Takip Et

8/recent/ticker-posts

Moldova Turu Gün 1 - Transdinyester

İlk gün yerleşmeydi, sağa sola göz atmaydı derken akşam hızla akıp geçmişti. Bugün defacto bir ülke olan Transdniester ‘e gitmeye çalışacağız. Türklerden daha önce giden yok gibi. İlla ki olmuştur ama yazan yok en azından.

Transdniester, Moldova içindeki Rusların yaşadığı ve bu insanların kendi kendilerine devlet kurup yaşadığı bir yerleşim. Kendi paraları, kendi pasaportları vb var. Rusya bile resmen tanımıyor ama bir bahane bulup tanıması an meselesi. Öte yandan Moldova SSCB ‘den ayrıldığında, terör döneminde 5000 kadar vatandaşını kaybetmiş ve olaylar ancak Rus ordusunun girmesi ile durulabilmiş. Zaten Bender ‘i Tiraspol'e bağlayan köprüde Rus tankları ve askeri halen görev yapmakta. Moldovalı Rusların anlattığına göre Kişinev'de Rusların yaşadığı evlerin kapılarına geceden Moldovalılar işaret koyarmış. BU olaylar defalarca tekrarlayınca Ruslar Tiraspol'e sığınmışlar.

Tiraspol'e gitmek için büyük halk pazarının arkasında kalan otobüs-minibüs terminaline gittik. Pazar büyük ama onbeş dakika içinde araç kalkacak denildiği için – yada ben öyle anladım- gezme işini ertesi güne bıraktık.

Otobüs elbetteki bir doğu ülkesi klasiği olarak zamanında kalkmadı. Gene de tam bir doğu ülkesi olmadığı için çokça da gecikmedi. Kişinev'den çıkınca yolların durumu bozuldu ama manzara kesif ormanlar ile doluştu.

Yol üzerinde küçük bir kulübeyi aştık. Bir, iki yüz metre ötede ise durdurulduk. Şişmanca, kocaman şapkalı bir gümrük görevlisi bizleri indirdi. Söylentilere göre bu adamlar çılgın rüşvetler alıyorlardı, problem oluyorlardı. Gene söylentilere göre artık böyle sorunlar kalmamıştı. Yaşayıp görecektik.

AB üyesi iseniz sorun yok. Çocuksanız sorun yok. Benim gibi başka bir şeyseniz size küçük bir kağıt veriyorlar ve bu kağıdın yüzsuyu hürmetine bu ülkecilik oyununun oynandığı bölgede 24 saat kalabiliyorsunuz. Bu 24 saati aşarsanız ne oluyor sorusunun cevabı kötü oluyor şeklinde oldu.

Transdinyester'e girdik teorik olarak. Elimde, kapı gibi bir kağıt parçası var. İlginçtir, iki kişiyi otobüse binmeden geri gönderdiler. Ne olacağını sorduğumda ise Tiraspol'den gelen otobüse binerler dendi.

Az biraz daha gittik. İlk durak Bender şehri. Dinyester Nehri'nin kıyısında ufak bir kent. Buranın tarihi yanı, tarihin ilginç krallarından İsveçli 12. Karl ‘dan gelmekte. Karl iyice güçlenen İsveç ve ordusunu Rus tehlikesini yok etmek için Moskova'ya yönlendirir. Holowczyn denilen yerde kendinden iki kat kalabalık Rus ordusunu ezer. Önünde Moskova vardır ama neredeyse bitmeyecek kadar uzun bir yok ve daima Rus ordusunu besleyen sayısız köylüler.

İsveçliler umursamadan yollarına devam ederler. Poltava'da bu kez kendinden üç kat kalabalık Rus ordusunun üzerine yürür disiplinli İsveç ordusu. Fakat bu sırada bizim deli dediğimiz Çar Petro ordusunu modern silahlarla güçlendirmiştir.

Savaşı bu kez Ruslar alır. Bin kadar İsveçli asker ve kralın bizzat kendisi zor durumdadır. İki bin altın karşılığında Özi Kalesi'nin komutanı kralın sığınma talebini kabul eder. Ruslar kralı ister bizimkiler vermez. Kral, İstanbul'da uzunca bir süre kalır ve epeyce de masraflı olur. 3.Ahmet kralı Bender ‘e gönderdiğinde yeniçeriler ve İstanbul halkı kralın saray demirbaşlarının arasına kaydedilmesi gerektiğini ima ederler ve lakabı “demirbaş Karl” olur.

Kral Bender'de de yaşamını bildiği gibi sürdürür. Ruslardan nefret eden grupları toplayıp Rus kalelerine saldırır. Ama lüks yaşamı için yeniçerilerden borç alır. Arada 1711 Prut Savaşı kralın isteğiyle Ruslarla yapılır ve Osmanlı Türkleri savaşı kazanır. Buna karşın gün be gün kralın borçları da artıyordur. Yeniçeriler kralın konutunu kuşatır ve saldırırlar. İsveç tarihinde “kalabalıken” diye anılan bu olay sonucunda 400 kadar yeniçeri ölür yada yaralanır ama kral ve mahiyeti esir alınır. Bir şekilde taraflar anlaşır ve kral Dimetoka'ya gider. Bir müddet ülkesini buradan yönetir ve nihayet ülkesine döner.

