Takip Et

8/recent/ticker-posts

Moldova Turu Gün 2 - Kişinev

Dışı dökülen ama içi doğu Avrupanın bir gerçeği olarak muhteşem evimizden dışarı çıkasımız hiç yoktu. Sıkı bir kahvaltıdan sonra dışarı çıktık. Serin.

Hemen dibimizdeki katedrale daldık. Dışarıdan oldukça sevimli görünen katedralin içi pek çok Ortodoks kilisesi gibi sade. İçinde bulunduğu devasa parkı geziyoruz. Fakir ama mutlu insanlar vakit geçiriyor. Kimse kimseye karışmıyor. Parkın kenarında ise büyükçe ve düzenli bir şekilde çiçekçilerin yer aldığı bir kısım daha var. İnsanlar parasız dahi olsa çiçek alabiliyorlar ve gene bu ülkede insanlar hediye olarak kendilerine çiçek verildiğinde çok mutlu oluyorlar.

Neye karşı kazanıldığını bilemediğim zafer takının yanından geçip yolun karşısındaki, cumhurbaşkanlığı binasının yanı başındaki devasa Stefan Cel Mare Parkı'na ulaşıyoruz.

Ülkenin milli kahramanı olan Stefan Cel Mare ‘nin heykelinin yanı başında fotoğraf çektiriyoruz. Kısaca, Kazıklı voyvoda Vlad Tepeş ‘in kuzeni olan Stefan Cel Mare birkaç kez Osmanlı ordularını bozmuş, iki kez de Moğol birliklerini yenmiş. Papalık kendisini “Hristiyanlığın koruyucusu ”  olarak ilan ediyor. Sonunda ne mi oluyor? Fatih Sultan Mehmet sonunda ordunun başında bizzat geliyor ve Stefan Cel Mare ‘yi yakalıyor.

Moldovanlara göre Osmanlıyı 46 kez yenmiş. Kaynak yok. Her galibiyetten sonra ülkeye bir manastır hediye etmiş. Madem 46 kez yendiniz neden 400 sene biz yönettik dediğimizde ise cevap yok.

Yakalandığında Stefan Cel Mare kılıcını Sultan'a teslim ediyor. Kılıç halen bizde. Kılıcı bizden resmen istediklerinde kılıcın bir benzerini verdik. Beşiktaş şampiyon olduğunda Çingene artığı Lucesku bile kılıcı devletten talep etmişti. Neyse… Diyecek çok şey var ama. Neyse…

Parkın önünden otobüse atlıyoruz. İlk hedefimiz büyük pazar.  Devasa bir yer kaplıyor. En ucuz magnetler burada. Bir kısmında meyveciler var. Çat pat bir iki kelime, birkaç Moldova dilinde jest karşılığında tadım ayağına karnımı doyuruyorum. Açıkça söylemek gerekirse insanlar sattıklarını bol bol tattırıyor. Pazarın bir kısmında ise tuhafiye ürünleri, türlü ıvır zıvır. Miktar bol ama kalite yerlerde. Adını sanını duymadığım onlarca Türk markası. Ama gezmesi süper.

Hemen yanında süt ürünleri satan kapalı binaya dalıyoruz. Kahveli, kakaolu tereyağı gibi ilginçlikler var. Yabancı dil bilen bir kıza denk geliyorum. Hayatın pahalılığından, paranın bir iki zenginin kontrolü olmasından şikayetçi.  Bir kilo elmanın bir eurodan fazla olmasını garipsediğimi söylüyorum. Bu yıl bu paraya kimse almaz tezgahta çürür, gelecek yıl çok ucuz olur fiyatı artsın diye pazara getirmezler o zaman da ağaçta çürür diyor. Ben kızla konuşurken familya yoğurtçuları turlamakta. Ayran satan yaşlıca bir kadın benim ürünleriyle ilgilendiğimi görünce hemen şişenin kapağına doldurduğu ayranı tatmam için uzatıyor. Kadının gözlerine bakıyorum, tamamen samimiyetle dolu gözleri malını beğenip beğenmeyeceğimi soruyor. Pek bir farkı yok elbette bizim içtiklerimizden ama çok beğenmiş gibi yapıyorum. Bir şeyler anlatıyor. Anlamıyorum. Şişeyi alıyorum. Kadının gözündeki minneti tarif edebilmek güç. Kim bilir kaç yaşında? Dünyanın düzeni neden böyle işliyor ki…

Ana caddeye çıkıyoruz. İleride hediyelik satanların olduğu büyükçe bir alan var. Turluyoruz buralarda. Tiraspol'de bulamadığımız magnetlere en yakın nesneleri satın alıp ülkenin en görülesi yeri olan Arkeoloji Müzesine gidiyoruz.

Ufak bir müze bekliyordum doğrusu. Yanılmışım. Giriş katındaki silahlar etkileyici. Bizimkilerden kalan epeyce savaş aracı var. Savaşları konu alan tablolar da etkileyici. Görünen o ki Moldovanlarla epeyce irili ufaklı savaş yapmışız.

Diğer katlarda gerçi fena değil. Çok güzel, zarif odaları da var müzenin.

Çıkıyoruz dışarı. Tıpkı Romanya'daki gibi Romanın kurucu kardeşleri olan Romus ve Romulus onlara annelik yapan dişi kurtla beraber burada da. Ama, bahçede, solda kalan kısımda gerek Tebriz'deki  Azerbaycan Müzesi'nde gerekse Van'daki Arkeoloji Müzesi'nde gördüğümüz mezar taşlarından var. Sol elleri kavradığı bir bardak ile beraber göğüs hizasında olan ileriye doğru hüzünlü gözlerle bakan taşlar. Kırgızistan'da da benzer taşlar olduğunu internetten görmüştüm. Bizden birileri Moldova'daki hatunlar yerine müzelere de bakacak bir gün diye ummaya devam mı edeceğiz?

Döndük. Her büyük ve önemli yerde karşımıza çıkan Stefan Cel Mare ismi bu kez şehrin en büyük caddesi olarak karşımızda. Yürüyoruz. Bir nevi mecburiyet caddesi. Hediyelik eşya satılan pazarı dolanıp magnet vb yi alıyoruz.

Yarın Gagavuz Yeri ‘ne gideceğiz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar