Yıllar önce Musevi
Türkleri görmek için Litvanya'da Trakai kentine gitmiş binalar dışında bir şey
bulamamıştık. Bu sefer Hırıstiyan Türkleri bulmak için Moldova'da, Gagavuz Yeri
‘ndeyiz.
Söylentiler muhtelif. Kimi der ki bu Türklerin ataları Arap
ilerleyişini durdurmaları için Anadolu'ya Bizanslılar tarafından yerleştirildi.
Sonraları bir şekilde Balkanlara kaydırıldı. Başka bir rivayete göre ise iyi
savaşçı olan Gagavuzlar paralı asker olarak Bizanslılarca kiralanır. Araplarla
savaşır, yener ve İstanbul'un Anadolu yakasında, deniz kıyısında bir yerde
tahsilat için imparatorla buluşurlar. Bizanslılar Gagavuzları kandırmış ve
pusuya düşürmüştür. Gagavuzların kralı atını Boğaziçi'ne sürer. Adamları da
peşinden takip eder. İmparator ve adamları Gagavuzların akıntıya kapılıp
boğulmalarını beklerken onların karşı kıyıya kayıpsız varışlarını seyretmiş
olurlar. Kral adamlarıyla Bizans tehlikesinden uzaklaşmak için Tuna boyuna
gider ve burayı yurt kurar.
Gagavuz söylenceleri
asıllarının Gök Oğuz olduğunu ve zamanla Gagavuz olarak değişime uğradığını
belirtirler. İlk bağımsızlıklarında bozkurt başlı bir bayrakları vardı. Şimdi o
da değişti.
Yakın tarihe gelirsek, Sovyetler dağılınca önce Gagavuzlar
ayrım için silahlanır. Çatışma olmaz ama Türkler ellerinde silahlarla
beklemektedirler. Sonra hükümetle anlaşırlar ve kansız bir şekilde otonomiyi
kaparlar. Yönetim Türkiyeyle iyi geçinir, yardım alır halk ise kendini Ruslara
yakın görür. Böyle yaşar giderler.
Neyse, Komrat ‘a gitmek pek kolay değil. Araçlar büyük
pazarın orada değil de arkeoloji müzesinin yanından geçen minibüslerle ulaşılan
bir başka terminalden hareket etmekte. İnildiği zamanda oradaki insanlara
sorun. İnternette adı geçen araçlar dışında da pek çok araç Komrat'a gidiyor.
Yol tekdüze. Ya da artık bu tip manzaralar tekdüze gelmeye
başladı. Sonunda, Amerikan filmlerindeki ıssız kasabalarından birine gelmişiz
gibi düşündüren bir manzara bizi karşılıyor. Araçtan inip tuvalete gidiyoruz.
“Radyo Yıldız” Gagavuz Türkçesi ile yayın yapıyor.
Düm düz uzanan,
asfaltsız yolda ilerlerken bir pazara denk geliyoruz. Satılanlara bakıp hızlıca
şehrin meydanına ulaşmak istiyoruz. Bir kilometre kadar ilerleyince katedralin
olduğu alana denk geliyoruz.
Katedral şimdiye dek gördüğüm en aydınlık ve temiz kilise.
Yaşlı kadınlar mumlukları bile temizleyip parlatmışlar. İçerideki çiçek saksıları
o kadar çok sulanmış ki suları taşıp kilise içerisinde küçük derecikler ve
gölcükler oluşturmuş. Giriş kapısının üzerindeki, Yahya Peygamber'in bir tas
içindeki kesik kafasını gösteren resim neydi, neciydi bilemiyorum.
Aralara daldık. Yerel
şarap alıp Andy’s lerden birine gittik. Sağ olsun, Gagavuz kız verdiğim
siparişin domuz etinden olduğunu söyleyerek kurtardı beni. Oradan yana geçtik
ve sürpriz. Komrat Üniversitesi'nin yanında uzanan parktaki büstlerden biri
Süleyman Demirel ‘e aitti. Öğrendik ki Süleyman Demirel Gagavuz halkı ve
yönetimi için çok yardımcı olmuş.
Dönüş yolunda pazara uğruyoruz. Göl balığı satmaya çalışan
bir bayan “paklıyayım mı bunu size, otelde pisirirsiniz” diyor. Kurabiyeciler
bir alem. Kimi i ler uzuyor duyduğum kadarıyla. Eşim ve Gagavuzlar birbirlerini
anlama konusunda bizden daha iyi. Trakyanın iki farklı Türkü küçük farklarla da
olsa birbirlerini anlıyordu. Hatta patates satan bir adam “ablacım kapçıklarını
soymadan suda pişir” dediğinde “kapçık” kelimesini kötü bir şey olarak anlayan
oğlumu zor tuttum. Bizim kabuklar Trakya şivelerinde kapçık olmuş. Oğlana da
öğrettik. Ayrıca adamla sohbeti koyulatınca adamın komşusunun Alanya'da
yıkanmaya gittiğini söyledi. Küçük farklar büyük neşeler getirdi bize. Belki
şehirde görecek bir şey yoktu ama insanlarla yaptığımız muhabbet
anlatılamayacak kadar lezizdi.
Geldiğimizden daha da rahat bir şekilde döndük Kişinev'e. Yol
boyunca düşündüğüm tek şey Gagavuz kültürü daha ne kadar kalacağıydı…
0 Yorumlar
Yorumlarınız