Takip Et

8/recent/ticker-posts

Benelüx Turu : Gün 4 – Paris

Yolu öğrendikten sonra artık her yere elimi koymuş gibi gidebiliyorum. Turdaki ailelerden birisi bizimle gelip gelemeyeceğini soruyorlar merkeze kadar. Dün otobüsleri bulamadıkları için ilk metro istasyonuna dek taksi tutmak zorunda kalmışlar. Onların planına göre yakınlardaki bir eğlence merkezini gezecekler. Biz ise Montparnesse ‘dan başlayıp  turlayacağız.

Tren ana baba günü. Yetmiş iki millet buraya toplanmış deseniz yeri. Bana bakan kıza, bu kadar çok millet ile nasıl yaşayıp anlaşabildiklerini soruyorum. Kız beni Alman sanmış olmalı. Yabancı nefreti ile dolu bir şekilde “bazen sizin haklı olduğunuzu düşünüyorum, bunları yok etmek istiyorum” diyor.

Notre Dame ‘da aktarma yapıp Montparnesse ‘a ulaşıyoruz. Az biraz yürüyüp Sacre Coure (Kutsal Kalp ) Kilisesi'ne ulaşıcağız. Burası şehrin biraz batak bir semti. Bizim Cihangir gibi, entel dantel, sanatçı tayfasının etkisiyle bohem bir mahalleye dönmüş olsa da atraksiyonlara açık görünüyor.

Arap ve Afrikalı nüfus burada çok fazla. Geçtiğimiz sokak berber ve kuaförlerle dolu. Gerçi bunlar genelde Afro tarzda çılgın saç stilleri ile uğraşan mekanlar bunlar. Öyle içine giripte “Pierre Abi, şöyle benim saçları alabros yap” diyebileceğiniz yerler değil. Zaten sokaklarda Fransız bile yok.

Kiliseye ulaşıyoruz. Bir tepeye konuşlandırılmış ama pekte bir manzarası olmayan güzel bir yapı. Adam gibi fotoğrafını çekmek kalabalıklar nedeniyle çok zor. İçine girmekte bir dert. Gerçi içi dışarıdan görüldüğünden daha geniş olmasına rağmen Paris standartlarına göre epeyce sade olarak kabul edilebilir.

Merdivenlerden iniyoruz. Havuzların içi insan dolu. Mahşeri bir kalabalık var ve elim cebimde içgüdüsel bir şekilde. İşportacı zenciler mallarını satmaya çalışırken çok sayıda adam “bul karayı al parayı” oynatıyor. Yıldız çantalara bakarken satıcı çocuk “Türk müsün abi?” diyor. Senegalli bir Müslümanmış. Yaptığı indirimin de üzerinden bir başka indirim daha yapıyor. Bence gene pahalıdır ama Yıldız'a göre paramız gariban bir Müslümana gidecek. Orada etrafta duran, İstanbul görmüş diğer zencilerle de selamlaşıyoruz. Hemşeri görmüş gibiyiz. Adamlar içten. Nijeryalısı, Senegallisi, Fransa'nın yüzlerce yıldır sömürdüğü ülkelerden gelen türlü insan. İstanbul ve Ankara da çalışmışlar. Biraz para kazanınca buralara atmışlar kapağı.

Yol boyunca yürüyoruz. Sağlı sollu, türlü taklit malın satıldığı dükkanların arasındaki insan selinde bul karayı al parayıcılar” insanları söğüşlemekle meşgul.

Üç tane kart yada üç tane ters çevrilmiş fincanın içinde bulunması gerekeni bulursan 100 euro kazanıyorsun. Tabi her bir deneme 50 euro. Öyle İtalya'daki yada bizim Galata Köprüsü'nün üzerindeki tiplerin yaptığı gibi ışık hızında hareket etmiyorlar. Gözle yapılanları takip etmek mümkün. Sadece siz parayı vermek için çantanıza vb odaklandığınızda tablayı ters çevirip sağı sol, solu sağ yapıyorlar. Biz Mete ile beraber tek bir tezgah hariç bir yerde şaşırmadık. Yıldız epey ısrar etti. Ben hem dünya görüşüme uymadığından hem de bu işte bir “..nelik” olduğunu tahmin ettiğimden bulaşmadım. Adamın biri epeyce oyna falan diye ısrar etti, ben “olmaz” deyince de acayip tepkiler verdi. Neredeyse oynayıp herifi batırayım derken birisi yandan oldukça sert bir şekilde bana çarptı.

