1762 ‘de yapıldığını yazmakta. Rivayete göre Roma
askerleri susuzluktan kırılırken Trivia adında bir bakire gelir ve ayağını yere
vurup su pınarını ortaya çıkarır. Romalılar su kemerleri ile kaynaktan suyu buraya
kadar naklederler.
Bu meydan ana baba günü. Öyle insanlar çekilse de sevdiceğimle rahat
rahat bir fotoğraf çektireyim deme şansınız pek yok. Ama burada özgürlük heykeli, lejyoner kılıklı
arkadaşlarla 1 -2 Euroya fotoğraf çektirebilmeniz mümkün. Özellikle lejyoner
kılıklı arkadaşla fotoğraf çektirmenizi öneririm. Orijinal hali bile anormal
olduğu için bu ucubeyi görüntülemek eğlenceli olacaktır. Ayrıca çeşmeye para
atarsanız Roma ‘ya bir daha gelebildiğinize inanılmakta. Atılan paralar
geceleri toplanmakta ve geliri hayır işlerinde kullanılmaktaymış.
Toplandığından şüphem yok ama hayır işleri kısmı soru işareti. Neyse bizde
attık. 10 kuruş attım. Bir daha gelirsem ya çok ucuz bir turla geleceğim yada
interrail ile oğlumu peşime takıp .Ötesi yok J
Çeşmenin etrafında güzel kafeteryalar var. Fiyatları pekte
pahalıca değil. Genelde Pakistanlılar çalışıyor. Hatta biz bir kez daha uğrayıp
bir şeyler atıştırıp giderken aldığımız hediyelik eşyaların orada unuttuğumuzu
fark edince bir koşu oraya döndüm. (Roma'da bile koştum.) Bulup sahibi gelirse
diye saklamışlar. Anlatıldığı gibi kötü, art niyetli insanlar yok. Ya da bize
denk gelmedi. Ayrıca çeşmenin tam karşısında bir ayakkabıcı var. Özcan ‘ın
dediğine göre ucuz ve kaliteli mal satan bir mağaza imiş. Bize göre Tekin, Ziya
fiyatlarında bir yer. Ama İtalya'nın alım gücüne göre gerçekten çok ucuz.
Burada öğle yemeği için bizde bir şeyler atıştırdık. Pekte pahalı
değil. Ama İtalyan pizzaları epeyce ince. Ben spagetti yedim. Afşin Abi ‘nin
hamsili pizzasından tattım.
İspanyol merdivenlerine doğru yöneliyoruz şimdi. Sağlı sollu
uzanan güzel binaları geride bırakırken karşımıza gene bir anıt sütun çıkıyor.
Yapı olarak bizim Gotlar sütununu andırmakta. 8. Piu ‘nun bu sütunu 1857 ‘de
Meryem Ana ‘nın günahsız doğumunu anlatmak için diktirdiği yazmakta. Sütunun
tepesinde İsa olduğunu sandığım birinin heykeli var. Sanırım Çemberlitaş da
zamanında böyle görülmekteydi.
İspanyol Merdivenlerinin başındaki çeşmeye gelince kafanızı
kaldırıp merdivenlerdeki çılgınca kalabalığı seyredin bir süre. Merdivenler
bittikten sonra iki teras, ardında bir dikilitaş daha ve görüntüyü tamamlayan
iki çan kuleli, beyaz Santissima Trinita del Monti kilisesi. Sanki tüm dünya
burada buluşmuş gibi. Aşağıdaki çeşme de oldukça güzel. Fontana della Barcaccia olarak da bilinen çeşmeyi Bernini ‘nin babası Pietro yapmış. Oval,
küçük çeşmenin içerisinde mermerden bir kayık var. Burnundan, demir atılan
yerlerinden su akıtmakta. Suyu içilebilir dense de etrafında elini, kolunu suya
sokan tipleri görünce vaz geçtim. Roma ‘nın bir güzel yanı da çeşmelerindeki
suların içilebilir olması, havuzlarındaki suların ise tertemiz olması. Ne çöp
var içlerinde nede suların renginde bir kirlilik.
Buradan pahalı mağazaların olduğu bir caddeye sapıyoruz. Caffe Greco
‘nun caddesi bu. Buradan daha büyük bir caddeye ulaşıp sola sapıyoruz. Önce
yolun sağında Trajan Sütununa çok benzeyen Marcus Aurelius sütunu görülmekte.
