Sabah dinç bir şekilde uyanıyoruz. Buzdolabındaki su buz
tutmuş, meşrubatlar ise hayalimdeki soğukluk derecesine ulaşmış.
Dün akşam yemek yediğimiz yerde kahvaltı yapıyoruz. Mekanın “Acıktım & Susadım” şeklinde ilginç bir adı var. Karnımızı doyurduktan sonra plaj seferine çıkıyoruz.
Minibüsler adam başı 3 TL ve sıklıkla da kalkış var.Kısa
sürede hedefimize ulaşıyoruz. Ama yol üzerinde fark ettiğim şey çok sayıda
otelin olduğu, irili ufaklı çok sayıda otelinde inşa edilmekte olduğu. Acı
olan, Karaoğlanoğlu gibi şehitliklerin zamanla kıyıda köşede kalmaya başlamakta
olması. Şu unutulan, unutulmaya yüz
tutan süreci ve bizim tarafta toplumsal bir refleks olarak gelişen Barış
Harekatını hatırlayalım.
Türkler adayı tam anlamıyla kontrol altına alınca özellikle
Karaman yöresinden bir nüfus göçü başlattılar. Tıpkı Rodos'ta olduğu gibi adanın
Rum nüfusu gerek kuşatma sırasında gerekse
Türk hakimiyeti sırasında bir tepki göstermemiş. Katoliklerden
çektikleri zaten canlarına yetmiş.
Fakat Ruslar 93 savaşında umulmadık bir başarı elde edip ilerleyince Osmanlılar onlara karşı destek amacıyla Kıbrıs ‘ı 1878 ‘de İngilizlere kiraladı. Bu değişik bir kiralama oldu. İngilizler bir daha para ödemedi ve adanın yönetimini Aslan Yürekli Richarddan yüzyıllar sonra tekrar almış oldu. Gerçi tıpkı daha önceden Mısır'da da yaptıkları gibi Kıbrıs Osmanlı toprağı idi ama adanın yönetimi İngiliz komiseri vasıtası ile sağlanıyordu. Neyseki Türkler ilk dünya savaşında Almanlarla ittifak yaptı da bu çarpık durum düzeldi. İngilizler adanın kontrolünü resmen ellerine aldı. Herkesin bilip gördüğü durum resmileşmiş oldu.
Aynı yıl Kıbrıs kilisesi Yunanistan ile birleşim –enosis-
için bir referandum düzenlediler ve Türklerin boykot ettiği bu seçimlerde %90
oranında evet çıktı. 1955 ‘te adayı Yunanistan'a bağlamak ve daha da beteri
Türklerden temizlemek gibi bir gayeyle kurulan EOKA ‘nın militanları önce
İngilizlerle sonra da Türklerle silahlı çatışmalara başladılar.
1963 ve 1967 ‘de hoş olmayan şeyler oldu ama bizim taraf
garantör olmasına rağmen standart olduğu üzere bir iki bağırdı ama bir şey
yapamadı. Yapacak bir şeyi olmamasından mı yoksa bir şey yapacak herhangi bir
gücünün olmamasından mı? Bilinmez. Hatta derler ki Rum tarafındaki radyolar
günlerce her gece “Bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin?” şarkısını
çalmışlar. Ama bu süreç içerisinde Kıbrıslı Türkler yaşayabilmek için kendi
direniş örgütlerini, sistemlerini kurarlar. Bunlardan birisi de Toros lakaplı
küçük dev adam rahmetli Rauf Denktaş ‘tır.
Ateşkes ilan edilir. Türk ordusu yerinde kalır ama Türkler
girdikleri köylerden geri çekilir. Rum tarafı ise yerinde sabittir. Atilla
Harekatı denilen Kıbrıs Barış Harekatı'nın şifre sözü söylenmek zorunda kalınır.
“Ayşe tatile çıksın”
Sonuç Rumlar için yıpratıcı olur. Elbette kısa vadede
Yunanistan ve uzun vadede de bizim için. Çözüme halen kavuşamamış ve uzun
sürede kavuşamayacak gibi bir durumda. Tanınmayan bir Türk devleti, sorun
çıkaran bir Rum devleti ve onların sorunları nedeniyle kilitlenen onlarca mesele.
Muharebeler, çarpışmalar ve sonrası için çok yapıt var takip edebileceğiniz. O
nedenle barut ve kan kokusundan uzak tutmayı tercih edip Girne plajlarına doğru
yolumuza devam ediyoruz.
