Takip Et

8/recent/ticker-posts

Ukrayna Turu : Chernivtsi

Otelde harika ama basit bir kahvaltı yaptım. Meyve salatasından oluşan kahvaltımı açıklayayım. Muhtemelen komposto meyvelerden oluşsa da oldukça leziz bir tabak geldi önüme. Yoğun meyve salatadan ziyade adeta bir pasta gibi servis edilmişti. Özellikle frambuaz tüm tadı kökünden olumlu bir şekilde değiştirmişti.

Neyse dışarı çıktım, tsumun önündeki durakta google ‘ın belirttiği otobüsü beklemeye koyuldum. Ukrayna'da neyseki beklediğiniz duraklarda, hangi otobüslerin geçtiğini ve bunların nereye gittiği yazmakta. 20 numaralı troleybüs durağa geldi, biniverdim. Küçük çaplı bir şehir turu yaptım ve tekrar tren istasyonuna geldiğimi görünce küfür edip iniverdim. Offline çalışabilen googlemaps çalışmadı.

Taksicilere gittim. Adamlara adresi gösteriyorum. Bilen yok. Telefonlarından bakınıyorlar, birbirlerine soruyorlar ama olumsuz. Neyseki adamlardan biri biliyormuş. Meğer dün ilk akşam gelirken otobüsün uğradığı ilk terminalmiş burası.

Pek bir numara olmaksızın geçen sıkıcı bir yolculuğun ardından Çernivtsi ‘ye vardık. Şehrin ilk girişinde daha yüksek alınlıklı, hoş binalar karşıladı bizi.

Nihayet indik. Haritadan hatırladığıma göre otele uzağım ama otel merkeze 4-500 metre uzaklıkta ancak. Başladım otele gittiği söylenen aracı beklemeye. Ne gelen var ne giden. Arada bir taksici yanaştı. Yaklaşık 3-4 dolara denk gelecek bir paraya beni götürebileceğini söyledi ama adamı “İtalya mı burası amma pahalı” diyerek sepetledim. Adam da uzatmadı.

Beklemeye devam. Araç yok, İngilizce bilen yok. Yürüsem mi diyorum. Gezinin amaçlarından birisi de zaten zayıflamama yardımcı olabilecek şekilde kendimi zorlamak değil miydi zaten. Amma tepemde duran güneş beklerken bile beni terletiyorken buna bir türlü başlayamadım. En son merkeze giden bir otobüse atladım. Burada da otobüsler 4 grivna. Neyse ana baba günü kalabalık otobüste ben ve çantam zorluklada olsa meydana vardık.

Ukrayna gibi düzlükleriyle meşhur bir ülkenin sanıyorum ki en engebeli kenti burası. Çantamı sürüklerken bundan iyice emin oldum. Önce ana parkı aştım. Elimdeki GPS ‘e rağmen yanlış bir yola saptım ve inat edip oradan ara sokaklara dalarak otelin olduğuna inandığım caddeye varıp numaralara bakınmaya başladım.

Numarayı ararken nasıl göründüysem pek çok insan bana yardımcı olmaya çalıştı. Olamadılar tabii ki. Numarayı buldum, zili çaldım. Açan yok. Telefon ettim ama açan kadın sadece Rusça konuşabiliyor. Küfür edip duvara tırmandım aşağıda irice bir köpek bana bakıyor ilgiyle. Geri dönüp zile bastım defalarca. Diyafondan bir kadın Rusça bağırmaya başladı. Muhtemelen sağlam küfür ediyor olmalıydı. Ben de kendi dilimde sağlam küfürlerle karşılık verip tekrar aradım numarayı. Karşımdaki ses önce “moment” dedi ve kısa bir süreden sonra bu coğrafyada duyamayacağım akıcılıkta bir İngilizce konuşan genç devam etti.

Oteli buldum. Ben 32 numaranın zilini çalıp içeride bir bölme yada kısım var sanıyordum. Halbuki gitmem gereken 32A bir paralel caddede yer alıyormuş. Burada yaşayan aile bir katlarındaki odaları kiraya veriyorlar. “Bal dök yala” bir oda benim kaldığım. Çocukla da konuşuyoruz. Üniversiteyi Londra'da okuyup bir kaç sene de çalışıp parayı toparlayınca da dönmüş memleketine. Yaşlı kadın ise çok saygılı.

Odada biraz toparlanayım diyorum. Serin yatak ve pencereden içeri giren tatlı esintiyle doluşan çiçek kokuları içimdeki miskinliği azdırmakla meşgul. Teslim olmuyor ve bu kez otobüs durağında az bir bekleyiş ile beni merkeze götürecek otobüse biniyorum. Burada da minibüs kültürü güzel ülkemden farklı değil pek. Zamanla tek vücut olan yolcular burada epeyce sessiz.

Merkez parkta iniyorum. Şükretmek ve nefes almak için ideal bir an. Parkın ortasında 2. Dünya Savaşı kayıplarının anısına büyük bir anıt var. Elbette ki çiçekler içinde. Parkta az biraz takılıp ana cadde üzerindeki turizm ofisini arıyorum ama nafile. Kapı duvar. Gerçi duvar açılıyor ama içeri de çalışan işçileri görüyorum. Göbeğimi kendim keseceğim.