İmparatorun yaptığı savaşları anlatan
rölyefler sarmal bir şekilde heykelin altından tepesine dek uzanmakta. Burası
Piazza Colonna. Yolun karşısında ise Palazzo Chigi var. Bu da güzel bir yapı. Başbakanlık konutu
olarak kullanılmakta. Berlusconi ‘ye bir uğrasaymışız. Ayıp oldu adama.
Buradan ara sokaklara girdik. Borsa binasının duvarı komple
Hadrian tapınağı. Buradan şehrin ne kadar yükseldiği de anlaşılmakta.
Artık Roma ‘nın en mükemmel yapısına ulaşmış durumdayız. Burası
Pantheon. Tüm tanrılara adanmış tapınak burası. İlkin Agrippa tarafından dörtgen bir yapı
olarak 27 ‘de yapılmış. imparator Hadrian 118 ‘de burayı tasarlamış ve inşa
ettirmiş. Görülüyor ki ilham geldi mi romalı imparatorlar büyük yapıları
tasarlıyorlar. (Aya Sofya da Justinianos tarafından tasarlanmış rivayete göre . Sonrasında Roma'daki ilk katolik kilisesi
olmuş. Ama kilise tarafından şeytanın gözü ilan edilmiş kubbesinin tam
ortasındaki delik nedeniyle. Oculus denmekte bu deliklere. 7. yy ‘da Romalılar
vebanın bu delikten gelen şeytanların işi olduğuna inandıklarından burayı
vaftiz ettirmiş sonrada kiliseye çevirtmişler.
Yapının girişindeki kısmı tam on altı sütun taşımakta. Burada da yüzey
delik deşik. Çünkü papalık yüzeye kaplı metal levhaları söktürmüş. Pantheon
yapıldığında küçük bir tepenin yamacındaymış. Zaman ve insan etkileri ile on
metre kadar alçalmış bulunduğu yer günümüzdeki Roma zeminine göre.
Pantheon ‘un içine girdik sonunda. Girer girmez çarpıldık.
40 metrelik dev kubbenin tam ortasından içeri giren gün ışığı tüm mekanı
aydınlatmakta. Kubbe altı metrelik duvarlarla desteklenmiş. Hafif olması içinde
hafif malzemeden kaplamalara kullanılmış. Sadece biz vurulmamışız bu yapıya.
Thomas Jefferson bu yapının bir benzerini Virginia Üniversisitesine yaptırmış.
Tipi amerikan görgüsüzlüğü. Zemindeki izlerin yerinde eskiden bronz kaplı imiş.
Papa 8. Urban (tam bir sanat düşmanı olmalı) San Angelo kalesine top yapılsın
diye bunları söktürüp eritmiş. Adam tam anlamıyla bir vandal ki bununla da
kalmayıp orijinal kapıları da erittirmiş. Metal daha sonra Bernini ve Borromini
tarafından San Pietro kilisesindeki Baldacchino ‘nun yapımında kullanılmış.
İçerisinde ağırlıkla olarak toprak rengi mermerlerin kullanıldığı
görülüyor. Yürürken ayağınızın sürtünmesinden çıkan ses defalarca tatlı bir
sesle yankılanmakta. Garibaldi'nin, Rafael'in mezarları hep burada. Anı
defterinin başına bir görevli koymuşlar kadın Sophia Loren filmlerindeki
cadaloz kaynanaya birebir benzemekte.
Tahta sıralara oturduk eşimle. İçeriyi dolanan çekik
gözlüleri, duvarlardaki resimleri izledik bir süre.
Yine ortasında çeşme olan etrafında kafeteryaların sardığı
küçük bir meydan daha, Piazza Rotunda. Çeşmenin
ortasında bir dikilitaş, dikilitaşın eteklerinde ise Roma'daki hemen hemen
her çeşmede göreceğiniz çirkin görünümlü balıklardan var. Rengarenk, pastel
tonlu binalar buradaki korkunç kalabalığa gölgelik olmuş.
Buradan Roma'daki en güzel meydan olan Navona Meydanı'na çıktık. Roma
döneminde araba yarışlarının yapıldığı oval bir meydan burası. Tam karşıda
büyükçe, kubbeli bir kilse ve yanında Brezilya elçiliği var. Etraf
kafeteryalarla dolu. Bir fincan kapuçino 5 euro. Kapuçinonun yanında bir
bardakta su getiriyorlar. Tadını beğendiğimi söyleyemeyeceğim ama insanı yakan
güneşin altında su iyi gitti. Ayrıca burada olma kapayrı bir duygu. Meydanın
ortasında üç tane çeşme var. Biri Melekler ve Şeytanlarda Robert Langdon ‘un
suikastçi ile dövüştüğü meydan. Çeşmelerin arasında turist grupları, resim,
karakalem çalışmaları yapıp satmaya çalışan sanatçılar ne ararsanız var.
