Hemşerim beni merkez parkın kenarına bıraktı. GPS ‘ye baktım ve tahmin ettiğim yöne doğru ilerledim ama yanlış yönmüş dönüp tam anlamıyla zıt yönde ilerleyerek otelim Monte Kristo ‘ya ulaşabildim. Harikulade bir odam var. Yerdeki böcek ölüleri odada böceklerin pek yaşayamadığının göstergesi adeta. Yaşayanları da ben yakalayıp pencereden atınca odam steril bir hale geldi bile denilebilir.
Çıktım odadan. Öncelikle etraftaki market ve eczanelerin
yerlerini tespit edip eski kent kısmına doğru yöneliyorum. Yol boyunca
Ukraynalıların deyimiyle park benim algı düzeyime göre bir ormanın içinden
geçerek yeni köprüye ulaşıyorum.
-“Kul işi değildir, Allah yapısıdır hünkarım” cevabını
alınca vezirlerinden hiddetle cevap verir.
-“Öyleyse o fethetsin!”
Aslında iki gün ayırdım bu şehre. Normalde tek gün yeterli.
Bununla beraber ben burada sanki tek bir gün gezmiş gibi anlatacağım ki zaten
tek gün bu geziyi yapsanız yeterli olacaktır.
1672 ‘de 4.Mehmet Polonyalıların dediğine göre 400,000
kişilik bir ordu ile şehri kuşatır. Polonyalıların anlatımına göre Türk ordusu
kabarmış bir deniz gibi vurur adaya ve daha ilk saldırı sırasında pek çok
duvarı yıkmayı başarır. Savunanlar akıbetlerini anladıklarından sulh yoluyla
kaleyi teslim ederler.
Çoktan Kamaniçe eyaleti kurulmuş ve Ternopile kadar lan
bölgedeki fethedilmiş tüm kale ve yerleşimler buraya bağlanmıştır. Şehre hızla
Türk kültürü yerleşir. Bugün bile KP’de “Viyana'da ilk kafe açıldığında KP ‘deki
kafe sayısı 13’tü” yazan broşürler turizm bürosunda dağıtılmaktadır. Her yer
elden çıksa burasının bizde kalacağı inancı mevcuttur. Kaleyi ele geçirmek pek
mümkün görünmemektedir.
Fakat Osmanlı tarihi, savaşarak elde
edilmiş toprakların savaşmadan, barış görüşmeleri sırasında masa üzerinde
yitirilmesine – Saraybosna, Kırım, Girit vb- yada cahil üst kademelerin
teslimiyetçi anlayışları – Selanik, Kudüs vb- ile toprak kaybetme örnekleriyle
doludur. Düşman ittifakının Türk tarafının en güçsüz anında dahi kuşatmaya
cesaret edemediği kale – şehir 1699 ‘daki Karlofça Antlaşması ile Polonyalılara
geri verilir. Topu topu yirmi yedi yıl elimizde kalmıştır şehir ama şehre
verilen önem ve yapılan yatırım nedeniyle hala “Türk” kelimesi burada
yaşamaktadır.
Aradan epeyce bir zaman geçince Polonyalılar dahiyane bir
çözüm bulurlar. Minarenin en tepesine yaklaşık dört metre boyunda, som altından
bir Meryem Ana heykeli yerleştirirler.
Kale bundan sonraki süreçte hep sulh yoluyla el değiştirir.
Türklerden sonra hiçbir güç yürek ve bilek gücüyle şehri ele geçiremez. Sadece
Alman orduları acımasızca bombardıman yapıp KP’nin %90 ‘ını yıkar, tüm
Yahudilerini toplama kamplarına bir daha geri dönmemek üzere nakleder.
Günümüze dönelim artık.
Binayı geçip sola
saptığınızda Türkler tarafından savunma hatları ve garnizona ait binalardan
kalanlar görülür ağaçların arasından. Ara sokaklara girersiniz. Ya çocuklar
vardır ya da babuşkalar –nineler- buralarda. Diğerleri, büyük bir nüfus büyük
şehirlerde ya da başka ülkelerdedir. Babuşkalara diyeceğiniz bir “dobre utro”
bir “dobre den” karşılıksız kalmaz. Ukrayna kırsalının halkı dürüst, içten ve
misafirperverdir.
Katedrale ait bahçenin içinde mezar taşları vb göze çarpar.
Arkaya ulaştığınızda artık atalardan miras minare ile karşı karşıya kalırsınız.
