Takip Et

8/recent/ticker-posts

Batı Karadeniz Turu Gün 1 - Karadeniz Ereğli ve Zonguldak

“İçimde belirsizliklerle beraber tura başlayacağız.İstekli miyim değil miyim bilmiyorum” diye yazmışım tur için bir yerlere. Gerçektende hava kötü olursa biryerlerden erken döneriz diye planlar bile yapmıştım.Anlayacağınız bu tur pek bir sallapatiye gelmişti.

Yine de tur için iyi hazırlandık. Ana tur rotası ve alternatif rotalar .İlk defa olarak yanımıza alacağımız eşyaların ve uğrayacağımız yörelerde gitmemiz gereken noktaların yer aldığı bir listemiz bile vardı.

Havanın kapalı, serin ve yağmura göz kırpar bir şekilde olduğu bir Pazartesi sabahı yola çıkıldı. Harem ‘den Kamberoğlu adlı yerel bir firma ile Ereğli ‘ye gidip müzeyi ve Cehennemağzı Mağaraları ‘na gitmek ilk günümüzün planı.

Saat on ‘da Harem ‘den yola çıktık. Arada yağmur atıştırıyor. Yolun sağında solunda sık ormanlar var. Bu ormanların üzerindeki gri bulutlar havaya değişik bir kasvet katmakta. Hatta kimi yerlerde, ormanlık yamaçlardan göğe doğru duman sütunları süzülmekte. Hayatım boyunca hiç görmediğim bir görüntü , adeta Tanrısal bir manzara. Yaşamın , her türlü zahmetine karşın yine de yaşanması gerektiğini gösteren bir an. Tek bir kare dahi fotoğrafını çekemememiz ise ayrı bir gaflet.

Düzce sapağına değin otobandan yola devam ediliyor. Güzel bir yol. Ardından sapaktan Düzce ‘ye yönleniliyor. Yola devam etmek için buradan önce sola, ardından sağa sapmanız gerekmekte. Eğer ilk yolsan sol değilde sağa saparsanız Gölköy ve şelaleye ulaşma imkanınız olacak. İkinci yoldan ise sola saparsanız on km. kadar sonra rafting yapılabilecek bir yere ulaşabiliyorsunuz. Zaten levhalarda size yardımcı olacak.

Düzcede vasatın altında bir yerde mola verildi yirmi dakika kadar. Hava iyice serinlediyse de yağış yok. Yol boyunca arkamızda bize türlü şaklabanlıklar ve komiklikler yapan sarışın, mavi gözlü, toraman bir çocukla bizde uğraştık.

Neyse tekrar yollardayız. Konuralp isimli bir beldeye geliyoruz. Burada da bir müze var. Ayrıca yolun üzerinden baktığımızda Bizansvari bir yapı görülmekte. Yedigöllere giden sapakta buralarda bir yerlerde. Sık, güzel ve rengarenk orman ,kurşuni gökyüzünün altında bize eşlik etmekte.

Konuralp ‘ten sonra gördüğümüz bir diğer belde ise Akçakoca. Buralarda, tepelerin birinde atam Akçakoca Bey’in türbeside bulunmakta. Ayrıca buradan itibaren denizle beraber gidiliyor. Sahiller geniş kumsallara sahip ama bu kumsallar güneydeki kumsallardan epeyce farklı. Güneydeki kumsallar sarı rengin hakimiyetindeyken buradaki kumsallar gerçekten kum rengi. Bu kumsallar varlığını da karadenizin hırçın dalgalarına ve yağışların taşırdığı nehirlerin taşıdığı toprağa,taşa,çakıla borçlu.

Sonrasında Alaplı ‘yı da aşarak dört saatin sonunda Ereğli ‘ye vardık. Hemen müzenin yerini sorduk ve o yöne doğru ilerledik. Yol üzerinde eski Ereğli surlarından içeri girişte kullanılan At Kapısı yer almakta.  Buradan içeri girerek müzeye ulaştık.

Pazartesi olduğu için müze kapalı. Her ne kadar müze kapalıysa da bir şekilde içeri girdik.  Cehennemağzı Mağaraları da kapalı. Moralimiz bozulduysa da müze görevilerinden Ereğli de gidebileceğimiz yerlerin bir listesini alarak yola koyulduk.

İlk önce gideceğimiz nokta Herakles Sarayı. Bunun için tepeye çıkmamız gerekli. Çıktık da. Fakat çok sayıda viran ve köhne yapıyı aşmamıza rağmen kalıntılara ulaşamadık. Bize saray denilen yerde de sadece metruk ama güzel manzaralı bir köşk ile karşılaştık. Tepeden görülen şahane bir manzara dışında tarihi bir şeye denk gelemedik.

Bunun haricinde eski bir Rum kilisesinden kalanların arasına daldık. Apsislerin üzeri biraz kapalı kalabilmiş. Onun haricinde kilisenin içerisi otlar ve incir ağaçları ile kaplanmış. Söylenene göre definecilerce epeyce kurcalanmış. Onun dışında ortada bir alt kata giden bir delik bulduk ama fazlada üstelemeden Çelikel Camii'ne doğru ilerledik.

Çelikel Camii bir Bizans kilisesinden devşirme. En azından bulduğumuz kaynaklar bunu söylemekte. Halbuki bizim bulduğumuz yapı yeni inşa edilmekte olan iki katlı bir bina idi. İçine girmemize izin verilmedi. Bizde hayıflanarak yola devam ettik. Bir sonraki camii yine bizanstan kalma bir yapı olan Orhan Gazi Camii de denilen Orta Cami. Bizans döneminde Heraklia Pontike olan yerleşimin bazilikası olarak kilise adı Aya Sofya.  