Çernivtsi de bir Türk Mahallesi olduğunu birkaç gün önce rastlantı eseri öğrenmiştim. Moldova'nın fethinden sonra burası da Türk nüfuz bölgesine girmiş. Evet yaşayan Türk yokmuş ama bize bağlıymış. Daha sonra 18. yy başlarında, şehir yakınlarındaki Hotin kalesinin bir karakolu gibi olmaya başlayınca buraya gelen yeniçeriler ve diğer askeri birlikler kendi düzenlerini kurmaya başlamışlar. Örneğin Türkler gelene dek şehirliler su ihtiyaçlarını basit kuyulardan ve ahşap yalaklardan temin ederken Türklerle beraber sağlam çeşmeler ve hamamlar inşa edilmeye başlanmış. Bizler unutmuşuz buralarda var olduğumuzu ama el oğlu unutmamış. Çeşmenin olduğu meydanın adı değiştirilmiş defalarca resmi olarak ama halkın hafızasında “Türk Meydanı” olarak yaşamaya devam etmiş. Günümüzde de o günlere atıfta bulunan bir çeşme meydanda yer almakta.

Bunlar var olanlar. İyi güzel de nerede bunlar. Elimde harita yok. GPS deseniz nanay. Ana cadde boyunca vurdum kendimi. Amaçsızca ve hedefsizce yürürken yol beni yokuş aşağı bir yerlere götürdü. Üşenmedim gittim. Araya açılan bir yol gördüm daldım. Az biraz daha yürüdüm. Bir de ne göreyim bulunduğum yerden aşağılarda daha önceden resmini gördüğüm Türk çeşmesi…

Yukarıdan fotoğraflarını çektim. Yetmedi, merdivenlerden aşağıya inip yanına gidiverdim. Bir şekilde birileri epeyce bir zarar vermiş yapıya. Küçük bir meydanın kenarında yer alıyor. Yanında “Gülliver ‘in Bisikleti” denilen eski tip bir bisikletin heykeli, yandaki çimlerde analog bir saat ve meydanın uç kısmında ise Roma forumlarını andıran yuvarlak bir alan. Çocuklar oynuyor, koşturuyor. Geçmişte buralarda dolanan Türklerden günümüze bir şey kalmamış dense yeridir. Ama gene de bir şeyler beni buraya çekti adeta çağırdı. Çernivtsi ‘nin ana hedefine böylelikle ulaşılmış oldu.

Moralim yerime geldi. Üşenmeden tüm sokaklara girdim çıktım. Hoş binalar mevcut. Tekrar meydana gelince bir şeyler atıştırmak için Kobilianska Caddesi'ndeki mekanlardan birine girip hem karnımı doyurdum hem de soluklanıp gelip geçeni izledim. Burası trafiğe kapalı bir cadde. Şehrin en janti mekanı da denilebilir. Sağlı sollu kafeteryalar, mağazalar, ne ararsanız burada. Magnet bile bulabildim. Yol üzerinde şehrin katedralini de görebilirsiniz.

Yolun sonuna doğru yöreye göre eklektik diyebileceğimiz, Hollanda tipi çatısıyla bir bina daha var. Bu kısımda Polonya evi, Alman evi gibi dönemin lokalleri yer almaktaymış.

Şehir 18.yy ‘a dek sadece var olmuş gibi. Hakim güçleri  bir diğer hakim güce doğru ilerleyişi sırasında çiğnenen tüm Bukovina toprakları gibi pekte hoş zamanlar geçirmemiş aslında. Ancak yukarıda belirttiğim tarihte Habsburg hakimiyeti yerleşince işler değişmiş. Geçmişte Çernivtsi “küçük Viyana” olarak anılırmış. Biraz mübalağa diyelim buna ne de olsa bu diyarlara misafiriz an itibariyle.

Bir iki kez gidip gelip tekrar belediye binasının önüne gittim. Magnetlere bakarken o ana kadar unutmuş olduğum ama şehrin belki de en önemli yapısı olan üniversite binasını fark ettim. Satıcı kadınlara sordum. Elbetteki İngilizce yok ama yardımcı olma çabası çok bu insanlarda. Kabaca tarif ettikleri yolu takip etmeye başladım.

Belediye binasının oradan ilk soldan ilerlemeye başladım. Mantığıma göre genç nüfusun geldiği yönün tersine gidersem üniversiteyi bulabilirim. Tahmin edebileceğiniz gibi yemedi. Neyse ki bir polis arabasını durdurup “stari universite” dedim. Arabaya aldılar ve beni götürdüler.

Bina Amerikan filmlerindeki gibi tuğladan inşa edilmiş bir yapılar topluluğu. Girişe göre solda kilisesi, diğer kısımlarda ise derslikleri ile devasa bir yapı. İçeri girdim, kapıdaki görevli “kapalı” dermişcesine bir tepki verdi. Fotoğraf makinamı gösterince salıverdi, ben de on dakika kadar fotoğraf çekerek dönüşe geçtim.

Yol üzerinde “Tiyatro Meydanı”nda durup biraz dinlenmeye baktım.  Ukraynadaki şehirlerin neredeyse tüm meydanlarında zayıfta olsa ücretsiz internet var. İnsanları izledim sıkılana kadar. Ardından odama dönüp yarına hazırlanmaya baktım.

Yorum Gönder

0 Yorumlar