Yolu öğrendikten sonra artık her yere elimi koymuş gibi gidebiliyorum. Turdaki ailelerden birisi bizimle gelip gelemeyeceğini soruyorlar merkeze kadar. Dün otobüsleri bulamadıkları için ilk metro istasyonuna dek taksi tutmak zorunda kalmışlar. Onların planına göre yakınlardaki bir eğlence merkezini gezecekler. Biz ise Montparnesse ‘dan başlayıp turlayacağız.
Tren ana baba günü. Yetmiş iki millet buraya toplanmış deseniz yeri. Bana bakan kıza, bu kadar çok millet ile nasıl yaşayıp anlaşabildiklerini soruyorum. Kız beni Alman sanmış olmalı. Yabancı nefreti ile dolu bir şekilde “bazen sizin haklı olduğunuzu düşünüyorum, bunları yok etmek istiyorum” diyor.
Notre Dame ‘da aktarma
yapıp Montparnesse ‘a ulaşıyoruz. Az biraz yürüyüp Sacre Coure (Kutsal Kalp )
Kilisesi'ne ulaşıcağız. Burası şehrin biraz batak bir semti. Bizim Cihangir
gibi, entel dantel, sanatçı tayfasının etkisiyle bohem bir mahalleye dönmüş
olsa da atraksiyonlara açık görünüyor.
Arap ve Afrikalı nüfus burada çok fazla. Geçtiğimiz sokak
berber ve kuaförlerle dolu. Gerçi bunlar genelde Afro tarzda çılgın saç
stilleri ile uğraşan mekanlar bunlar. Öyle içine giripte “Pierre Abi, şöyle
benim saçları alabros yap” diyebileceğiniz yerler değil. Zaten sokaklarda
Fransız bile yok.
Merdivenlerden iniyoruz. Havuzların içi insan dolu. Mahşeri
bir kalabalık var ve elim cebimde içgüdüsel bir şekilde. İşportacı zenciler
mallarını satmaya çalışırken çok sayıda adam “bul karayı al parayı” oynatıyor.
Yıldız çantalara bakarken satıcı çocuk “Türk müsün abi?” diyor. Senegalli bir
Müslümanmış. Yaptığı indirimin de üzerinden bir başka indirim daha yapıyor.
Bence gene pahalıdır ama Yıldız'a göre paramız gariban bir Müslümana gidecek.
Orada etrafta duran, İstanbul görmüş diğer zencilerle de selamlaşıyoruz.
Hemşeri görmüş gibiyiz. Adamlar içten. Nijeryalısı, Senegallisi, Fransa'nın
yüzlerce yıldır sömürdüğü ülkelerden gelen türlü insan. İstanbul ve Ankara da
çalışmışlar. Biraz para kazanınca buralara atmışlar kapağı.
Yol boyunca yürüyoruz.
Sağlı sollu, türlü taklit malın satıldığı dükkanların arasındaki insan selinde
bul karayı al parayıcılar” insanları söğüşlemekle meşgul.
Hışımla döndüm. Zaten
Fransız kumarbaza ifrit olmuşum patlayacak yer aranıyorum. Demin konuştuğumuz
zencilerden biri “abi oynama, dencırıs, kötü adam bu” diye fısıldadı yarı
Türkçe yarı İngilizce. Ben de Yıldız'ı uyarıp oradan ayrıldım.
Çocuk biraz daha vızıldanınca başka bir tip daha geldi. Bıçkın,
öyle pek konuşulacak tarzda olmayan bir tipleme bu yeni gelen. Çocuğa çıkıştı.
“Paran yoksa defol git buradan”
Vay anam vay… Ne aşağılık millet bu Fransızlar.
Ana caddeye çıktık. Buradan metroyu bulup … Katedraline
gideceğiz. Kaldırımda yürürken bir araç gelip yanımızdaki su birikintilerine
girip bizi ıslatıverdi. Medeni Avrupa'nın en medeni kentlerinden birinde yolu
bok götürüyor. Baba oğul tipik Türk tepkisi verdik. Adamların arabası durdu.
İki adam inip arkamızdan saydırmaya başladılar. Ne onlar ilerledi bir adım ne
de biz. Ben zaten yanımda karım öte tarafta küçücük oğlumla – o zamanlar
küçüktü- pek avantajlı bir konumda değilim. Etrafta polis falanda yok. Ha, olsa
ne boka yarar bu ülkede, ne denli tarafsız davranırlar çok büyük bir soru
işareti. Bu adamların kesin güvendikleri bir şeyler var diye düşündüm. Tek
olsam çakarım birine topuklarım en kötü. Birbirimizin annelerine vb saydırarak
yolumuza gittik. Sevmedim Fransızları.
Notre Dame ‘a dek
yürüyoruz. Paris'te sağlam taban teptik. Tezatlar bu şehirde iç içe.
Hindiçinden, Afrika'nın Sahil bölgesinden rengarenk insanlar var. Bir şekilde
para kazanmanın derdindeler. Kimi semtlerde Fransız görmek dahi zor.
Gayet bitkin bir şekilde Konkord ‘a ulaştık. Buradan Zafer
Takı 'na kadar yürüyeceğiz.
Dünkü yazıdan hatırlayacaksınız bu cadde bizim Şanzelize.
Meşhur olmasının kaymağını doya doya yiyen bir yer burası. Kimi restoranların
önünde insanlar sıra beklemekte. Kedi gibi bekleşiyorlar. Ne var diye kapıdan
kafamı uzatmaya çalıştığımda bile uğultular yükseliyor sıradan. Öte yandan
önünde sıra olmayan mekanlar ise öyle yüksek fiyatlı menülere sahip ki
içgüdüsel bir şekilde hemen dışarı çıkma isteği duyuyorum.
Zafer Takı'nın üstünde balkonumsu bir alan var. Zaten buraya
çıkışta paralı. Buradan pek bir manzara izleyemeseniz de Paris trafiğinin
kördüğüm olduğu nokta olduğundan kazaları
izlersiniz bol bol.
Sözün özü ile Paris tek bir seferde hakkından
gelebileceğiniz bir kent değil. İlk sefer keşif olur. İkinci sefer müzeler ve
detaylar olur. Üçüncü ise ancak – o da belki – zevk için olur.
0 Yorumlar
Yorumlarınız