Sanki yepyeni gibi durur tepesinde Meryem Ana'yı da sırtladığı halde. Katedrale
girersiniz ve şaşırtıcı derecede zayıf gelir gözünüze. Sadece kıble yönünde
nihrap belli belirsiz halen durmaktadır bir şapel gibi. Girişe göre sağ tarafta
Polonyalı papa Jan Pol ‘e ayrılmış bir köşe vardır ki küçük çocukların yaptığı
resimler ile kaplıdır tüm duvarı. Dinin çocuklara nasıl sevdirildiğini resimlere
şöyle bir göz atsanız anlar biz nerede yanlış yapıyoruz ulus olarak diye
düşünmeden edemezsiniz.
Katedralden çıktık. Ana meydandayız. Şehrin ratuşası,
Polonyalılar ve Ermenilerden kalan meydanı buradadır. Burada bir de hediyelik
eşya satılan alan vardır ki mutlaka uğranması gereken yerlerin başında gelir.
Ayrıca burada askeri araçlarla dağda, kırda, bayırda ve nehirde gezebilme
imkanınız vardır. Ukrayna Ordusu'nun atıl araçları bir şekilde burada
birilerince eğlence aracına dönüştürülmüştür.
Buradan ilerler ve sağa
doğru sapan yola giderseniz adanın sonuna gelirsiniz. Artık ileride yer alan
kale ile sizin aranızda sadece Türk Köprüsü vardır. Kaleye sağından bakar
solundan bakarsınız. Üşenmez üzerinden bir de aşağıya sarkar göz atarsınız. Bu
köprünün nasıl yapıldığına kafanız basmaz. Dahası köprüye yapan mimara “buraya
tez bir köprü yapıla” dendiğinde hangi mimar “olur” demiştir bilmek istersiniz.
Kulelerin içine çıkarsınız ve kuleler arasındaki yollarda
ilerlesiniz. Biraz ilgili yada dikkatli iseniz kale duvarlarının genişliğini
fark edip hayrete düşeceğiniz kesindir. Kulelere çıkıpta eski kente
baktığınızda güneş ışıklarının parladığı Meryem Ana heykeli ve minareyi
göreceksiniz.
Kale içinde bir iki bina müze olarak kullanılmakta ama
ekstra ücretle gezilebilmektedir. Beleş olan zindan kısmına giden yol gayet
karanlık olup gittiğinizde vardığınız yerin bir depodan en ufak bir farkı bulunmamaktadır.
Ben buraya geldiğimde önde bir adam vardı. Yolun sonuna doğru ayağım kaydı ve
ancak bir “ahh” sesi çıkarana dek sırt üstü yere yıkıldım. Şanslıymışım kafamı
vb bir yere çarpmadım. Ama işin ilginç olan
yanı ben bu şekilde düşünce önümdeki adam değil yardım etmek hal, hatır bile
sormadan topuklayıp gitti.
Kalenin dışında bir başka kısım daha var. Burada kalenin yer
altına gizlenmiş kısımları var. Elbetteki dünyanın her yerindeki benzerleri
gibi sidik kokusuna dayanabilirseniz içlerini gezebilirsiniz. Bunların üzerine
çıktığınızda ise kaleyi değişik bir açıdan fotoğraflama imkanınız olur. Ayrıca
günümüzde işlevini yitirmiş olan dış kale surlarının da nerelere dek uzandığını
takip edebilirsiniz. Hem de ne sağlamlıkla…
Neyse tekrar adadayız ve ana meydan da tekrar turlayıp
şehrin küçük ama sevimli arkeoloji müzesine uğruyoruz. KP ve civarında yapılan
kazılar sırasında bulunan türlü nesne burada sergilenmekte. Ziyaretçilerle
ilgili, yaşlı bir bayan ise elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor. Ama
tek kelime İngilizce yok teyzede.
Ben etkileşim olabileceğini düşünüyordum. Gerçekten de
heykellere daha dikkatli bakınca gözlerim bizimkilerin yaptığı heykellerin
aksine yuvarlak olduğunu fark ettim.
Müzede epeyce zaman harcadıktan sonra dönüşe geçtim.
Ormanımsı parklar ana baba günü. Biraz buralarda takılıp vakit öldürdükten
sonra otele döndüm.
Lviv ile KP arası 6-7 saat. Planlarınızı buna göre yapın
bence.
0 Yorumlar
Yorumlarınız