Artık dönüş yolundayız iyiden iyiye… İstekli değilim gezmeye ama mecvuren önce Köln ‘e gidilmesi gerekiyor.
Birkaç sene öncesine dek Köln pek umursadığım bir şehir
değildi. Önce Köln ‘ün Romanın kuzeyindeki en büyük kent olduğunu ve genel
sıralama da ise imparatorluğun en büyük beşinci şehri olduğunu
öğrenmiştim. O günlerden pek bir şey
kalmış değil ne yazık ki. Sonrasında ise şehrin armasındaki “dokuz damlacığın”
aslında dokuz gözyaşı olduğunu öğrenmem oldu.
Şehre ne mi olur?
Yukarıda Roma'nın parlak günlerinden bir şey kalmadığını yazmıştım. Bu sürecin
temel anlarından biridir Attila'nın şehre yaptığı ziyaret.
Sonrasında Köln kültürel olarak yaşamını sürdürür ama Roma
döneminin o büyük kenti değildir.
Katedral Alman çalışkanlığına yakışmayacak ölçüde yavaş bir
şekilde neredeyse bin yılı aşkın bir zamanda tamamlanabilmiş. İçine giriş
ücretsiz. Sadece hazine ve kripta bölgesi için ekstra para alınıyor.
Katedralin içinde pek bir şey
bulamadığımız ve etrafındaki diğer müzelere de para vermek istemediğimiz için
baba oğul katedralin kulesine çıkalım dedik. Tabii bunda kule çıkışının sadece
2 euro olmasının da payı yok diyemem.
Buna karşın görünen de pek bir şey yok. Nehrin etrafındaki
beton kalabalığı ve aralara serpiştirilmiş gibi görünen değişik dönemlere ait
olduğu mimari yapılarından anlaşılan başka binalar.
Bin bir meşakkatle çıktığımız kuleden daha da hızlı bir
şekilde aşağıya inip yapının kulelerinden indirilen süslemelerin yanından geçip
ana alışveriş caddesine giriyoruz. Bu arada bu süslemeler yerden bakıldığında
ufak tefek görünse de aslında 6,7 metrelik parçalar.
Alışveriş caddesi ise pek bir şey vaat etmeyen bir yer.
Büyük elektronik mağazaları, devasa bir lego dükkanı ve çok sayıdaki Türk
dönerciyi saymazsak pek bir şey yok.
0 Yorumlar
Yorumlarınız