Kırk dakika
kadar süren virajlı ve bol iniş çıkışlı bir yolculuktan sonra Kilimli ‘ye
vardık. Küçük, sessiz bir kasaba. Kömür kokusu insanın genzini yakıyor. Nereye
gideceğimizi bilemediğimiz için polis karakoluna girdik. Sağolsunlar kral gibi
karşılandık. Nöbetçi tüm polisler ile teker teker bayramlaştık. Fakat Fransız
evlerinin Kilimlide de olmadığını öğrendik. Tepelik yerlerde,madencilerin
lojmanlarının arasında bu binalardan bir iki tane kaldığını duyduk.
Yine aynı yerde yaşlıca bir adam Gelik minibüsleri ile adı geçen yere gidildiğinde bu evlerden bir iki tane görebileceğimizi söyledi. Kilimli ‘de ise sadece Fransızlardan kalan bir gümrük binası mevcut. Günümüzde halkevi olarak kullanılmakta.
Yaşlı adam ile
epeyce bir konuştuk. Bir iki ev için Gelik ‘e kadar gitmemizin epeyce zaman
kaybettireceğini , en iyisinin Zonguldak merkezi gezmemiz olacağını söyledi.
Aklımıza yattı. İlk minibüs ile merkeze geri döndük. Minibüsün inanılmaz
derecede kalabalık oluşu ve yolun manzarası aklımda yer edenler...
Ama dediğim gibi iyi ki geceden şansımı zorlayıp ilerlememişim. Kimi yerlerde sac plakalar paslanmış. Köprünün kenarlarına basıp ilerlemek daha güvenli ama köpek pislikleri de oranın handikabı...
Yola devam .Adliye
binasını da geçtiğinizde göreceğiniz mendireğin köşesinde maden kazalarında ölen
çalışanların isimlerinin çakılmış olduğu bir anıt var. Epeyce bir yer
kaplamakta. Aslına bakılırsa son zamanlarda n eyeni bir isim eklenmiş (bence
iyi) nede kopup giden isimler yeniden yerlerine yapıştırılmış. Önünde ise
madencilerin bilimum alet edevatından açık hava müzesi-park karışımı bir alan
oluşturulmuş.
Önce tam
karşımızda duran ve sonu görülen tünele girdik. Travers ve raylar zamanla bir
şekilde kaybedilmiş. Yerleriyse su dolmuş. Su inanılmaz derecede temiz
görülmekte. Tünelin ucuna vardığımızda epeyce maymunluk yaparak gidilebilecek
ama buna kesinlikle deymeyecek bir iki
yer gördük. Pek gitmeyi üstelemedik ve yandaki tünele yöneldik.
Ağzı denize bakan tünel girişi ise kapatılmış durumda.
Buradan tekrar
merkeze yöneldik. Bayramın ilk günü olduğundan resmi kurumlarda da bayramlaşma
heyecanı var. Biz de bu kalabalığın arasında tıpkı gece yaptığımız gibi İsmet
İnönü anıtından başlayarak fotoğraf çekmeye devam ettik.
Mağara özelleştirilmiş.
Aslında iyide olmuş. Dünya güzeli bir yere sadece 3 YTL ödeyerek giriyorsunuz.
(Öğrenciye daha da ucuz,1 YTL ) Aydınlatması güzel ama ışığın şiddetli vurduğu
bölgelerde yosunlaşmadan kaynaklanan bir yeşilleşme söz konusu. Bu ileride
epeyce baş ağrıtacak sanırım. Onun dışında mağaranın içinde rahatlıkla
gezebilecek bir parkur oluşturulmuş. İstanbul'daki pek çok parkta bile lüks yok.
Bu hat doğrultusunda 875 metrelik bir parkur gezilebilme imkanına sahip. Bu
mesafeyi katederken üç köprü ve bir iki göletin geçildiğini görevlilerden
öğrendik. Biz yağmur nedeniyle 450. metreye dek ilerledik ama daha sonra görevlilerce
can güvenliği nedeniyle engellendik. Yağmur nedeniyle mağaranın ilerideki
bölümleri su dolmuş. Bizde ilerlemedik. Özellikle 500. metreden sonra mağaranın daha da güzelleştiğini
söylemeleri bizi epeyce üzdü. Kısmet...
Zonguldak zaten
bir mağaralar şehri. Sadece Gökgöl ve Cehennemağzı aydınlatılıp geziye açılmış
olsa da şehri tanıtan broşürlerde çok güzel mağaralar görülmekte. Toplamda on
dokuz mağara olduğu söylenmekte. Cumayanı, İnağzı, Ilısı,Erçek, Sofular
başlıcaları. Hatta Sofular'ı tanıtan fotoğrafta araştırmacılar lastik botla
mağaranın içindeki gölde ilerliyorlardı. Umarım günün birinde bu mağaralarda
gezilebilir hale getirilir.
