Normalde gezime Kişinev'den başlayacak ve planlarıma göre
Lviv de bitirecektim. Fakat sponsorum Atlasglobal Kişinev hattını iptal edince
bana da rotayı değiştirmek düştü.
Lviv de tıpkı Mostar gibi “bir daha yolum düşmez” deyip her defasında kendimi bulduğum bir şehir. Mostar ‘a baktım altı kez gitmişim. Lviv için ise dördüncü seferim oluyor.
Havalimanının çıkışında gelen troleybüse zıplayıp üniversite
durağına dek gidiyorum. 2 grivna. Yıllardır fiyat değişmemiş. Burada da epeyce
bekledikten sonra otobüs terminaline giden troleybüse biniyorum. Az bir paraya
Lviv ‘i transit geçmiş oldum.
IF oldukça yeni bir şehir aslında. Önceleri burada bir kale
kuruluyor Polonyalılar tarafından. Kale ihtiyacı karşılıyor ve Tatarların Lviv
‘e (o zamanlar Leopolis) giden yollarını kesiveriyor. Fakat Ruslar ve
Osmanlılar yokluyorlar kaleyi. Süvarilere karşı durabilen kale topçu
birliklerine direnç gösteremiyor.
Potoçkilerin parasal ve
askeri desteği ile şehir serpilmeye başlayınca Rönesans rüzgarları da şehre
ulaşıyor. Gelişme ve bunun etkisiyle kalabalıklaşma süreci başlıyor.
Ama…… İkinci dünya savaşı sırasında şehrin Yahudilerinin
neredeyse tamamı imha ediliyor Almanlarca. Savaş sonunda ise Sovyetler bu
topraklara el koyup Ukrayna ‘ya bağlıyor. 1962 ‘de ise otonom Ukrayna hükümeti
şehrin adını meşhur yazarları Ivano Franko ‘dan esinlenerek Ivano Frankivsk
olarak değiştiriyor.
Şehrin ana meydanı
hemen dibimde. Ratuşa denilen belediye binasına çıkma işini sonraya bırakıp
turluyorum. Meydan üzerinde çeşitli boyutlarda paskalya yumurtaları ve değişik
imgeleri gösteren demirden yapılmış tasarımlar mevcut. Aradan dalıyorum, açık
mavi bir kilise karşıma çıkıyor. Ermeni Kilisesi olduğunu öğreniyorum. Şehrin
kalabalık Ermeni nüfusu gideli çok zaman olmuş. İçine girmiyor sokakları
turlamaya devam ediyorum.
Faydalı bir harita
bulamadım. Bununla beraber hemen hemen her sokak kendini gösteren art neuveau
binalarla kaplı. Düzenli bir şekilde gezmeksizin her sokağa dalıyorum. Doğrusu
dünyayı sırtlayan atlaslar burada kolaya kaçıp sadece balkonları sırtlasalar
bile her yerdeler. Eski püskü birkaç binayı saymazsak çoğu bina pastel tonlarda
boyanmış olduğundan otur otur seyret yaptırıyor kendini.
Buna karşın tsum biraz daha derli toplu. Fiyatlar
marketlerden çokça farklı değil.
Şuursuzca dolaşırken yol beni dışarılarda bir yerlere
atıyor. Modern mimarinin acuzeleri burada da karşımıza çıkıyor artık. Rinok
Meydanı'nın yanındaki Rum Katolik Kilisesi'nin oraya çıkıyorum. Sonrasında tekrar
meydana girip turizm bürosundan ücretsiz bir harita ve magnet alımı yapıyorum.
Az biraz yorulmuş olsam da kuleye ulaştım sonunda. Kısıtlı da
olsa insana şehir hakkında bilgi verecek bir manzarası var. Elimden geldiği
kadar çabuk bir şekilde işimi bitirip tekrar zemin kata giriyor ve etnografya
kısmını geziyorum. Bir kısım dini nesneler ve çocukların yaptığı çizimler ile
dolmuş. Katoliklik ve bariz bir Polonya etkisi hissediliyor. 2. Jan Pol burada
da ön planda.
Çıktığımda elimdeki haritaya bakarak şehrin yeşil ve kırmızı
yürüyüş rotalarını teker teker deniyorum. Fazla bir zaman harcamasam da
yoruluyorum.
0 Yorumlar
Yorumlarınız