Hışımla döndüm. Zaten Fransız kumarbaza ifrit olmuşum patlayacak yer aranıyorum. Demin konuştuğumuz zencilerden biri “abi oynama, dencırıs, kötü adam bu” diye fısıldadı yarı Türkçe yarı İngilizce. Ben de Yıldız'ı uyarıp oradan ayrıldım.

İki adım aşağıda iki küsur metrelik bir Alman genci keklemekle meşguller. Adamlar o kadar aleni hareket ediyor ama çocuk hala işi beceremiyor. En son çocuk 600 euro kaybettiğini cebinde sadece 30 euro kaldığını söyledi. Ekledi de, hala oyunun mantığını kavrayamamış.

Çocuk biraz daha vızıldanınca başka bir tip daha geldi. Bıçkın, öyle pek konuşulacak tarzda olmayan bir tipleme bu yeni gelen. Çocuğa çıkıştı. “Paran yoksa defol git buradan”

Vay anam vay… Ne aşağılık millet bu Fransızlar.

Ana caddeye çıktık. Buradan metroyu bulup … Katedraline gideceğiz. Kaldırımda yürürken bir araç gelip yanımızdaki su birikintilerine girip bizi ıslatıverdi. Medeni Avrupa'nın en medeni kentlerinden birinde yolu bok götürüyor. Baba oğul tipik Türk tepkisi verdik. Adamların arabası durdu. İki adam inip arkamızdan saydırmaya başladılar. Ne onlar ilerledi bir adım ne de biz. Ben zaten yanımda karım öte tarafta küçücük oğlumla – o zamanlar küçüktü- pek avantajlı bir konumda değilim. Etrafta polis falanda yok. Ha, olsa ne boka yarar bu ülkede, ne denli tarafsız davranırlar çok büyük bir soru işareti. Bu adamların kesin güvendikleri bir şeyler var diye düşündüm. Tek olsam çakarım birine topuklarım en kötü. Birbirimizin annelerine vb saydırarak yolumuza gittik. Sevmedim Fransızları.

Yokuş aşağı akalım diyoruz. Karşımıza ne çıkarsa artık. Nasıl olsa bir yerlerde nehri yakalayacağız.

Notre Dame ‘a dek yürüyoruz. Paris'te sağlam taban teptik. Tezatlar bu şehirde iç içe. Hindiçinden, Afrika'nın Sahil bölgesinden rengarenk insanlar var. Bir şekilde para kazanmanın derdindeler. Kimi semtlerde Fransız görmek dahi zor.

Gayet bitkin bir şekilde Konkord ‘a ulaştık. Buradan Zafer Takı 'na kadar yürüyeceğiz.

Dünkü yazıdan hatırlayacaksınız bu cadde bizim Şanzelize. Meşhur olmasının kaymağını doya doya yiyen bir yer burası. Kimi restoranların önünde insanlar sıra beklemekte. Kedi gibi bekleşiyorlar. Ne var diye kapıdan kafamı uzatmaya çalıştığımda bile uğultular yükseliyor sıradan. Öte yandan önünde sıra olmayan mekanlar ise öyle yüksek fiyatlı menülere sahip ki içgüdüsel bir şekilde hemen dışarı çıkma isteği duyuyorum.

Yolun sonu Zafer Takı. Gerçekten de devasa bir anıt bu. Üzerinde Fransızların savaştıkları yerleri yazmışlar. Avrupalılarda ender olarak takdir ettiğim özelliklerden birisi bu. Yenildikleri savaşları bile zikredebiliyorlar. Sonuçta meydana çıkıp savaşmışlar.

Zafer Takı'nın üstünde balkonumsu bir alan var. Zaten buraya çıkışta paralı. Buradan pek bir manzara izleyemeseniz de Paris trafiğinin kördüğüm olduğu nokta olduğundan  kazaları izlersiniz bol bol.

Sözün özü ile Paris tek bir seferde hakkından gelebileceğiniz bir kent değil. İlk sefer keşif olur. İkinci sefer müzeler ve detaylar olur. Üçüncü ise ancak – o da belki – zevk için olur.

Yorum Gönder

0 Yorumlar