En ünlü çeşme, Fontana dei Quattro Fiumi ‘dir. Bu ortasında dikilitaş
olan çeşme. Buradaki heykeller eski dünyanın bilinen dört nehri olan Nil,Ganj,
Tuna ve Plata Nehri ‘ni simgelemektedir. Solundaki çeşme ise Fontana del Moro.
Moro burada, Mağripliyi simgelemekte. Bunlar Bernini tarafından yapılmış
eserler. 19. yy ‘a dek meydandaki bu çeşmelerin giderleri kapatılıp meydanı su
basması sağlanırmış. Zenginler burada tekneleri ile gezermiş.
Meydanda tur bitti ve rehber bizi serbest bıraktı. Yarın ne
yapılacağı, Pompei ‘ye gidilip gidilemeyeceği konusunda hararetli bir tartışma
yapıldı. Önce Pompei ‘ye gidilmediği için çıbanbaşı oldum, sonra insanları
götürmek istemediğim için kötü. Ama söz konusu Napoli idi. On- on beş kişi ile
çıkmaya cesaret edemedim.
Sonunda eşimle baş başa kaldık. Yukarıda da dediğim gibi
kafeteryada bir şeyler içtikten sonra Pantheon ‘a uğradık. Sadece ayağımı zemine
sürüp çıkan sesi dinlemek için. Gerekirse bir daha sadece bunu yapıp çıkan sesi
dinlemek için Roma ‘ya gidebilirim.
Akşam, mesai bitimi. İtalyanlarda bizden pek farklı değil. Başbakanlık
konutu olan Palazzo Chigi ve diğer devlet dairelerinin olduğu yerlerde
motosikletli eskortlar çıkıyor ardından kaliteli bir araba. İşlerinden
çıkanlarda durakları doldurmaya başlamış en akılcıl yöntem yürümek gibi
görünüyor. Bu sırada bizden ayrı gezmeye kalkan Özcan ve Sinem ‘i gördük.
Onlarda Piazza Venezia ‘ya gitmişler ama Emanuel anıtı kapandığı için
dönmüşler. Ayakkabı almak için Trevi meydanına döndüler. Biz İspanyol
merdivenlerindeki terasa çıkalım diye yola koyulduk. Burada yolumuzun
üzerindeki Sant’Ignazıo di Loyola kilisesine denk geldik. Tur planlarında
olmayan bir kilise ama bence görülmesi gerekli. Büyük, serin bir mekan.
Kubbesiz. Başlangıçta kubbe yapılmak istendiyse de kilisenin yakınlarındaki
rahibeler manzaralarının kapanacağının öne sürerek itiraz etmişler. Bunun
üzerine düz bir tavan yapılmış ve içi çok güzel resmedilmiş. Andrea Pozzo 1685
‘te yapmış tavanın resim işlerini. Cizvitlerin başarıları resmedilmiş. Dört
kadın dört kıtayı betimlemekte kullanılmış.
Nedendir bilinmez İspanyol Merdivenleri'ne gitmedik. Bunu
yerine tekrar aşk çeşmesine gittik. Dondurmacı aradık ama aradığımızı
bulamadık. Çeşmeyi gören bir yere oturup etrafı seyrettik. Buradan ana caddeye
gidip UPIM mağazasına girdik. Burası kozmetik vb ‘yi oldukça ucuza
alabileceğiniz bir yer. Zaten İtalyanların indirim mağazalarından. Burada önceden aldığımız hediyelikleri
unuttuğumuzu görünce bir koşu kafeteryaya gittim. Neyse ki hediyelikleri
saklamışlar. Oradan döndüm.
Buluşma noktasında hesaplı, bizim BIM ‘lere benzer bir
mağazaya denk gelip biraz alışveriş yaptık. Roma işte topu topu bu kadar sürdü.
Roma sonuçta aslında kolay gezilebilen bir yer ama tek
günlük değil. Bir gün vatikan ve navona meydanı gibi yerler gezilir. Sonrasında
tarihi kısım ve Piazza Venezia çevresi gezilir. Bir sonrasında ise Borghese
bahçeleri, ostia antica dolaşılabilir. Dördüncü gün ise atlanılan yerler
gezilebilir yada yakın çevreye gidilebilir.
Bununla beraber gezilmesi zor değil. Önemli noktalar
birbirine epeyce yakın.
İstanbul ‘un eskisi işte. Kolay olmuyor gezmesi J
0 Yorumlar
Yorumlarınız