Jildirim ve Jaramas adında iki gemiyi İsveçe döner dönmez yaptırır. Türk gemilerinden esinlenmiş hızlı ve manevra yeteneği yüksek gemilerdir. Ve sıkı durun; IKEA 'da yenilen meşhur İsveç köfteleri de 12.Karl ‘ın bizden taşıdığı bir lezzetmiş İsveçe.

Benderin otogarında indik. Nereye gideceğiz cevaplanması güç ama elzem bir soru. Her şey, her yer kril artık. İngilizce bilen yok, Almanca hak getire; bir şans dediğim Bulgarca ve Sırpça sonuçsuz. Neyse, not defterime çizdiğim kale resmi derdimin tercümanı oluyor ve durak dolusu insan bize kaleye giden yolu gösteriyor. Dil bilseler kim bilir neler anlatırlardı.

Yürümeye başlıyoruz. Önce durağın çaprazında ikinci dünya savaşından kalma bir tank ve hiç sönmeyen ateş anıtı. Ardından da 1992 ‘den beri bekleyen Rus askerlerinin korunaklı nöbet noktalarını geçiyoruz. İleride yavaş yavaş görünmeye başlayan kale anladığım kadarıyla iyice elden geçirilmiş. Osmanlı savunma hattının önemli taşlarından biri Bender Kalesi. Fakat günümüzde en ufak bir Türk izi kalmamış. Burçların yerini sivri külahlar almış. Giriş bulamıyoruz. Otobüslerin deposuna denk geliyoruz. Çat pat Sırpça'ma kadının verdiği cevaptan hiç bir şey anlamıyorum. Milletin gezdim dediği kale askeri bölge ve ziyarete kapalıymış.

Bir ton yol yürüdük. Güneşin altında aynı yol çekilmez olacak muhtemelen. O nedenle otobüs durağına yönelip kısa bir sürelik bekleyişin ardından bizi terminale götürecek olan belediye otobüsüne atlıyoruz. Yaşlı kadına parayı uzatıyorum. Viyaklamaya başlıyor. Anladığım kadarıyla Moldovalıların parası burada kesinlikle geçmiyor. Merkeze inince işaret ettikleri döviz bürosunda euro bozdurup “Transdinyester Rublesi ” alıyoruz. Evet, Moldova Ley ‘i verdiğimde bürodaki hatun parayı almadı. Ve, Transdinyester'in üzerinde general Suvorov ‘un olduğu rublesi Moldovalıların Lei ‘nden daha değerli.

Bizi Tiraspol'e taşıyacak olan başka bir otobüse geçiyoruz. İlk önce bir köprüyü aşarken kalenin fotoğraflarını çekiyorum. Onca denemeden biri başarılı olsa keşke. Sonrasında umduğumdan daha da uzun süren bir yolculuğun akabinde Tiraspol'de oluyoruz.

Özel nesi var anlatılacak bir düşünelim. Upuzun bir caddesi  var. Kafeleri, Pazar günü olmasına rağmen açık olan bankalarını mı anlatmalı. Yoksa leş gibi akan nehrin etrafında suya girmeye çalışan koca göbekli erkekleri mi? Bilmiyorum. Özel bir şeyi yok. Yapacak bir şeyi yok.

Uzun caddede ilerliyoruz. Sadece Rusya tarafından tanınan ve desteklenen Kafkas devletçiklerinin temsilcilikleri var.Yolun sonundaki, girişinde general Suvorov ‘un heykelinin olduğu açıklıktan büyükçe bir parka giriyor ve şehrin katedraline kadar yürüyoruz. Tipik bir Rus kilisesi. Otogara daha çok yol olduğundan bir taksiye atlıyoruz.

Hiç bitmeyecekmişiz gibi bir yolculuğun ardından Kişinev'deyiz gene. Sabahki o canlı pazardan iz kalmamış. Hemen ana caddeye de geçiyoruz. Yanımda yaklaşık beş euroluk rublem var ve Kişinev için beş euro gerçekten iyi bir para.

Girdiğim tüm döviz büfelerinden aynı sonuçla çıkıyorum. Elimdeki paraların monopoli parası kadar bir değeri ya var ya yok. Dilenciye vereyim diyorum ama adama kader vurmuş bir de benim bu yapacağım aslında kötülükten farksız olacak. Sonunda bizim eve yakın alışveriş merkezinin içindeki dövizci “ok” diyor. Baba oğul zafer kazanmış gibiyiz. Adam 5 euroluk para yerine hepi topu sadece 1,5 euroluk lei verince paranın kalanını istiyorum. Adam beni pek takmadan, istersen geri vereyim paralarını diyor. Zararın neresinden dönsem kar deyip elimdeki lei ‘ler ile yoluma devam ediyorum.

Yarına Kişinev bizimdir…

Yorum Gönder

0 Yorumlar