İçerisinde dor tarzı sütun başlıkları olan toplam altı sütun tavanı taşımakta. Kubbe yok.Geniş bir yapısı var. Düz ve ahşap bir tavan var. Mihrapta ise sütun başlıkları Korint tarzı. Onun dışında caminin içi oldukça sade ve yer yer arapça yazılar ile bezeli. Hoş, ferah bir yapısı var. Üst katta bayanlara ayrılmış bir yer daha var.

Ereğli de yapacak başka bir şey bulamadık. Rastlantı seri karşılaştığımız ve arkeolog olduğunu söyleyen bir bayan, sağda solda düzensiz olarak çeşitli buluntular olduğunu ama düzenli bir kazının söz konusu olmadığını belirtti. Aslında Ereğli merkezindeki (ki Heraklia Pontike) kalıntılar dışında Cehennemağzı Mağaraları'nın olduğu bölgede Acheron ören yeri var. Ereğli adını Herkül'den almakta. Herkül bu mağaraların önünde cehennemin kapılarında nöbet tutan üç başlı köpeği yenmiş. Mağara adını bu cehennem girişinden şehir ise adını galip Herkül'den almış.

Bir sonraki hedef Zonguldak. Otogardan her saat başı 5 YTL ‘ye Zonguldak ‘a geçebilecek minibüslere binebilme imkanınız var. Genelde yolcu olduğu için pek fazla gecikme olmamakta. Yolculuk 1 saate yakın sürmekte. Yolculuk sırasında Kozlu isimli bir kasabaya da uğranmakta. Burada da tarihi bir kilise varmış. Kimin tarafından yapıldığı meçhul.Ayrıca Zonguldak ‘a yaklaştıkça oldukça güzel koyları görebiliyorsunuz.

Bizim yolculuğumuzda da yağış peşimizi bırakmadı. Hatta Kozlu ‘da araç dururken dışarıdaki dehşetli yağışı izlemenin pekte içimizi açtığını söylemem mümkün değil. Bu kısımlarda yapılan yol çalışması daha bitirilmemiş olduğundan etraf çamur deryasına dönmüştü. Ama genelde rahat bir yolculuk olduğunu da eklemeliyim.

Zonguldak ‘a yağışla geldik. Adını hala öğrenemediğim sarı-kahverengi bir renkte akan çayın üzerinden geçerek çarşısına girdik. Çok büyük bir şehir değil. Ulucami dedikleri yapı görünüm itibariyle oldukça yeni. İnsanlar düzgün tipler.

Hemen bir otel bulduk. Çarşı çevresinde çok sayıda otel var. Öyle çokta lüks peşinde koşulmaması gerekiyor sanırım. 20-35 YTL aralığında oda bulunması mümkün. Bizde eşyalarımızı bırakıp az biraz dinlendikten sonra fotoğraf makinalarımız ve tripodlarımız ile hem birşeyler yeriz hemde gece çekimi yaparız diyerek yola çıktık.

Sağa sola çılgınlar gibi koşturmaya başladık. Zaten bir tane ana cadde mevcut. Bu cadde de doğuya doğru ilerlediğinizde sahilde birşeyler yiyebileceğiniz yerler var. Mekanlar hesaplı ve kaliteli. Buradan aşağıda da giyecek birşeylerin satıldığı pazarımsı bir yer var. Ürünler çokta kaliteli olmasa da oldukça da ucuz.

Daha da doğuya doğru gittik. Suyun ortasında üzerinde 1848 yazan, ışıklandırılmış bir kapı var. Uzaktan kapı değilde zafer takı gibi görünmekte. Sahilde çayhane gibi yerin sahiplerinden destur alıp içeride bize sürekli havlayan köpekten kendimizi sakınarak görüntü almaya koyulduk. Kara ile kapının arasındaki ulaşım saç bir levhadan bozma köprü ile sağlanmakta. Ortasına dek ilerledim ama attığım adımlar gitgide yaylanma hissi uyandırınca karada bekleyen Uğur ‘un da ikazı ile döndüm. (mantıklı bir hareket yapmışım)

Civarda karşılaştığımız kişiler etrafta Fransızlardan kalma tüneller olduğundan bahsetti. Merak ettik ama gece gitmenin bir esprisi olmadığından merkeze doğru döndük. Yolda valiliğin yanındaki parkın içindeki İsmet İnönü heykelinin ve hemen karşısındaki içinden hurma gibi bir ağacın çıktığı imitasyon pamukkalenin (heykeli diyeyim bari) resimlerini çektik. Biraz daha ötede Zonguldaklı şehitlerin anısına yaptırılmış ve üzerinde bu kahramanların isimlerinin yazılı olduğu levhaların çakılmış olduğu şehitler abidesi ve Atatürk heykeline uğradık. Bu noktaya yakın olan ve yolun ortasındaki adada yer alan gaga gagaya vermiş kuğularında resmini çekmeye çalıştık.

Merkezde turladık. Çok da yer yok akşam itibariyle. Zonguldak ‘ın en ünlü pastanesi İstanbul Pastanesi ve cadde üzerinde. Fakat saat 9 ‘da kapatıyorlar. Bizde bir yirmi dakika ancak durma imkanı bulduk. Fena bir yer değil. Uludağ isimli bir spesiyalleri var.  Biz adından , bembeyaz bir şey bekliyorduk ama koyu renkli çikolata kaplı bir şey gördük. İçi beyazmış. Üstü ise krem şanti, profiterol gibi tatlılar ile kaplı. Muhtemelen güzel bir şeydir ama nedendir bilinmez tatmadık.

Ertesi gün Filyos ‘a gideceğimiz için tren istasyonuna uğradık. Filyos ‘a trenle de gitmem mümkün ama  saatleri bize uymadığı için kös kös otele döndük.

Yorum Gönder

0 Yorumlar