Otelde harika ama basit bir kahvaltı yaptım. Meyve salatasından oluşan kahvaltımı açıklayayım. Muhtemelen komposto meyvelerden oluşsa da oldukça leziz bir tabak geldi önüme. Yoğun meyve salatadan ziyade adeta bir pasta gibi servis edilmişti. Özellikle frambuaz tüm tadı kökünden olumlu bir şekilde değiştirmişti.
Neyse dışarı çıktım, tsumun önündeki durakta google ‘ın
belirttiği otobüsü beklemeye koyuldum. Ukrayna'da neyseki beklediğiniz
duraklarda, hangi otobüslerin geçtiğini ve bunların nereye gittiği yazmakta. 20
numaralı troleybüs durağa geldi, biniverdim. Küçük çaplı bir şehir turu yaptım
ve tekrar tren istasyonuna geldiğimi görünce küfür edip iniverdim. Offline
çalışabilen googlemaps çalışmadı.
Pek bir numara olmaksızın geçen sıkıcı bir yolculuğun
ardından Çernivtsi ‘ye vardık. Şehrin ilk girişinde daha yüksek alınlıklı, hoş
binalar karşıladı bizi.
Nihayet indik. Haritadan hatırladığıma göre otele uzağım ama
otel merkeze 4-500 metre uzaklıkta ancak. Başladım otele gittiği söylenen aracı
beklemeye. Ne gelen var ne giden. Arada bir taksici yanaştı. Yaklaşık 3-4
dolara denk gelecek bir paraya beni götürebileceğini söyledi ama adamı “İtalya
mı burası amma pahalı” diyerek sepetledim. Adam da uzatmadı.
Beklemeye devam. Araç yok, İngilizce bilen yok. Yürüsem mi
diyorum. Gezinin amaçlarından birisi de zaten zayıflamama yardımcı olabilecek
şekilde kendimi zorlamak değil miydi zaten. Amma tepemde duran güneş beklerken
bile beni terletiyorken buna bir türlü başlayamadım. En son merkeze giden bir
otobüse atladım. Burada da otobüsler 4 grivna. Neyse ana baba günü kalabalık
otobüste ben ve çantam zorluklada olsa meydana vardık.
Numarayı ararken nasıl
göründüysem pek çok insan bana yardımcı olmaya çalıştı. Olamadılar tabii ki.
Numarayı buldum, zili çaldım. Açan yok. Telefon ettim ama açan kadın sadece
Rusça konuşabiliyor. Küfür edip duvara tırmandım aşağıda irice bir köpek bana bakıyor
ilgiyle. Geri dönüp zile bastım defalarca. Diyafondan bir kadın Rusça bağırmaya
başladı. Muhtemelen sağlam küfür ediyor olmalıydı. Ben de kendi dilimde sağlam
küfürlerle karşılık verip tekrar aradım numarayı. Karşımdaki ses önce “moment”
dedi ve kısa bir süreden sonra bu coğrafyada duyamayacağım akıcılıkta bir
İngilizce konuşan genç devam etti.
Oteli buldum. Ben 32 numaranın zilini çalıp içeride bir
bölme yada kısım var sanıyordum. Halbuki gitmem gereken 32A bir paralel caddede
yer alıyormuş. Burada yaşayan aile bir katlarındaki odaları kiraya veriyorlar.
“Bal dök yala” bir oda benim kaldığım. Çocukla da konuşuyoruz. Üniversiteyi
Londra'da okuyup bir kaç sene de çalışıp parayı toparlayınca da dönmüş
memleketine. Yaşlı kadın ise çok saygılı.
Merkez parkta iniyorum.
Şükretmek ve nefes almak için ideal bir an. Parkın ortasında 2. Dünya Savaşı
kayıplarının anısına büyük bir anıt var. Elbette ki çiçekler içinde. Parkta az
biraz takılıp ana cadde üzerindeki turizm ofisini arıyorum ama nafile. Kapı
duvar. Gerçi duvar açılıyor ama içeri de çalışan işçileri görüyorum. Göbeğimi
kendim keseceğim.