Zonguldak ‘ın handikabı minibüslerin farklı farklı noktalardan kalkıyor olmaları. Örneğin Filyos ‘a giden minibüsler tren garının önünden kalkmakta. Yolculuk yaklaşık bir saat sürmekte ve kişi başı 3,5 YTL ödüyorsunuz. Ama önerim Filyos’a eğer zamanınızı ayarlarsanız tren ile gitmeniz. Böylece hem daha ucuza, hem birkaç dakika daha çabuk hemde uçurum kenarlarından bozuk bir yolda gitmemiş olacaksınız. Harika bir orman yolundan ilerleme şansınız var.
Minibüsle
gidişi anlatayım ben yinede. Önce yine Kilimli ‘den geçtik. Buradan sonra
Çatalağız ‘a gidiliyor. Burada bir termik santral var. Oldukça büyük bir alan
kaplamakta. Ama yöre oldukça fakir bir
görünüme sahip.
Buradan sonra karşımıza gelen ilk belde olan Muslu ile demiryolu arası yol oldukça bozuk. Yağışın etkisi oldukça yıpratıcı olmuş. Ayrıca Göbü ‘den Filyos ‘a dek yol uçurumların kenarından harika manzaralara sahip bir şekilde uzanmakta. Bu uçurumların arasında kalan koylarda çok güzel kumsallara ev sahipliği yapmakta. Özellikle Filyos ‘ta çok uzun bir kumsal var.
Burada küçük bir tiyatro var. Tion, theon gibi isimlere sahip bu yerleşimin tiyatrosunun cavea kısmı genel olarak yola sırtını vermiş ve toprak altında kalmış. Sağında ve solunda tribünlere giden ama zamanla tıkanmış kemerli girişler var. Buradan diğer kalıntılara gitmek için mezarlığı, tren yolunu ve çamurlu bir araziyi geçmeniz gerekecek. Salt kış mevsiminde değil eğer kaleyi gezeceğim derseniz hiç bir zaman için yapılacak bir rota değil bu.
Buradan kaleye
yürünebiliyor. Bunun için yola çıkıp ilk sapaktan sola sapıp mezarlığı solunuza
alıp ilerlemeniz yeterli. Yolda, sağda ve solda böğürtlenler sizi davetkar
renklerle çağırmakta. Midemi bozabilirim diye fazla yüklenmedim. Kale iki burç ile
sizi karşılamakta. Anlaşılan yakın zamanlarda çok modern bir restorasyon
fırtınasına maruz kalmış. Kalenin içine giriş için solda bir kapı bulunmakta.
Buradan içeri giriş mümkün.
Kaleden akşamın
indiği (ve tahminen günün de doğduğu) saatlerde güzel bir manzara izlenebilir.
Bizde kapalı bir havada uzaklardaki portakal rengi görüntünün gizemine kapıldık
ve epeyce seyrettik. Onun dışında pek bir artısı da yok.
Manzarayı
seyrede durun ben Tionlular hakkında biraz bilgi vereyim. MÖ 4. yy da yörenin
yerli halkı ile Yunanlı kolonistlerin karışması ile burada bir şehir kurulmuş. Şehir
adını şehri kuran din adamı Tios ‘tan almaktaymış. İlk önce Amastris tarafından
kurulan beş şehirlik federasyonun bir parçası olmuş daha sonra bir dönem
bağımsız hareket etmiştir. Ardından Romalılar ile arası azalınca istilaya
dolayısıyla yıkım ve yağmaya uğramıştır. Bu da şehrin yavaş yavaş yıkılmasına
neden olmuştur. Şehir tam olarak Bitinya ve Paflagonya sınırında.
Tepeden doğuya bakarsanız bir radar ve askeri bölge görürsünüz. Burada da bazı sütun başlıkları ve lahitler bulunmaktaymış. Tahminlere göre toprak altında birde tapınak olduğu sanılmakta. Civarda yer alan su ise Filyos Çayı.
Kaleden inme
vakti geliyor. Kaleden inebilmek için kuzeybatı tarafından bir keçi yolunu
kullanmak gerekmekte. Kimi yerlerde dik ve zorlu da olsa heyecanlı bir iniş
yolu burası.
Deniz
seviyesine inipte ardımızda kalan kaleye bakınca aslında epeyce zorlu bir iniş
sürecini arkamızda bıraktığımızı farkettik. Kalenin bu açıdan manzarası daha
güzel.Öte yandan deniz ve göğün birleştiği yerde de ışık pek çok renge kucak
açmış.
