Sabah erkenden uyandım. Geceden çantamı hazırladığım için pek zaman kaybetmeksizin ev sahipleri ile vedalaşarak beni otobüs terminaline götürecek 25 numaralı minibüse biniverdim. Sabah saati otobüs öyle kalabalık oluyor ki tarifi imkansız neredeyse. Ben ve çantam o kalabalıkta ayakta epey sıkıntılı dakikalar geçirdikten sonra terminale ulaşabildik.
İki saat kadar yol aldıktan sonra Hotin terminaline ulaştık.
Önce valizimi emanete teslim edip kalenin yolunu sordum bilet satan kadınlara.
Anladığım kadarıyla şehir merkezini geçip ilerlemem yeterli imiş. “Güzel” diye
geçirdim içimden. Başladım yürümeye.
Manzara olarak bir katı çatıdan ibaret iki katlı evlerden
oluşan bahçeli evlerin yanından ilerledim. Tıpkı Trakay'daki evler gibi giriş
kapıları kesinlikle yola bakmıyor buradaki evlerinde. Epey bir yürüdükten sonra
kaleyi gösteren ilk işarete denk geldim. Ardından bir de yerel pazar. Dönerken
alış veriş yaparım diyerek sadece tezgahlara bakınıp koca karılarla selamlaşıp
yoluma devam ettim.
Onca yol yürüdüm ama henüz kale görünmedi. Eğer epey zaman
önceki panoları görmeseydim kesinlikle ilgisiz bir yerde olduğumu
düşünebilirdim. Yol üzerinde açık olan bir tamirciye yönelip selam verdim.
-
“Pardon, dobre utro”
-
“Fortetsiya” diyerek ileriyi gösterdi
gülümseyerek adam. Anladım ki kasabanın bu kale dışında gösterebileceği bir
şeyi yok.
Kaleye girdim. Daha dış
kaleye girmişim. Bulunduğum yükseltiden çevreme bakındım. Aşağılarda harikulade
görüntüsüyle askeri bir maniadan çok masalsı bir yapıyı andıran Hotin Kalesi
var. Yanında Dinyeper Nehri ve karşı kıyıda pastel renkli köy evleri. Taş yolun
sağında yer alan yenilenmiş kilise ve daha sonradan yüzyılın başına dek aktif
ve sağlam olan camiden kalan yıkıntılar. Zemin yemyeşil çimen. Ve inanılmaz
büyüklükte bir alanı saran dış surlar.
Kale ile bulunduğum alanı birbirine bağlayan açılır ahşap
köprüye doğru yürürken sarışın bir adam elindeki
fotoğraf makinasını uzatarak yolumu kesti. Denememe rağmen ailenin
fotoğraflarını çekemediğim için standart bir Türkçe tepki verdim.
-
“Türk müsün?” dedi tok bir sesle.
-
“Evet” dedim “Ya sen?”
Kırım Tatarı'ymış. Ben
de öyle olduğumu söyleyince “kardeşim” diye birbirimize sarıldık. Adamın ailesi
de bize uzaylıymışız diye bakıyorlar. Adam Ortodoks bir Kırım Tatarı. İlk kez
böylesine denk geldim. “İstersen bekleyeyim” dedi, teşekkür ettim.
Başka bir binada ise işkence aletleri sergileniyor.
Bunlarında çalışma esaslarının yanı sıra ilk ve son olarak ne zaman, nerede
kullanıldıkları yazılı. Gözlemlediğim kadarıyla özellikle cadılığa karşı
kullanılan işkence aletleri sıklıkla İngiltere ve Nürnberg ağırlıklı olmak
üzere Bavyera taraflarında kullanılmış.
Ana kısımda ise Hotin Kalesi'ni yöneten yada o dönemde
hükümetlerin başında olan liderlerin de portreleri sergilenmekte. Bizden Genç
Osman ve 3.Mehmet ‘in tabloları var. Aynı binada Osmanlı dönemine ait eşyalar
sergilendiği gibi kalenin etrafında yapılan kazılarda bulunan objelerde
sergilenmekte. Türk dönemine dair eşyalar derin bir lüks ve sefahat dönemine
aitmiş gibi sergilenmekte.
Bununla beraber pek çok yapı da kapalıydı dolayısıyla girmek
mümkün olmadı.
Yük olmak istemedim,
otobüs biletimin olduğunu söyledim, iptal edersin dedi. Atladık arabasına. Bir
aylık tatilinde eşi ve iki küçük çocuğuyla beraber Ukrayna'yı turladıklarından
bahsetti. Bagajı açtıklarında Türk ırkının göçebe genlerinin kaybolmayacağını
anladım. Araba tıka basa eşya dolu ve rahatlıkla da hareket edebiliyorlardı.
Yol boyu konuştuk. Doktormuş, kendi gibi Tatar olan eşi ise
öğretmen. Ben Türkçe o Tatarca konuştu ve bir iki kelime dışında sorun
yaşamadık. Özellikle bizim "kompüter" yerine kullandığımız “bilgisayar”
kelimesinin dahice olduğunu defalarca söyledi. Gönüllü doktor olarak gittiği
Rus Savaşı'nda arkadaşlarının pek çoğunun dönemediğinden, savaşın kötülüğünden
bahsetti.
Bana gelince belki de hayatım boyunca ilk defa bir hemşehrim
olduğu için kendimi ayrıcalıklı hissettim.
0 Yorumlar
Yorumlarınız