Çernivtsi de bir Türk Mahallesi olduğunu birkaç gün önce rastlantı
eseri öğrenmiştim. Moldova'nın fethinden sonra burası da Türk nüfuz bölgesine
girmiş. Evet yaşayan Türk yokmuş ama bize bağlıymış. Daha sonra 18. yy
başlarında, şehir yakınlarındaki Hotin kalesinin bir karakolu gibi olmaya
başlayınca buraya gelen yeniçeriler ve diğer askeri birlikler kendi düzenlerini
kurmaya başlamışlar. Örneğin Türkler gelene dek şehirliler su ihtiyaçlarını
basit kuyulardan ve ahşap yalaklardan temin ederken Türklerle beraber sağlam
çeşmeler ve hamamlar inşa edilmeye başlanmış. Bizler unutmuşuz buralarda var
olduğumuzu ama el oğlu unutmamış. Çeşmenin olduğu meydanın adı değiştirilmiş
defalarca resmi olarak ama halkın hafızasında “Türk Meydanı” olarak yaşamaya
devam etmiş. Günümüzde de o günlere atıfta bulunan bir çeşme meydanda yer almakta.
Yukarıdan
fotoğraflarını çektim. Yetmedi, merdivenlerden aşağıya inip yanına gidiverdim.
Bir şekilde birileri epeyce bir zarar vermiş yapıya. Küçük bir meydanın
kenarında yer alıyor. Yanında “Gülliver ‘in Bisikleti” denilen eski tip bir
bisikletin heykeli, yandaki çimlerde analog bir saat ve meydanın uç kısmında
ise Roma forumlarını andıran yuvarlak bir alan. Çocuklar oynuyor, koşturuyor.
Geçmişte buralarda dolanan Türklerden günümüze bir şey kalmamış dense yeridir.
Ama gene de bir şeyler beni buraya çekti adeta çağırdı. Çernivtsi ‘nin ana
hedefine böylelikle ulaşılmış oldu.
Yolun sonuna doğru yöreye göre eklektik diyebileceğimiz,
Hollanda tipi çatısıyla bir bina daha var. Bu kısımda Polonya evi, Alman evi gibi
dönemin lokalleri yer almaktaymış.
Şehir 18.yy ‘a dek
sadece var olmuş gibi. Hakim güçleri bir
diğer hakim güce doğru ilerleyişi sırasında çiğnenen tüm Bukovina toprakları
gibi pekte hoş zamanlar geçirmemiş aslında. Ancak yukarıda belirttiğim tarihte
Habsburg hakimiyeti yerleşince işler değişmiş. Geçmişte Çernivtsi “küçük
Viyana” olarak anılırmış. Biraz mübalağa diyelim buna ne de olsa bu diyarlara misafiriz
an itibariyle.
Belediye binasının
oradan ilk soldan ilerlemeye başladım. Mantığıma göre genç nüfusun geldiği
yönün tersine gidersem üniversiteyi bulabilirim. Tahmin edebileceğiniz gibi
yemedi. Neyse ki bir polis arabasını durdurup “stari universite” dedim. Arabaya
aldılar ve beni götürdüler.
Bina Amerikan filmlerindeki gibi tuğladan inşa edilmiş bir
yapılar topluluğu. Girişe göre solda kilisesi, diğer kısımlarda ise derslikleri
ile devasa bir yapı. İçeri girdim, kapıdaki görevli “kapalı” dermişcesine bir
tepki verdi. Fotoğraf makinamı gösterince salıverdi, ben de on dakika kadar
fotoğraf çekerek dönüşe geçtim.
Yol üzerinde “Tiyatro Meydanı”nda durup biraz dinlenmeye
baktım. Ukraynadaki şehirlerin neredeyse
tüm meydanlarında zayıfta olsa ücretsiz internet var. İnsanları izledim
sıkılana kadar. Ardından odama dönüp yarına hazırlanmaya baktım.
0 Yorumlar
Yorumlarınız