İlk gün yerleşmeydi, sağa sola göz atmaydı derken akşam
hızla akıp geçmişti. Bugün defacto bir ülke olan Transdniester ‘e gitmeye
çalışacağız. Türklerden daha önce giden yok gibi. İlla ki olmuştur ama yazan yok
en azından.
Transdniester, Moldova içindeki Rusların yaşadığı ve bu insanların kendi kendilerine devlet kurup yaşadığı bir yerleşim. Kendi paraları, kendi pasaportları vb var. Rusya bile resmen tanımıyor ama bir bahane bulup tanıması an meselesi. Öte yandan Moldova SSCB ‘den ayrıldığında, terör döneminde 5000 kadar vatandaşını kaybetmiş ve olaylar ancak Rus ordusunun girmesi ile durulabilmiş. Zaten Bender ‘i Tiraspol'e bağlayan köprüde Rus tankları ve askeri halen görev yapmakta. Moldovalı Rusların anlattığına göre Kişinev'de Rusların yaşadığı evlerin kapılarına geceden Moldovalılar işaret koyarmış. BU olaylar defalarca tekrarlayınca Ruslar Tiraspol'e sığınmışlar.
Otobüs elbetteki bir doğu ülkesi klasiği olarak zamanında
kalkmadı. Gene de tam bir doğu ülkesi olmadığı için çokça da gecikmedi.
Kişinev'den çıkınca yolların durumu bozuldu ama manzara kesif ormanlar ile
doluştu.
Yol üzerinde küçük bir
kulübeyi aştık. Bir, iki yüz metre ötede ise durdurulduk. Şişmanca, kocaman
şapkalı bir gümrük görevlisi bizleri indirdi. Söylentilere göre bu adamlar
çılgın rüşvetler alıyorlardı, problem oluyorlardı. Gene söylentilere göre artık
böyle sorunlar kalmamıştı. Yaşayıp görecektik.
Transdinyester'e girdik teorik olarak. Elimde, kapı gibi bir
kağıt parçası var. İlginçtir, iki kişiyi otobüse binmeden geri gönderdiler. Ne
olacağını sorduğumda ise Tiraspol'den gelen otobüse binerler dendi.
Az biraz daha gittik. İlk durak Bender şehri. Dinyester
Nehri'nin kıyısında ufak bir kent. Buranın tarihi yanı, tarihin ilginç
krallarından İsveçli 12. Karl ‘dan gelmekte. Karl iyice güçlenen İsveç ve
ordusunu Rus tehlikesini yok etmek için Moskova'ya yönlendirir. Holowczyn
denilen yerde kendinden iki kat kalabalık Rus ordusunu ezer. Önünde Moskova
vardır ama neredeyse bitmeyecek kadar uzun bir yok ve daima Rus ordusunu
besleyen sayısız köylüler.
Savaşı bu kez Ruslar
alır. Bin kadar İsveçli asker ve kralın bizzat kendisi zor durumdadır. İki bin
altın karşılığında Özi Kalesi'nin komutanı kralın sığınma talebini kabul eder.
Ruslar kralı ister bizimkiler vermez. Kral, İstanbul'da uzunca bir süre kalır ve
epeyce de masraflı olur. 3.Ahmet kralı Bender ‘e gönderdiğinde yeniçeriler ve
İstanbul halkı kralın saray demirbaşlarının arasına kaydedilmesi gerektiğini
ima ederler ve lakabı “demirbaş Karl” olur.
Jildirim ve Jaramas adında iki gemiyi İsveçe döner dönmez
yaptırır. Türk gemilerinden esinlenmiş hızlı ve manevra yeteneği yüksek
gemilerdir. Ve sıkı durun; IKEA 'da yenilen meşhur İsveç köfteleri de 12.Karl
‘ın bizden taşıdığı bir lezzetmiş İsveçe.
Yürümeye başlıyoruz. Önce
durağın çaprazında ikinci dünya savaşından kalma bir tank ve hiç sönmeyen ateş
anıtı. Ardından da 1992 ‘den beri bekleyen Rus askerlerinin korunaklı nöbet
noktalarını geçiyoruz. İleride yavaş yavaş görünmeye başlayan kale anladığım
kadarıyla iyice elden geçirilmiş. Osmanlı savunma hattının önemli taşlarından
biri Bender Kalesi. Fakat günümüzde en ufak bir Türk izi kalmamış. Burçların
yerini sivri külahlar almış. Giriş bulamıyoruz. Otobüslerin deposuna denk
geliyoruz. Çat pat Sırpça'ma kadının verdiği cevaptan hiç bir şey anlamıyorum.
Milletin gezdim dediği kale askeri bölge ve ziyarete kapalıymış.
Bizi Tiraspol'e
taşıyacak olan başka bir otobüse geçiyoruz. İlk önce bir köprüyü aşarken
kalenin fotoğraflarını çekiyorum. Onca denemeden biri başarılı olsa keşke.
Sonrasında umduğumdan daha da uzun süren bir yolculuğun akabinde Tiraspol'de
oluyoruz.
Özel nesi var anlatılacak bir düşünelim. Upuzun bir
caddesi var. Kafeleri, Pazar günü
olmasına rağmen açık olan bankalarını mı anlatmalı. Yoksa leş gibi akan nehrin
etrafında suya girmeye çalışan koca göbekli erkekleri mi? Bilmiyorum. Özel bir
şeyi yok. Yapacak bir şeyi yok.
Hiç bitmeyecekmişiz
gibi bir yolculuğun ardından Kişinev'deyiz gene. Sabahki o canlı pazardan iz
kalmamış. Hemen ana caddeye de geçiyoruz. Yanımda yaklaşık beş euroluk rublem
var ve Kişinev için beş euro gerçekten iyi bir para.
Girdiğim tüm döviz büfelerinden aynı sonuçla çıkıyorum.
Elimdeki paraların monopoli parası kadar bir değeri ya var ya yok. Dilenciye
vereyim diyorum ama adama kader vurmuş bir de benim bu yapacağım aslında
kötülükten farksız olacak. Sonunda bizim eve yakın alışveriş merkezinin içindeki
dövizci “ok” diyor. Baba oğul zafer kazanmış gibiyiz. Adam 5 euroluk para
yerine hepi topu sadece 1,5 euroluk lei verince paranın kalanını istiyorum.
Adam beni pek takmadan, istersen geri vereyim paralarını diyor. Zararın
neresinden dönsem kar deyip elimdeki lei ‘ler ile yoluma devam ediyorum.
Yarına Kişinev bizimdir…
0 Yorumlar
Yorumlarınız