Minibüsten inip Denizkızı ‘na girdik. Girdiğinizde biletleri
hemen kontrol ediyorlar o nedenle atmayın. Tesisin hem plajından hem de
havuzundan istifade edebiliyorsunuz. Ama o küçük ama sevimli kumsal varken
havuza gitmek (eğer başka amaçlar yoksa) pek akıllı adam işi değil.
Öğle yemeğini tesisin
kafeteryasında aradan çıkarttık. Fiyatlar uygundu.
Tekrar aşağı indik.
Plajın nüfusu sıcaklık ile beraber artmış. Yerli birkaç çocuk gelen tüm kızlara
asılıyor. Baba oğul seyrettik bu eğlenceyi. Türk kızları çocukları anında bozup
sepetlerken İngilizler hayır diyemeyerek çocukların baskısına maruz kalıyor.
Rus kızların yanındaki insan azmanı erkekler çocukların cesaretini salt
görünümleriyle kırmış olmalı ki güzellik açısından açık ara önde olan bu
kızları değil yoklama çekmek bakmıyorlar bile. Yaşam eğlenceli. Yeter ki o
eğlenceyi fark edebilelim.
Hızlıca temizlendik. Çamaşırları asma görevini ifa ederken
bana melül melül bakan Girne Kalesi'ne gidip gezmeye karar verdim.
Sabah kahvaltı için ara sokaklara dalmıştık. Kumtaşından
yapılmış ve zamanın yanı sıra yağışların etkisiyle eriyen binalar, ilginç ve
değişik yapılar ve hatta Roma dönemi küçük bir mezar bile karşımıza çıkmıştı.
Şehrin sürprizlerle dolu olduğunu düşünüyorduk.
Yola koyuldum. Yol üzerinde gotik unsurların belirgin olduğu
Ağa Cafer Paşa Camii’ne uğradım. Kılıç Ali Paşa ‘nın kölelerinden imiş. İki
defa kaptan-ı derya üç kez Kıbrıs valisi olmuş. Ölünce de bu caminin
yakınlarına defnedilmiş.
Ara sokaklardan dolanıp, vaktimin az olmasına rağmen yolumu uzatarakta olsa kaleye ulaştım. Giriş 3,5 TL. Müzekart vb geçmiyor. Gişedeki adam kaleyi gezmek için bir saatten az bir sürem olduğunu söyleyince pek umursamaksızın bu sürede kaleyi haydi haydi gezebileceğimi söyledim. Pek aklı yatmadı cevabıma.
Yolun sağındaki ilk odada, kalenin çeşitli dönem ve
dolayısıyla yönetimlerdeki gelişmelerinin gösterildiği bir sergi mevcut.
Kaleyi Bizanslılar Arap akınlarına karşı inşa ederler ilkin.
Bizanslılardan kaleyi Aslan Yürekli Richard alır ve Templarlara satar.
Templarlar da adayı yıllarca Luzinyanlar olarak yönetecek olan Fransız Guy de
Lusignan ‘a.
Kale daha sonra Luzinyanlar tarafından da kullanılır. Adanın
nispeten içerilerinde kalan Kantara Kalesi gibi sağlam bir korunak noktasıdır.
Cenevizliler kuşatsa da alamaz ama Venedikliler başarılı olur. Venedikliler
Osmanlı yayılmasına ve bu yayılmanın itici gücü Türk top teknolojisine karşu
durabilmek için iki kule eklerler. Ama Andrea Doria ‘nın yeğeninin
yönetimindeki Lefkoşa Kalesi çok kısa sürede teslim olunca Girne kalesi de işi
uzatmaz. Teslim olur.
Duvarların üzerinden ilerleyerek öteki burca geçiyorum.
İlerideki büyük gemilerin yanaştığı ticari liman var. Öte yandan kalenin iç
kısmının da epeyce büyük bir alan kapladığını fark ettim. Saat itibariye batık
müzesi kısmı kapalı. Ayrıca Kırni köyünde bulunan ve aynı yerin adıyla anılan
mezarların sergilendiği kısımda kapalı. Eyvallah deyip kalenin etrafını
turluyorum. Alta inip dar bir koridordan az biraz ilerliyorum ama epeyce
kuytuda olduğundan bu kısım zaruri ihtiyaçlar için oldukça yoğun kullanılmış.
Kokuya dayanıyorum ama burası benim bile bir limitimin olduğunu gösteriyor
bana. Biraz daha ilerliyorum ama bu yaptığım aylak aylak güneşlenen boy boy
kertenkeleyi korkutup kaçırmaktan öte bir sonuç vermiyor.
Yine akşam yemeğini aradan çıkarıp sahilin sessiz bir
köşesinde gezinen tipleri seyredip vakit öldürdük.
0 Yorumlar
Yorumlarınız