Takip Et

8/recent/ticker-posts

Benelüx Turu : Gün 2 – Lüksemburg'dan Paris ‘e

Sabah erkenden kalkıyoruz. Gezilerde erken yatıp erken kalkmak bizde standart halini aldı. Gözlemlediğim kadarıyla otelin ses yalıtımı oldukça iyiymiş. Kahvaltıda olabildiğince yiyip kendimizi Lüksemburg şehrine hazırlıyoruz.


Lüksemburg hem ülkenin hem de başkentin adı. Ülke 963 yılında kurulmuş. Ticari yollar üzerinde gayet korunaklı bir yerde olması gelişmesine olanak sağlamış. 1815 ‘te “düklük” ile yönetilmeye başlanmış. Bununla beraber ateşli silahların gelişimi ve yeni ticaret yollarının tacirlerce tercih edilmesi ülkenin önemini düşürmüşse de ikinci dünya savaşından sonra pek çok çok uluslu devlet merkezini burada kurmaya başlamış.

Lüksemburg 'ta nereleri gezip nereleri gezmemem konusunda kardeşim sağlam bir bilgi kaynağı oldu benim için. Onun belirttiği yemek yerlerini vb de eleyince pek bir şey kalmadı doğrusu.

Araçların park ettiği kısım derin bir vadinin kenarında bir alan. Vadinin hemen karşısında kraliyet sarayı var ki küçük bir ülke için gayet şaşaalı denilebilir. Vadiyi aşan köprü de görmeğe değer.

Şehrin ana merkezine varmadan hemen otobüs parklarının yanında bir anıt var. Çeşitli savaşlarda ölen Lüksemburg 'taki Fransız asıllı askerlerin anısına yapılmış ve tam da biz oradayken bir törene denk geldik. Katıldıkları savaşların arasında Çanakkale Savaşı da yazmaktaydı. Lüksemburgluların kendilerine has bir dilleri var ama Almanlardan çok Fransız kültürünün etkisinde kalmışlar.

Şehrin içerilerine giriyoruz. Büyükçe bir meydan. Meydandan çeşitli yönlere sokaklar uzanmakta. Her bir sokakta pahalı markaların mağazaları yer almakta. Onun dışında mimari açıdan da bir şey yok. Hemen elimdeki Lonely Planet fotokopilerindeki haritanın yardımıyla gruptan ayrılıp kendi başımıza gezmeye başlıyoruz.

Şehir aşağı ve yukarı olmak üzere iki bölümden ibaret. Aşağı şehir kısmında manastırlar vb var ve vadiye doğru bakarken solunuza doğru uzanan büyükçe, kale – şato karışımı bir yapıyı sarıp sarmalayan sur duvarlarını görüyorsunuz. Açıkçası dar zamanda aşağıya inmeye üşendik ve yukarıdan loca gibi bir seyir balkonundan fotoğraf çekmeyi tercih ettik. Aşağı kent ile yukarı kent arasında çalışan bir turist treni gördük.

Loca gibi dedik ama içeni, işeyeni çokmuş buranın. Devasa reklam panolarının arkası bir nevi açıkhava meyhanesi ve bu meyhanenin gayet işlek tuvaleti olmuş. Dünyanın en zengin ve müreffeh ülkelerinden birindeyiz sorarsanız.

Meydanları aşıp daha şehre giriş yaparken gözüme kestirdiğim Notre Dame katedraline ulaşıyoruz. Giriş kapısının kenarında hoş bir çeşme var. Kapının kenarlarını saran işlemelerdeki işçilik oldukça hoş ve Fransız gotiği burada kendini iyice belli etmekte.


İçine giriyoruz. Bina 1613 -1618 yıllarında inşa edilmişse de 1870 ‘de katedral sıfatını kazanabilmiş.

Şimdiki durağımız ise protestan kilisesi. Tepemizdeki yalancı güneşe inat kuytular olabildiğince serin. Kilisenin kapısını açıp içeri giriyoruz ve tüm kafalar bize dönüyor. Ortalara doğru sakin bir yere üçümüz yerleşip ortamı izliyoruz. Elinde gitarıyla, Amerikanvari bir adam – sanırım kilisenin papazı ama emin değilim – ilahi olduğunu sandığım ezgileri çalıp söylüyor, cemaat ise kimi zaman katılıp kimi zaman sessizce bizim gibi izleyici takılıyor. Çabucak sıkılıp dışarı çıkıp ana meydana ulaşıyoruz.

Bizimkiler burada da varlar ve pek çok restoran vb işletmekteler. Eğer McDonalds vb gibi seçeneklerden haz etmiyor ve güvenilir bir şeyler yemek isterseniz aç kalmayacaksınız. Meydan da krokant yapıp satan ve anlaşılır bir Türkçe konuşabilen bir adam var.

Bu meydanın yanı sıra bir iki büyük meydan daha var ama u küçük ülke-kent oldukça sönük bir yerleşim.

Paris için yola koyuluyoruz. Başlangıçta göze hoş gelen manzaralar zamanla sıradanlaşmaya başlıyor. İnsanoğlu ne kadar da doyumsuz. Yol üzerinde Chalon ‘u gösteren bir oku görüyorum. Attila ‘nın Roma ile kapıştığı ve net bir galibin çıkmadığı savaş alanını gösteriyor bu ok. Hiç bir yerde bu savaş sonunda ölülerin ne şekilde gömüldüğüne dair bir bilgiye ulaşamadığım gibi bu civarda yapılan kazılarda neler bulunduğunu içeren bir malumata da denk gelmedim.


Sonunda şehre ulaşıyoruz. Fransızlar için çok önemli bir gün bugün. Paris'te pek çok yol kapatılmış. Opera binasının önüne konulan tank ve zırhlı araçlara küçük çocuklar tırmanıp içlerini girmeye çalışıyor ve araçların yanı başında duran askerler bitmeyen bir sabırla çocuklarla ilgileniyorlar. Bizde böyle bir şey olsa basın neler yazardı. Ne militaristliğimiz, ne faşistliğimiz kalırdı anılmadık.   

Panoramik bir Paris turu yaptık. Şunu anladım yarın ya öleceğiz ya Paris ‘i göreceğiz…

Yorum Gönder

0 Yorumlar