Kazı alanına girmek için güvenlik görevlisine görünmek gerekli. Güvenlik size buraları gezdiriyor ama neden fotoğraf çekiyorsunuz vb sorular sorup kimlik bilgilerinizi alıp bir deftere kaydediyor. İyi mi kötü mü çözemedim ama buraların boş bırakılmaması da önemli elbette.
Kazı alanında
genelde monolitler bulunmuş. Görevli arkadaştan buraya Türk ‘ten çok Yunanlı
turist geldiğini de öğrendik. O kadar yer dolaştık, o kadar şey duyduk ki artık
şaşmıyoruz. İnternette hamam gibi bir yerin içinde, toprak altında kalan
sütunların fotoğrafları görülebiliyor. Buraya bizde gittik ama benim gövdemin
geçebileceği bir aralık yok. Belki Uğur geçebilirdi ama çamur nedeniyle
üstelemedik.
Görevli
arkadaştan ayrıldıktan sonra su kemerinin olduğu ikinci kısma geçtik. Su kemeri
epeyce sağlam bir malzeme ile yapılmış ama kala kala üç gözü kalmış bugünlere.
Etrafında ise ilk gezdiğimiz alandaki kalıntılardan daha kaliteli bir hamam
kalıntısı görülmekte. Burada birde yeni dönem bir kilise kalıntısı var.
Olduğumuzdan yerden görebildik ama oraya gidecek yolu bir türlü bulamadığımız
için tekrar sahile inip tren garına doğru yürümeye başladık.
Güzel, sakin bir sahil var. Ama geçen günkü fırtınanın da etkisiyle epeyce kirlenmiş. Garibim Karadeniz ‘in işi zor. Almanya ‘nın, Avusturya ‘nın hatta Tuna kıyısındaki tüm sanayinin pisliğini, yükünü sırtlıyor. İnsanlığa çevrecilik konusunda ahkam kesen bu germen köpekler gerçekte ne kadarda iki yüzlü.
Filyos ‘ta
şöyle bir hoşluk var. Antik kentin küçük bir modeli sahilde sergilenmekte.
Böylelikle nereleri görebileceğinizi de (yada bizim için söylemek gerekirse
neleri kaçırdığımızı) önceden anlayabiliyorsunuz.
Tren geleceği
sırada tüm istasyon kalabalıklaştı. Genelde genç bir nüfus var. Trende
yerlerimize oturduğumuzda ne kadar yorulduğumuzun farkına vardık. Akşam
karanlığında, hiç ışık görmeksizin epeyce yol aldık. Tahminen dünya güzeli
Yenice Ormanları'ndan da geçtik.
Karabük ‘e geldik. Saat dokuz olmasına rağmen sokaklarda neredeyse in cip top oynuyor. Hemen bir otel bulduk ama her katta tek bir banyo ve tuvalet olunca apar topar çıkarak Safranbolu ‘ya geçmeye karar verdik. Her yarım saatte bir Safranbolu ‘ya minibüsler gitmekte. Adam başı 1,25 YTL ve yol yirmi dakika kadar sürmekte.
Karabükten
Safranbolu ‘ya geçmemiz gerekebilir diye trendeyken bazı otel ve pansiyonları
aramıştık. Genelde pansiyonlar Kıranköy tarafındaydı ve ben Kıranköy ‘ün tam
anlamıyla nerede olduğundan emin değildim. Bir pansiyonla anlaştık ama derli
toplu bir yer buluruz diye kesin söz vermedik.
İner inmez
Kastamonu ‘ya nereden ve kaç paraya gidilebildiğini soruşturduk. İnsanlar
oldukça yardımsever, kalacak yer konusunda da yardımcı olmaya çalıştılarsa da
olmadı. Meşhur japon ve safranbolu evlerinin yan yana olduğu yerden neredeyse
bağlar mevkiine dek yürüdük. Kömür kokusu burada da hakim. İnsan sayısı oldukça
da az. Bulduğumuz otel kişi başı 100 YTL deyince epey bir bozulduk. Hatta bir
ara için sokakta mı kalacağız diye düşünmedikte değil. Sonuçta pansiyonu
aradık,yerimizi söyledik. Pansiyondan epeyce uzağa savrulmuşuz. Geldiğimiz
yoldan geri dönmeye başladık. Yolda kaliteli bir mekan var. Midtown adlı bu yer
çift katlı tost yapmakta ve yanında patateste vermekte. Fiyatta hesaplı.
Sonuçta
pansiyona vardık. Apartman dairesindeki bir oda
içine tuvalet ve duş başlığı konulmuş. 30 YTL. Fena değildi. Yıkanmak
için soyunduğumda biz kapaklarımdan yukarısının masmavi olduğunu gösdüm.
Farkında olmaksızın epeyce terlemişim ki kotun rengi üzerime çıkmış. Yıkanırken
masmavi su aktı bacaklarımdan...
0 Yorumlar
Yorumlarınız